17 Kasım 2011 Perşembe

Sinemada Garip bırakılan Türk kültürü




Güney Afrikalı siyahlara yapılan akıl almaz baskıları anlatan “Kupkuru, Bembeyaz Bir Yaz” adlı filmi görmüş müydünüz? Filmde bir avukat şöyle diyordu: “Ne zaman bir dava kazansam kanunu değiştiriyorlar!”
O filmde, Güney Afrika söz konusu olduğunda, siyahlar için adalet nasıl daima çifte standartlı ise, Türkiye’de de Türk kültürünün değişik alanlarında Türklerin karşılaştıkları muameleler ve uygulamalar genellikle çifte standartlıdır. Binlerce yıllık zengin Türk kültürünün bütün izlerini yok edecek bir genel saldırı söz konusudur.

Çok çeşitli alanlardaki garip uygulamalar ve çifte standartlar, devletin bazı kurumlarının ve basının gücü ile yürütülmektedir.

İslami bilgilerin doğru ve sade bir şekilde çok küçük yaşlardan itibaren verilebilmesi tabii sayılmalı iken, buna sınırlamalar getirilmesi konusu, çifte standartlara çok sıradan bir örnek teşkil ediyor. Son yıllarda Hıristiyan ve Yahudi kültürünün, en son teknoloji ve araçlarla, sinsi yöntemlerle, apaçık ve pervasız bir şekilde propagandası yapılmaktadır. Buna karşılık Türk kültürünü yok etmek için kullanılan vasıtalar çok çeşitlidir: Televizyon (haberler, çizgi filmler, diziler, sinema filmleri, başta magazin olmak üzere diğer program çeşitleriyle) ve radyolar, giyim-kuşam, moda, spor, gazete, dergi ve kitaplar, afiş ve broşürler, ses kasetleri ve cd’ler, tv ve bilgisayar oyunları, çocuk oyuncakları, çocukların kullandığı çanta, kalem, defter gibi malzemelerin bezemeleri, çocuk, genç ve diğer yaş guruplarına ve cinslere hitap eden giysiler, hediyelikler, dekorasyon malzemeleri, restoranlar vb.

Gördüğümüz ve kullandığımız her şey,Yahudi, Hıristiyan, batı kültürünü beynimize kazıyan bir işlev üstlenmektedir. Üstün teknoloji ve imkanlarla yürütülen bu eritme (asimilasyon) ve yok etme saldırılarına karşı, Türk-İslam kültürünün çırpınışlarının cılız bile sayılamayacak bir seviyede olduğu görülmektedir. Milli şuurun, bu çok boyutlu,teşkilatlı ajan-misyoner çıfıtlıkları karşısında, eli kolu bağlanmış gibidir. Bu gerçeği itiraf etmekten kaçındığımız görülüyor. Bu olmayınca da yaşadığımız olayları ve mevcut durumu açıklamakta güçlük çekiyor ve daldığımız derin gaflet uykusundan uyanamıyoruz. Şu sorunun cevabını aramalıyız: "Türkiye’de ve Türk dünyasında Türk kültürü ne kadar tanınmakta, bilinmekte, yaşanmakta ve işlenip geliştirilmektedir?" Aksine milli-maşeri vicdan, saldırılar karşısında yapayalnızdır. Kendi kıt imkanlarıyla devlerle güreşmektedir. Devletimiz, saldırılara karşı korumasız bıraktığı yetmiyormuş gibi vatandaşları arasında İngiliz dili ve dolayısıyla kültürünün bir an önce yayılmasına ön ayak olmakta, eğitim programlarını buna göre değiştirmektedir. İlkokullara, ana okullarına kadar yaygınlaştırılan İngilizce eğitim karşısında savunmasız bırakılan Türkçemiz, darbe üstüne darbe yemektedir. Türkçe yok edilmeye hazır hale getirilmektedir.

Telif hakları kanunu Türkiye’de İngiliz yayıncılığının haklarını koruyor, Türk televizyon ve gazeteleri İngilizce öğretme telaşında. Kitapları için, İngiltere’ye, ABD’ye gönderdiğimiz insanların eğitimi için ödediğimiz paraların Türk eğitimini birkaç defa ihya edeceği akıl sahiplerince bilinmektedir.
Türk kültürü için çalışan yerleşmiş bir sinema sanayisi yoktur. Sektöre hakim olan levanten patronlar eliyle Türk sineması, gazino, bar, pavyon mekanlı, her türlü soysuzluğu konu alan, insanımızı sahte kabadayılık ve Çingene kültürü ile özdeşleştiren bir sinema haline getirilmiştir. Avrupa’da Türk sineması denilince ırza geçme sineması anlaşılmaktadır. Milli sinema, yahut başka bir tabirle milleti anlatan sinema gelişememiştir. Türk milleti, kendi kültürünün işlenmesini istemektedir. Bunun için bir televizyonum kurulsun diye bileziğini ve nişan yüzüğünü dahi vermiştir. Milletin resmi radyo ve televizyonu olan TRT, “Kalabalık ve Mutlu” dizisi örneğinde olduğu gibi Hıristiyan kültürüne hizmet etmektedir. “Salkım Hanımın Taneleri” gibi resmen Ermeni propagandası yapan filmleri saymıyoruz. TRT’nin Türkiye Radyoları müzik programlarının sadece yüzde sekizi yabancı müziklere ayrılmıştır. Bu oran, program adedine göredir. Program süresi bakımından ise bu oran kırkta bire düşmektedir ki bu tam bir faciadır. Pop, rock, caz, klasik vb. gibi batı müziği eserlerini sunarken neredeyse plakçısının adına kadar bildiren sunucular ve onların yapımcıları herhalde ne kadar göz kamanlaştıklarını bilmiyor ve aynı titizliği Türk müziğine göstermiyorlar. Hiç dikkat etmeyiz; programlarda kullanılan fon müziklerinin yüzde doksan sekizi yabancıdır. Basının yazılı kısmı da bundan farksız.

ABD başkanı ve İngiliz kıraliçesinin en özel işlerini abartarak çarşaf çarşaf sunan gazeteler, dertlerimizi, güzelliklerimizi, ihtiyaçlarımızı işlemekten kaçınıyor. Türk kültürüne hizmeti gaye edinen yazılı basın organları ise, mali bakımdan zayıf oldukları için üç-beş ay, bir-iki yıl ancak dayanabiliyor, Gaspıralı’nın “Tercüman”ı olamıyorlar. Buna karşılık, yüzlerce sayfalık rengarenk bazı gazetelerin, kaynağını okuyucudan almayan mali desteğe sahip oldukları, çok satmak için yok pahasına satıldıkları görülmektedir. Bunları kim ve hangi güçlerin, niçin destekledikleri biliniyor ama açıklanmıyor. Büyük gazeteler, son yıllarda batı ve ABD çıkışlı haberlerini daha da arttırıp, İsrail kaynaklı propagandalara ağırlık vermiştir. Bir çok haber ve programda özellikle Hıristiyan haçı, papazı ve kilisesi, Yahudi kültürü ve sinagogu öne çıkarılmaktadır. Anlı şanlı TV kanalları, gazeteler, ajanslar batının Türkiye ile ilgili gündemlerinin takipçiliği ile meşguldür. Türk milletinin ciddi bir haber ajansı hala yoktur ve bu sebeple hadiselere hep başkasının gözüyle bakmaya mecburdur.

Başka hangi sahaya bakalım; mesela oyuncak sanayiinde, bebek ve çocuklar için vazgeçilmez ve çok kârlı olan bu piyasada maalesef Türk kültürü işlenmez! Daha beşiğinde iken başına astığımız müzikli oyuncaklarla öz evladımızın kulağına yabancı müzikleri doldurma ve Hıristiyan azizlerine benzer oyuncakları nakşederek sevdirme işinde de maşallah çok istekliyizdir! Bu alanda Türk kültürünü işleyen doğru dürüst bir kuruluşumuz yoktur. Piyasaya Barbi, Sindi gibi markalar hakimdir. Bu oyuncak markalarının sunduğu kıyafetlerden tutunuz süslenme malzemelerine kadar olan her oyuncak, çocuklarımızın ruh dünyasında fırtınalar koparmakta, onları özendirmektedir. Çocuklarımız, oyuncaklarının kıyafetlerini giyebilmeyi, kullandıkları malzemeleri kullanıp, aksesuarlarını takabilmeyi şiddetle istiyor, ana-babalar ise buna çare bulamıyorlar. Televizyon ve sinemalardaki çizgi filmlerin kahramanlarının oyuncakları, yabancı restoranlardan yararlanılarak bir kampanya şeklinde piyasaya sürülüyor. Eş zamanlı olarak, dergilerde dizileri, çizgi romanları çıkarılıyor. Dolayısıyla uyandırılan tüketim talebi de korkunçtur.

Etkilenmenin boyutları ise ölçülemeyecek kadar derindir. Buna karşılık Anadolu’nun üç-beş yöresindeki el yapımı folklorik bebeklerin uyandıracağı etkinin esamisi binde bir bile değildir. Artık her türden Türk müziği, yerini pop, caz, rock ve klasik batı müziğine terk etmeye zorlanıyor. Birdenbire ortaya çıkan müzik marketlerde! (market kelimesi yerine “dükkan” desek ne olur?) baktığımızda pek az Türkçe kaset ve cd bulunmaktadır. Hele klasik Türk müziği, halk müziği gibi alanlarda zar zor yaşayan kimi örneklerin kayıtlarını bulmak neredeyse imkansızdır. Buna karşılık, dünyanın dev müzik şirketlerinin seri halde ürettikleri kaliteli cd’ler, bu dükkanlarda yerlilerine dörtte bir oranında daha ucuza satılmaktadır. Dolayısıyla rekabet şansımız yoktur. Benzer şekilde kitap, dergi yayıncılığı sahasında da Türk kültürünün rekabet gücü yoktur. Televizyonlarımızın adları gibi yayın dünyamız da Türklüğe yabancıdır. Gazete, kitap ve dergilerin ya adı veya yazarı yabancıdır, yahut da işlediği konu yabancıdır. (Mesela Tarih vakfının yayınlarına bir bakınız).

Çeşitli yollarla Türk okuyucusuna, seyircisine ve kültürüne yabancı virüsler aşılanmaya çalışıldığı görülmektedir. Hangi tarafa bakarsanız bakınız, Türklüğü, Türk kültürünü yücelten bir faaliyetin öksüz, ecnebi kültürünü işleyenlerin ise alabildiğince özgür, pervasız ve destekli olduğu açıktır. Üstelik bu destek sadece özel kuruluşlar (veya misyoner örgütler) tarafından değil, maalesef bizzat Türk devleti ve onun kurumları eliyle yapılmaktadır. Türk kültürü ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, ancak, onun kültürü gibi gösterilen bir başka kişiliksiz, aşağılık ve tuhaf kültür, adeta Türk milletine zorla giydirilmeye çalışılmaktadır.

Ne acıdır ki bu eritme (asimilasyon) sürecinde Türk devleti ve hükümeti bir taşaron olarak kullanılmaktadır. Türk milletinin imkanları devlet eliyle birtakım misyoner faaliyetlerine akıtılmaktadır. Bu misyoner faaliyetler içinde yer alan müzik ve sanatın diğer dallarında düzenlenmekte olan dev şenlik, yarışma ve festivaller, derin gaflet uykumuza acı bir örnek olarak önümüzde durmaktadır. Dikkati çeken husus; bu şenlik veya festivallerin sponsorlarının daima devletin kurumları ve bankaları olmasıdır. Geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış bir banka reklamında da bu durum ilan edilmişti. Reklamda “Yahu arkadaş; Amerikalısı, Rus'u her gün biri gidip biri geliyor. Bunlar bu gücü nereden buluyor, bunların arkasında kim var?” şeklinde soruluyordu. Meselenin düğüm noktası buradadır. Yabancı devletlerin menfaatleri için yaptıkları faaliyetlerin tabii karşılanması gerekir. Mesele, bunların arkasında Türk milletinin parasını çar çur eden, misyoner taşaronluğu yapan devlet kuruluşlarının olmasıdır. Gerçekten mesela bu reklamın sahibi banka, kuruluş yıldönümü dolayısıyla yurtdışından yüzlerce sanatçı ve topluluk getirtmiştir.

Türk devletinin bütün kurumlarıyla sonsuza kadar hür ve bağımsız yaşayabilmesi için evvela Türk milletinin ve onun kültürünün bu topraklarda mevcut olması lazımdır. Nasıl başka bir milletin, Türkiye adıyla var olmasının bir anlamı yoksa, başka bir milletin kimliğine büründürülmüş bir milletin varlığının da bir önemi yoktur. Onun için gaflet içindekilerin uyanarak, hainlerce kullanılan devlet imkanlarını, bundan böyle Türk milleti ve onun kültürü lehine kullanılır hale getirmeleri lazımdır. Bu milletin tüyü bitmemiş yetiminin parası ile ecnebi uşaklığını özendirmeye, kendi kültüründen koparıp, başka kültürlere köle yapmaya, kimsenin cesaret edememesi gerekir. Türk devletini sonsuza kadar payidar etmek isteyen muhterem zevatı, Türk devletinin bütün kurum ve imkanlarını, yine Türk milleti için, sonuna kadar kullanmaya davet ediyoruz. Ey seçilenler ve seçilecekler; hadim-i millet olunuz. Aksi halde tarihin çöplüğünde boğulacaksınız.

Aybars Fırat
aybarsfirat@yahoo.com
ufukötesi.com
                                                                                                                                            Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın