8 Nisan 2013 Pazartesi

Senarist Ayşe Şasa ile Röportaj


Ödül beni acı hatıralara götürdü

Uzun yıllar sinemaya emek verdikten sonra bu alanla bütün bağını koparan senarist Ayşe Şasa’ya 32. İstanbul Film Festivali kapsamında onur ödülü verildi. Şasa, ödülün kendisini acısı bol hatıralara götürdüğünü söylüyor.

Türk sinemasının en güçlü senaristlerinden Ayşe Şasa, 32. İstanbul Film Festivali’nde ‘Sinema onur ödülü’ne layık görüldü. Şasa, sinemaya dair düşüncelerini ve ödülün kendisine neler hissettirdiğini dunyabulteni.com adlı siteye anlattı.

-32. İstanbul Film Festivali’nde size ‘Sinema onur ödülü’ verildi. Bu ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu jest beni yıllar öncesine götürdü, bu açıdan duygulandırdı. Senaristliğe 18 yaşında başladım, şimdi 72 yaşındayım. Yeşilçam’da bulunduğum 60’lı yıllarda Türk filmleri, okumuş zümre nezdinde küçük görülen ve dışlanan bir konumdaydı. Ve okumuşlar, sinemanın ilerlemesi için batı sinemasını örnek gösterirdi. Biz Türk filmcileri, bu toplumun kendi medeniyetinin mirasçısı olması gerektiğini, bu toplumun kendine has etik ve estetik kodları olduğunu onlara anlatamazdık. O yıllarda çok kısa sürelerde ve ağır gişe baskısı altında senaryo yazılırdı. Bu bir işkenceydi. Bu açıdan filmlerim benim için travmatik, ‘bulanık tecrübeler’. Ancak Yeşilçam’daki senaristlik deneyimim bir hakikat arayışının ilk basamağı olmuştur. Tatlısı çok az, acısı, burukluğu bol birçok anıyla doludur. İşte bu ödül beni bu anılara götürdü.

-Yeşilçam Günlüğü adlı kitabınız bu tecrübeler sonucunda mı şekillendi?

Evet, Yeşilçam Günlüğü Türk sinemasının sorunlarına kendi medeniyet ve kültür mirasımızın sorunları çerçevesinde bakma çabasıdır. Her toplum, sinema estetiğini, sinematografisini kendi toplumsal kültürü üstüne inşa etmeli diyerek, bize durmadan batıdan akıl devşirenlere bir cevap vermeye çabaladım.

-Bu görüş ve düşünceleriniz nasıl karşılandı?

Müslüman camia tarafından ilgiyle karşılandı ama batıcı çevre tarafından genellikle dışlandı, dışlanmaya devam ettiğini söyleyebilirim. Bunun önemi yok. Benim taraftar olduğum görüşlerin zaman içinde daha çok geçerlilik kazanacağına inanıyorum. Ülkemizdeki sinema okulları, kültürel birikimimizi dışlayan bu eğitim türünden vazgeçmeli.

-Yeşilçam Günlüğü dışında bu tip görüşleri öngören başka çalışmalar oldu mu?

Sadık Yalsızuçanlar, İhsan Kabil, Yusuf Kaplan ve Enver Gülşen sinema düşüncesi alanında çok ilginç katkılarda bulundular, bulunuyorlar.

-Yetişmekte olan sinemacı kuşaklarına ne önerirsiniz?

Türkiye’de kültür planında, sinema planında edilgen bir aşırı batı hayranlığı ve batı taklitçiliği tavan yapmış durumda. Öte yanda kendi geleneğimizin mirasıyla donanmış, tüm dünyadan haberli, yepyeni, soylu bir elit artık yavaş yavaş varlığını duyurmaya başlıyor. Gençlerin bu toplumun tarihi sanat gelenekleri ve klasikleriyle yoğun bir şekilde ilgilenmeleri, yetişme çağlarında bilinç ve bilinçaltı rezervuarlarını bunlarla donatmaları gerekiyor. Kendi kökleriyle barışmayan bir toplumun soylu ve orijinal şeyler yapması mümkün değil.

kaynak: stargazete.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın