7 Nisan 2013 Pazar

Bir dönemin çocuk yıldızı Parla Şenol ile Röportaj


Şöhret için hayatımı harcamadım

Barbaros Şansal, bir dönemin çocuk yıldızı Parla Şenol’u Etiler’deki evinde ziyaret etti. İkili, Yeşilçam’lı günleri konuştu...

İnci Sineması’nda ışıklar henüz kararmış, gonk sesi vurmuş, film başlıyor, o küçük ama dev yıldızı ilk kez görüyorum. Parla Şenol’un yüzü beyaz perdeye yansıyor. Elimde Alaska Frigo, heyecanla perdedekini izliyorum.

Aradan yıllar geçiyor. Site Koleji’nde okurken Şenol’la aynı okulda yollarımız kesişiyor. 70’lerde zaman hızla akıp geçiyor ve bugün Parla Şenol’un Etiler’deki evinin kapısında alıyorum soluğu…
Ayağındaki ufak rahatsızlık nedeniyle salonda karşılıyor bizi. Güneşli bahar gününde, sohbet yıllar öncesinden bugüne keyifle besliyor bizi.

- Nasıl girdin sinemaya?

Babam Armağan Şenol orkestra şefi olduğu için çevremiz genişti. Eve sıklıkla gazeteciler gidip gelirdi. Bir gün, bir muhabir, “Bu çocuk çok yetenekli” diyerek annemi ikna edip, beni artist yarışmasına sokturdu. Babamdan da gizliydi üstelik. Neyse ki sonradan haberi oluyor; 260 kişilik katılımda, 20 kişilik jürinin 20 tam oyuyla birinci oluyorum. Düzenleyenlerden biri de Türker İnanoğlu. Onun da ilk çıkış dönemleri… ‘Hancı’ adlı ilk filmi yapıyoruz, ödülse adedi 2 bin 500 liradan iki film. Yıl 1961.

SULU ZIRTLAK FİLMLERE İHTİYAÇ VAR

- Vay! Güzel para. Kimlerle çalıştın?

Hepsiyle çalışmadım tabii. Meselâ Cüneyt Arkın’la çalışmadım. Ama Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik gibi birçok isimle çalıştım. Türkan (Şoray) ile sadece ‘Çalıkuşu’ ve ‘Akşam Güneşi’nde vardım ama hiç karşılaşmadık. Çünkü bu onun şartıydı. Onun çocukluğunu bir tek benim oynamamı talep ederdi. Ayhan Işık, Fikret Hakan, İzzet Günay, Eşref Kolçak, Kadir Savun, Suphi Kaner… Say say bitmez…

- Ne değişti Türk sinemasında? 

Kendi adıma çok şey değiştiğini düşünmüyorum. Dönemin ihtiyaçlarına cevap veren filmler vardır. Sinema, seyirciyi bir yere götüremediği zaman seyircinin talebine göre sinema doğar. O yıllarda Batı kültürü henüz yaygınlaştığından, müzikaller ve aile filmleri ön plandaydı. İletişim araçları kısıtlı olduğundan film öndeydi. Mesajların net verilmesi gerekiyordu.
Şimdi mecrada ve medyada çok çeşitlilik ve farklı sinema dilleri var. Türk sinemasında da çok beğendiğim filmler çıkıyor ama illa gişe deyince sanırım senin de dediğin gibi sulu zırtlak komediye ihtiyaç duyuluyor.

- Yurdumuzda bir yeterlilik sıkıntısı var. İşinin ehli insan bulmak zor. Meselâ benim mesleğimde akşam yatıyor, sabah modacı uyanıyorlar.

Bayılıyorum o patlaklara.

- Kalıcılık önemli değil mi? 

Kalıcılığın onların umurunda olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan herkes resmini çeksin, en önde otursun.

- Ama sen çocukken o dünyanın içindeydin. İnsanlar seni görmek için birbirini ezerdi. Bugün dünyadaki çocuk yıldızlar da büyüdü. Onlar da metroya biniyor, sen de biniyorsun. Dünkü meşhur, siyah camlı minibüs ve korumayla geziyor. Bu fark rahatsız etmiyor mu?

Bir insanın yetişirken hem ailesinden edindiği değer yargıları vardır, hem de eğitimden aldığı kültürel yargılar… Bu bahsettiğimiz insanlar geçmişleri olmadığından gelişmemiş ve çeşitlenmemiş oluyor.
Ben de bayılıyorum bir yerde tanınmaya, en önden yer verilmesine… Benim için iki kadehte iki kahkahayı özgürce atmak önemli. Belki de çok yaşayıp doyduğumdan bu olgunluğa ulaştım.
Ama bu insanların dağarcıklarında sadece o ün ve çevresi var. Başka değer yargıları yok. “Doğru bu” diye düşünüyorlar. Çok da yanlış değil. Bugün Zeynep Değirmencioğlu, Ayhan Işık gibi isimler ikon olup ulaşılmaz görülüp hâlâ hafızalardaysalar, hep kapalı kaldıkları içindir.

- Ama bunun için hayatlarından çok fedakârlık yaptılar.

Hah işte bu! Benim umurumda değil, ben hayatımı harcamadım. Her yerde yaşadım. Bir dürtüm vardır; namusuma, şerefime, sağlığıma ve de başkalarının namusuna, şerefine ve sağlığına zarar vermemek kaydıyla her şeyi özgürce yaparım. Süper markette kendi kendime şarkı söylerim.
Güneş bizi çağırıyor. Ufak yardımla biraz da fotoğraf vermek üzere bahçeye atıyoruz kendimizi. Bir anda yıldızlaşıyor kamera karşından Parla Şenol. Foto muhabirimiz Uygar Taylan “Şöyle de durun” dediğinde, “Ben ne yapacağımı bilirim, yılların oyuncusuyum. Sempatimi kırdırma kendine karşı” diye cevabı veriveriyor emin bir telaffuzla. Devam ediyoruz gülümseyen gözleri ve güzel sözleri ile…

- Birileri gelip “Ben sizi bir yerden tanıyorum”, diyor mu?

Parla Şenol’u isim olarak çıkartabilenler 40 yaş üstü. Ama oyuncu olduğumu anlıyorlar. Bir de seslendirme yaptığımdan sesimi hemen tanıyorlar. Bazen çocuklar, “Oyuncu bu lan, bak şöhret geliyor” diye koşup bir de önden bakıyorlar bana birbirlerini dirsekle dürttükten sonra.

- Peki ya geçmiş, arşivleyebildin mi tüm bunları? 

Babamın sırf bu iş için yaptırdığı dolaplar ve defterler var. Ona yapışıyor kupür, röportaj vs… Fakat filmlerden pek yok. O zamanlar bize film vermezlerdi, ancak televizyonda gördüklerimi kopyalıyorum.

- Yarın öbür gün bir Parla Şenol albüm kitabı görebilecek miyiz?

6 yıl önce bir tane yaptım ama saygın olsun diye fotoğraf koymadım hiç. Başkalarıyla anılarım ve sinemayla bağımı anlatmak istedim. Gita Yayınevi’nden ‘Parlama Noktası’ adı altında çıktı. Psikoloji eğitimi almış biri olarak, o dönemdeki çocuk yıldızın o günkü bakış açısıyla kaleme aldım. Çok sade bir dil kullandım.

- Hobilerin neler?

Dikiş dikmek meselâ.

- Hah! Bir sen eksiktin rekabete!

Annem terziydi biliyorsun, 5-6 yaşında sülfile karşılaştırma, bol teğelle başladım ben de. Bayılırım en güzel terapidir.

EN İYİ SİNEM KOBAL GİYİNİR

- Çocukken alıştığın o kaliteye bakınca bugün nasıl sinema ve moda?

İğrenç buluyorum. Sadece Türk Sineması’nda değil, tüm dünyada durum bu. Ayaklarındaki ayakkabılar büyük. Bütün elbiseler potlu, pensler bozuk, beller bile yerinde değil. Bu konuda en titiz davranan ve böyle olduğu için de kostüm ekiplerince hiç sevilmeyen Sinem Kobal’dır. Ama ben çok beğenirim. Oynadığı role göre giyinen akıllı bir kadındır, adamına göre hareket eder ama o da tabii ki sponsorla giyindiği için üstüne göre bir şeyleri bulmakta zorlanması doğal. Mesela benim belimin bir yanı daha geniş olduğu için ona göre yapılırdı.

- Star sistemi malum ama figürasyonlarda hep sıkıntı vardı. Bu sürecin aynen devam etmesinin sebebi nedir? Amerikan sinemasının endüstri olup bizim olamayışımız mı?

Biz olamadık maalesef. Ancak prodüksiyonda yol kat ettik. Eğer bir filmin bardağı, tişörtü üretilip satılmıyorsa endüstri olamamıştır o iş. Ayrıca çok rahatsız oldum dizi sektöründen. Bir öğrenci filminde oynadım yeni. Tam 11 gün anam ağladı ama nasıl mutlu oldum, nasıl tatmin oldum anlatamam.
Nasıl ki Parla’nın en iyi dostu kamera ve ışıklarsa, benim de en iyi dostum siyah ayaklı, dikiş diktiğim makineler. Eve geri döndüğümüzde anahtarı içeride unuttuğumuzu fark edip zile basıyoruz. Çok başarılı bir öğrenci olan oğlu kapıyı bize açıyor. Parla’yı salonda kucaklayıp ayrılıyoruz. Belli ki haftaya çok özel bir röportaj ile sizi şok etmeye hazırlanıyoruz...

kaynak: aksam.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın