5 Kasım 2011 Cumartesi

Türk Sineması Çağ Atlıyor


1996 yılı Türk Sineması için bir dönüm noktasıydı. Çünkü 1996 yılında Eşkiya gösterime girdi.

Ondan önceki dönemde, yılda ortalama 10 (sadece 10!)  Türk filmi yurtçapında gösterime giriyor, bunların da toplam sinema seyircisi ve gişe hasılatı içinden alabildiği pay % 1'i geçmiyordu (yazım yanlışı yok!). Bir başka deyişle, Türk sineması gişelerden silinmiş durumdaydı.

Bunun nedenleri şu anki yazının kapsamının dışında kalıyor, ama Türk sinemasının gişelerden silinmesi, Türkiye’de Amerikan sinemasının veya herhangi bir diğer yabancı sinemanın dolduramayacağı büyük bir kültürel boşluk meydana getirmişti ki, Eşkiya bu boşluğu gayet güzel doldurdu. İyi yazılmış, iyi oynanmış, iyi çekilmiş, harika müziklerle desteklenmiş bu film, zamanı için iddialı hatta ulaşılmaz bir hedef olan 1 milyon izleyici sınırını geçmekle kalmayıp, 2,5 milyon seyirci gibi günümüz için dahi iddialı olarak nitelenebilecek bir izleyici rakamına ulaştı.

İzleyicinin yapımcılara gönderdiği mesaj çok netti: “Bizi heyecanlandıracak nitelikte, kaliteli yapımlar ortaya çıkarırsanız sizi destekleriz.”

Türkiye’nin ortalama alım gücüne oranlandığında sinema biletleri pahalıdır ve çoğu insan için sinema lüks bir eğlencedir. Buna rağmen 2.5 milyon kişinin bir yerli filmi sinemada izlemeyi tercih etmesinin bir nedeni, kaliteli Türk filmlerine duyulan özlemdi. Ancak daha da önemlisi, sinema izleyicisi, yerli sinema sektörünün ancak gişeden gelecek destek ile büyüyüp gelişebileceği yönünde bir bilince sahipti. Bu nedenle bir süre bekleyip bu filmi televizyonda izlemek mümkün olduğu halde 2,5 milyon kişi para verip filmi sinemada izlemeyi tercih etmişti.

Bu, yerli sinema sektörüne halkın verdiği bir kredi ve gösterdiği bir teveccüh olarak değerlendirilebilir.

Bu durum sektörde yankılanmakta gecikmedi. Bu nedenle 1996 yılı Türk sinemasında bir dönüm noktasıdır. Seyirci desteğini arkasına alan Türk sineması, en büyük sıkıntı olarak gösterilen teknik yetersizlik ve altyapı eksikliği sorunlarını aşacak maddi kaynakları daha kolay temin eder hale geldi. Filmlerin göz önündeliğinin artmasıyla birlikte özel sektörün de sinema sektörüne olan ilgisi arttı ve sponsorluk desteği gibi gişe-dışı kaynaklar daha kolay sağlanır hale geldi. Buna Kültür Bakanlığı’nın vermekte olduğu maddi desteği de eklemek gerekir.

Korsana Rağmen Destek Büyüyor
1996 yılında Windows 95 vardı. CD-ROM vardı. İnternete 56 kbps dial-up modem’lerle bağlanılıyordu. Torrent yoktu, her evde sınırsız yüksek hızlı internet bağlantısı yoktu. Sonradan çok ünlenip korsan paylaşımın ilk hukuksal hedeflerinden biri haline gelecek olan Napster dahi yoktu.

Fakat durum hızla değişti. 2000'lerin başına gelindiğinde korsan paylaşım, sinema sektörünü derinden etkileyen önemli bir unsur haline geldi. Türkiye’de o dönemde yaygın olan durum; korsan filmlerin DVD, VCD ve benzeri formatlarda tezgahlarda/dükkanlarda satılmasıydı. Sonraki yıllarda, bir yandan korsan film satanlar devlet tarafından takip edilip bu sektör daraldığı için, diğer yandan sınırsız ve yüksek hızlı internet erişiminin yaygınlaşması ve ucuzlaması sayesinde, korsan paylaşımın şekli değişti; insanlar korsan film satın almak yerine doğrudan internet üzerinden kendi bilgisayarlarına film indirip kendi koleksiyonlarını oluşturmaya baıladılar.

“Türkiye’de sinema bileti pahalıdır” tespitini yapabilmek için, Türkiye’deki bilet fiyatlarını ve alım gücünü diğer ülkelerle karşılaştırmaya gerek yok. Fiili durum üzerinden şu karşılaştırmayı yapmak daha iyi: 2009'da bir öğrencinin ödeyeceği ortalama sinema bilet fiyatı 8 lira idi (SE-SAM verileri). Sinemaya gidiş-geliş masrafı buna eklendiğinde bu miktar 10 liranın üzerine kolayca çıkar. Oysa aynı öğrenci filmin korsan kopyasını satın alsa ödeyeceği para sadece 5 liradır. Dört arkadaş bir film izlemeye karar verse, bunu sinemada izlemenin maliyeti 40 lira, evde izlemenin maliyeti sadece 5 liradır. Eğer filmi kendileri indirirlerse o kadar bile değildir.

Şimdi bu durumu, ve korsan paylaşımın Türkiye’deki yaygınlığını gözönünde bulundurarak aşağıdaki verilere bir göz atın:

Türkiye Sinemalarında Seyirci Rakamları

Yıl   Yerli Film    Yabancı Film      Yerli Film Seyirci       Yabancı Film             Toplam Seyirci
           Sayısı       Sayısı                    Sayısı                    Seyirci Sayısı               Sayısı  

2002        9              159              1,987,574                  21,522,477              23,510,051
2003 16              172              5,631,832                  18,988,317              24,620,149
2004      18              189              11,108,044                18,594,427              29,702,471
2005 27              194              11,441,856                15,809,133              27,250,989
2006 33              204              17,800,496                17,060,348              34,860,844
2007 42              210              11,851,331                19,276,961          31,128,292
2008 50              264              23,148,009                15,380,947              38,528,956


2002 yılından 2008 yılına, yabancı filmlere giden izleyici sayısı yaklaşık dörtte üç oranında azalırken, yerli filmlere giden izleyici sayısı 11 kat artmış! Türkiye’de izleyiciler aniden yabancı film seyretmeyi bırakmış değiller; fakat görünen o ki yabancı film izlerken korsanı tercih eden seyirci, yerli filmleri giderek artan oranda sinemada izleyerek desteklemeyi tercih ediyor. Yerli filmlerin çoğu “mutlaka beyaz perdede izlenmesi gereken bir görsel şölen” iddiasıyla ortaya çıkmadığına göre, bu rakamların tek açıklaması, izleyicinin yukarıda bahsettiğim teveccühünün günümüz koşullarında da sürmekte olduğudur.

Bugün ve Yarın
Türkiye; ABD, Hindistan ve Güney Kore’den sonra yerli filmlerin en çok izlendiği 4. ülke konumundadır. Bu, sinema izleyicisinin yaptığı bilinçli bir tercihin sonucudur ve sinema sektörünü olumlu yönde etkilemektedir.

Seyirci desteğinin bilinçli olması, aynı zamanda bu desteğin kayıtsız şartsız verilmediği ve gösterime giren filmlerin beklentileri karşılamaması halinde desteğin aynı kararlılıkla geri çekilebileceği anlamına da gelmektedir. Bu da esasen sektörü sürekli daha iyi ürünler vermeye iten bir kontrol mekanizmasıdır.

Desteğin kayıtsız şartsız verilmediğine ilişkin somut bir örnek olarak Çağan Irmak filmlerini verebiliriz. Bu ünlü senarist/yönetmenin filmlerinin gişe rakamları arasında inanılmaz bir değişkenlik vardır: Babam ve Oğlum (2005) 3,8 milyon kişiyi sinemalara çekmeyi başarırken, Ulak (2008) 1 milyon sınırının altında kalmış, aynı yıl gösterime giren Issız Adam 2 milyon sınırını geçmiş, Prensesin Uykusu (2010) ise 100,000 sınırını dahi zor aşabilmiştir.

Buradan çıkarılabilecek sonuç, seyircinin isme değil, filme göre seçim yaptığı ve karar verdiğidir. Bu kararda şüphesiz çevreden gelen tavsiyeler ve medyada/internette film hakkında yazılanlar etkili olmaktadır. Bunun belki de tek istisnası, Recep İvedik serisinin müdavim izleyicilerinde görülen, “herkesin o filmden bahsedecek olması ve filmi görmezse gündemin dışında kalacağı düşüncesi” olabilir.

Şu veya bu şekilde izleyicinin Türk sinemasına desteği artarak sürmektedir. Bu destek daha önce önemli sorunlar olarak öne sürülen teknik yetersizliklerin önemli ölçüde aşılmasını sağlamıştır. İzleyicinin beklentilerine ilişkin çıtayı giderek yükseltmesi sektöre olumlu yönde bir baskı unsuru oluşturmaktadır. Bu şartlar altında Türk sinemasının yapması gereken de, bir zahmet, çağ atlamaktır.

                                                                                                                                     Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın