9 Aralık 2011 Cuma

Sanatına bir lafımız yok...


Brad Pitt'in başrolünde yer aldığı 'Kazanma Sanatı', 2000'lerin başında geçen başarı hikâyesiyle bir bakıma Amerikan toplumuna 'krizde' yol gösteriyor

KAZANMA SANATI 
Orijinal Adı: Moneyball
Yönetmen: Bennett Miller
Senaryo: Steven Zaillian ve Aaron Sorkin
Oyuncular: Brad Pitt, Jonah Hill, Philip Seymour Hoffman

Hollywood ile ilgili sınanmış tespitlerden birisi de ‘kriz’ anlarında geçmişin dehlizlerinden başarı hikâyelerini, sararmış kâğıtlara sıkışan süper kahramanları bir kez daha göreve çağırıp ‘Amerikan Rüyası’nın hâlâ gerçekleşebilir bir seçenek olduğunu gösterme çabaları hiç kuşku yok ki. Boşuna değil, 11 Eylül’den bu yana Amerikan gökyüzünde ve tüm dünyadaki beyazperdelerde süper kahramanların cirit atması. Üstelik bu ‘güvenlik krizi’nin üzerine birkaç yıldır ‘ekonomik kriz’ de eklenmiş durumda.

‘Süper kahramanlar’ bir yana Hollywood’un geçmişten ruh çağırma seanslarının en önemli kalemlerinden birisi de spor dünyası. Bazen düşmüş bir boksör, bazen cılız bir at, bazen de sıradan bir takım hikâyenin merkezinde yer alır ve inanılırsa ‘Amerikan Rüyası’nın gerçek olacağına dair bildik amentüyü tekrarlar.
Bu hafta sinemalarımıza konuk olan ve bu yazının konusunu oluşturan Brad Pitt’li ‘Moneyball/Kazanma Sanatı’nı yukarıda anılan filmlerle aynı yere koymak en basitiyle haksızlık gibi görünebilir. Çünkü ortada iyi yazılmış, iyi çekilmiş ve gerçekten de iyi oynanmış bir film var.


Gerçek bir hikâyeden 

Michael Lewis’in gerçek bir hikâyeyi aktardığı ‘Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game’ isimli kitabından Aaron Sorkin (‘Birkaç İyi Adam’, ‘Sosyal Ağ’) ve Steven Zaillian (‘New York Çeteleri’, ‘Schindler’in Listesi’) tarafından senaryolaştırılan film, uzun yıllardır başarıya aç olan ve elindeki en önemli oyuncuları büyük takımlara kaptıran düşük bütçeli Oakland A’s adlı beyzbol takımının yeniden yapılanarak elde ettiği başarıları anlatıyor. 2002 yılında geçen hikâyenin kahramanı Billy Beane, başarısız kariyerinin ardından bu kulübün genel müdürü olmuştur. Yeni sezona takım oluşturmak için can havliyle çalışırken, Yale Üniversitesi’nden yeni mezun Peter Brand ile tanışır. Bu istatistik dehası çocuk sayesinde çok pahalı olmayan ama bir araya geldiklerinde işlevsel olabilecek bir takım yaratırlar. İşler ilk başta yolunda gitmez. Çünkü ‘insan unsuru’ görmezden gelinmiş ve sadece istatistiğe güvenilmiştir. Billy bu unsuru da devreye sokarak takımı başarıya taşımanın yolunu bulur.

‘Kazanma Sanatı’, derdini sakin sakin anlatmayı, daha çok ana karakter Billy Baene’ın bugüne ve geçmişine dair gözlemleriyle durumu tasvir etmeyi seçiyor. Karakterimizin takımla, geçmişiyle ve tabii ki artık bir Hollywood klişesine dönüşen ‘parçalanmış aile’siyle kurduğu ilişki bir anlamda bugünün Amerikan toplumunun ruh halini anlamamızı ve işaret edilen çıkış noktasını görmemizi de sağlıyor. İlk uzun metraj filmi ‘Capote’ ile Oscar’a aday olan Bennet Miller’ın kamerası bu tür filmlerin aksine oldukça sakin hareket ediyor. Bütünün yarattığı etkiyi göstermek yerine yüzlerdeki ifadeyi yakalamayı istiyor gibi. Bu sakin kameranın bu yılın Oscar’larında da kendisine yer bulacağını öngörmek yanlış bir tahmin olmaz. Brad Pitt olmasa bile Peter Brand rolünde Jonah Hill’in bunu hak ettiği gerçeğinin altını çizelim. Takımın koçu rolündeki Philip Seymour Hoffman’ın tasarruflu oyunculuğunun da hakkını verelim.
Ama bütün bunlara rağmen ‘Kazanma Hırsı’nda rahatsız edici bir yan var. Bu hiç de fena olmayan filmi, dönüp dolaşıp yazının başında andığım türden filmlerle akraba yapan, onların bıraktığı duyguya benzer bir şey.

‘Kazanma Sanatı’ bir bakıma dev şirketlerin günahlarının bir bir ortaya döküldüğü, ABD toplumunun kazancının çok büyük bir kısmın bir avuç açgözlü sermayedar tarafından sömürüldüğü gerçeğinin artık gizlenemez hale geldiği bir dönemde küçüklere kazanmanın formülünü veriyor. Filmin kendisini bir beyzbol filmi olarak ortaya koymaması böylece daha da anlaşılabilir hale geliyor. Doğru bilimsel yöntemler, doğru insanlar elinde, doğru biçimde uygulandığı zaman ‘Amerikan Rüyası’nın hiç de uzak olmadığını gösteriyor


‘Kazanma Sanatı’.

‘Küçük Amerikalı’ya, “En büyük olmak, tepeye çıkmak için çok paraya ihtiyacın yok. Doğru yöntemlere ihtiyacın var” diye sesleniyor film. Ama ‘kapitalizmin ruhu’na sadık olmak koşuluyla. “İnsanları birer metaymış gibi alıp satmaktan, yeri geldiğinde hiç tereddüt göstermeden kapının önüne koymaktan, verimliliği artırmak için iş koşullarını yeniden düzenlemekten imtina etmeyeceksin” diyor.
Bunu gözümüzün içine sokmadan yapıyor ama… Sanatına diyecek lafımız yok!

ŞENAY AYDEMİR
radikal.com.tr
                                                                                                                                             Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın