5 Kasım 2011 Cumartesi

Sinema Salonlarının Durumu


Beyoğlu, Emek, Alkazar... Nostaljik sinema salonları can çekişiyor. Alışveriş merkezlerindeki cep sinemalarına yerleşiyor perdeler. Aslında kapanmıyor da şekil değiştiriyor sinemalar. Tıpkı sokaklar, insanlar, hayat gibi...

`Sinemaya gitmek, basit bir eylemin değil, âdeta bir merasimin başlangıcıdır. Kimi salonlar vardır ki filmlerden öte, kendileri birer tercih nedenidir. Şu ya da bu filme gidelim yerine, Emek`e, Konak`a gidelim mi, sorusu tercihin de ötesinde, sinema salonunun varlığının, saygınlığının, hadi açıkça itiraf edeyim, büyüsünün kanıtlanmasıdır.` sözleri, Burçak Evren`in `Eski İstanbul Sinemaları Düş Şatoları` kitabından. Ona göre sinema salonları ya da diğer bir deyişle düş şatoları, yalnızca filmlerin izlendiği mekândan ibaret değil. Sinemaya gitmeyi bir ritüele dönüştüren, topluca film izleme alışkanlığını kazandıran, benzer keyif ve güzellikleri paylaşan insanların beraber soluduğu bir başka ortam idi.

Birçok alışkanlıklarımız gibi artık sinemayla ilgili bu cümleleri de şimdiki zaman kalıpları içerisinde kullanamıyoruz. Sinemaya gitmek çoktan bir ritüel olmaktan çıktı. Eskiden ailece hatta mahallece gidilen filmler günümüzde küçük cep sinemalarında gösteriliyor. İzleyici, sinemaya gitmektense evinde internetten indirdiği, korsan piyasadan temin ettiği ya da DVD`sini aldığı filmi bir başına izlemeyi tercih ediyor. Birçok eylem gibi film izlemek de artık kolektif olmaktan çıktı, bireysel bir faaliyete indirgendi... Bu durumdan tabii ki en çok sinema salonları etkilendi. Geçmişte yüzlerce insanı bir araya toplayan, içinde hatıralar, dostluklar, sohbetler, aşklar yaşanan tarihî sinemaların bir bölümü kepenk indirdi, geride kalanlar da kapanma riski ile karşı karşıya. Mesela, bir Kadıköy klasiği olan Süreyya Sineması artık opera salonu. Beyoğlu`nun en eski sinemalarından Yeni Melek, semtin ritmine ayak uydurarak eğlence merkezine dönüştü, Elhamra çoktan tarihe karıştı, ünlü Saray Sineması yıkıldı... Ve şimdi geride kalan sinema salonları can çekişiyor. Son olarak gazete satırlarından Beyoğlu Sineması`nın kapanmak üzere olduğunu okuduk. İstanbul`un kültür damarlarına en çok kan pompalayan Beyoğlu`ndaki; Alkazar, Yeşilçam, Pera, Emek sinemalarının da zor durumda olduğunu biliyoruz. Peki, ne oldu da geçmişte, gösterilen filmlerin bile önüne geçen bu mekânlar izleyicisini kaybetti? Öyle ki İstanbul`un en hareketli semtinde bulunmalarına rağmen kapılarına kilit vurmanın eşiğine geldiler.

BÜYÜK BALIK KÜÇÜK OLANI YİYOR!

`Üç neden var.` diyor sinema eleştirmeni Burçak Evren. Birincisi, izleyicilerin artık sinemaya eskisi kadar rağbet etmemesi. Sinemayı daha çok 18-35 yaş arasındaki kesim takip ediyor ve onlar da vizyona girmemiş filmlere bile evlerinde internetten indirerek ya da DVD, korsan piyasasından faydalanarak ulaşabiliyor. İkinci sorun Evren`e göre daha vahim: Sinema salonlarının tekelleşmesi. Salonların artık `majors` denilen Uip, Özen, Warner Bros gibi şirketlere bağlanması. Filmi ithal edenlerin gösterim ve dağıtım hakkını da elde etmesi: `Bir film Türkiye`de beş yüz yerde gösterilebiliyor. Klasik sinema salonları bu tekelleşmenin dışında kaldı. Sinemanın değişim, dönüşümüne ayak uyduramadılar. Sonuçta güç şartlar altında ezildiler. Yenilenmedikleri sürece ayakta kalmaları güç.` Beyoğlu`ndaki sinemaların bu kadar zor duruma düşmesinin özel bir nedeni de az seçenek sunması. Bir alışveriş merkezine gidildiğinde bile on film alternatifiyle karşılaşan izleyici Beyoğlu`nda ancak birkaç altarnatife sahip. Alışveriş merkezlerinde eğlence, yemek gibi imkânların sunulması da tercihlerde etkili tabii.

Burçak Evren`e göre esasında sinema salonları kapanmıyor, sadece mekân ve semt değiştiriyor. Son beş yılda açılan ve kapanan salonlara baktığımızda bunu görebiliyoruz. Oranlar Evren`in sözlerini doğruluyor. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü`nün rakamlarına göre 1991`de 341 olan sinema sayısının 2006`da ulaştığı rakam 1045. Günümüzde sinema salonu sayısı 1300`e dayandı. Rakamlara yansıyanlar aslında tarz-ı hayatımızın farklılaştığının bir göstergesi. Davranışlarımız, alışkanlıklarımız gibi semtler de artık değişti. Kentsel odakların dönüşmesi, iş ve eğlence mekânlarının daha merkezî bir noktaya taşınmasıyla, sinema salonlarının bu dairenin dışına itilmesi arasında pek fark yok. Beyoğlu Sineması sahibi Temel Kerimoğlu durumu şu cümleyle özetliyor: `Günümüz şartlarında süpermarketler nasıl bakkalları yendiyse, şimdi de alışveriş merkezleri bizi yeniyor. Büyük balık küçük olanı yiyor.`

BİLETLER ÇOK PAHALI

İzleyici cephesinden bakınca farklı serzenişler çıkıyor karşımıza. Onlara mikrofon uzattığımızda daha çok fiyatların yüksekliği sebebiyle sinemayı tercih etmediklerini işitiyoruz. Avrupa standartlarının dahi üzerinde ücretle film izliyor olmak seyirci için caydırıcı. Semt sinemalarının yavaş yavaş kapanmasıyla artık sinemaya ulaşmak da eskisi kadar kolay değil. Özellikle büyük şehirlerde, yol ve yemek masrafı da sinema ücretine dâhil edilerek programların yapılması gerekiyor ki bu her bütçenin kaldırabileceği bir rakam değil. Hele artık çok daha uygun fiyata film izleme imkânları varken.

Görsel platformun imkânlarının artmasına paralel sinemanın cazibesini yitirdiğinin delili bu veriler. Yetmişlere kadar sinema perdesi tekti ama o yıllarda televizyon dâhil oldu hayatımıza, ardından video geldi. Doksanlardan itibaren çok kanallı seçeneklere alıştık. 1996`dan sonra internetle tanıştık. 2000`lerden sonra diviks, korsan DVD, VCD vazgeçilmezler listemize girdi. Böylece sinema perdesine altı yedi farklı çerçeve eklenmiş oldu. `Bu çerçevelere sinema perdesi ne yapsın?` diyor sinema eleştirmeni İhsan Kabil. Esasında sinema da teknolojik açıdan yerinde saymıyor. IMAX, üç boyutlu sinema gibi farklı alternatifler sunuyor izleyicilere. Acaba bunlar ilerleyen dönemlerde izleyici nazarında perdeyi yeniden cazip kılar mı? Cevabı yine Kabil`den alıyoruz: `Her filme insanları bu şekilde çekemezsiniz.`

SEYİRCİ ÇABUK SIKILIYOR

Türk sineması üzerine araştırmalar yapan Giovanni Scognamillo`nun sözleri tüm değerlendirmeleri özetliyor: `Seyircinin profili çok değişti. Çok çabuk sıkılıyor, beklentileri farklı...` Her şey gibi artık üretilen filmler de çok çabuk tüketiliyor. İzleyici her daim farklı bir seçenek istiyor, daha fazlasını arıyor. Atlas Sineması Müdürü Cevdet Pişkin durumu şaşkınlıkla değerlendiriyor: `Eskiden Amerikan filmlerine rağbet vardı. Tom Cruise, Al Pacino, John Travolta denince kapılar pencereler kırılırdı. Artık o dönem bitti.` Cevdet Bey`le görüştüğümüz günün sabahı Trovolta`nın `Yalnız Kalpler` filminin gösteriminde sadece bir kişi varmış. Pişkin masraflardan yakınıyor: `Bir kişiye de oynatsak yüz kişi de gelse aynı masrafı yapıyoruz. Çok zarar ediyoruz.`. Bu yıl en çok izleyici toplayan Türk filmleri olmuş. Artık izleyicinin GORA, Recep İvedik gibi `eğlenceli` filmlere daha çok rağbet ettiğini söylüyor Atlas Sineması Müdürü. Kendi sinemalarının diğerlerine göre bu yılı daha az zararla kapatmasının sebebi de bu filme izleyicinin gösterdiği yoğun ilgi: `Recep İvedik olmasa biz zarardaydık. Para kazanmadık ama en azından bizi başa baş getiren o oldu.` Sadece Recep İvedik`in geçtiğimiz yıl kazandığı para ve topladığı seyirci sayısı ortalama otuz Türk filmine eş değer. Burçak Evren`e göre seyircinin azalma sebeplerinden biri de kitlelerin ilgisini çeken bu tarz filmlerin eskisi kadar çok yapılmaması.

Harry Potter, Indiana Jones, Batman, Görevimiz Tehlike gibi seriler bile artık eskisi kadar iş yapmıyor. Scognamillo, Hollywood`un aşırı teknolojik filmlerinin izleyiciyi sinemadan soğuttuğunu düşünüyor. Bu filmlere gençler haricinde pek kimse itibar etmiyor: `İzleyici öykü görmek istiyor ama onlar yok artık.` diyen Scognamillo ile benzer görüşte sinema eleştirmeni İhsan Kabil. O da sinemanın artık eski işlevini yitirdiğini, esbab-ı mucibesinin tartışmalı hâle geldiğini düşünüyor. Sinemanın bu krizi aşabilmesi için tek çare kendi doğasının özüne dönmesi Kabil`e göre: `En önemli çözüm sinemacıların aklı başında film üretmesi. İnsanların yabancılamadığı, sahicilik duygusu veren filmler çekilmeli. O hissi yakaladığı takdirde belki izleyici yeniden salonlara döner. Ama bilet fiyatları da düşmeli, halk sineması gerçekleşmeli.`

BEDAVA DA OLSA İZLEYİCİ GELMEZ!

Fiyatların düşürülmesi hususunda, görüştüğümüz herkes hemfikir. Lakin ne kadar etkili olacağı hususunda tereddütler var.`İnsanların sinemaya gitme alışkanlığı değişti. Artık böyle bir gereksinim hissetmiyorlar. Ben iddia ediyorum filmler on değil de beş lira olsa yine izleyici gitmez. Bedava da yapsanız fark etmez. Seyirci sayısı artar ama ne kadar? Eskiden neredeyse bir görevdi sinemaya gitmek; ama artık değil.` sözleri Burçak Evren`e ait. Sinema salonlarının işletmecilerine göre de fiyatların düşmesi tek çözüm değil. `Beş lira yapıyoruz filmleri, izleyici yine gelmiyor.` sözünü sık duyuyoruz. Bu fiyata ancak vizyondan kalkan filmleri gösteriyor sinema sahipleri. Öyleyse neden vizyondaki filmlerde de fiyatlar düşürülmüyor? `Fiyatları belirlemek bizim değil, filmcilerin elinde. Eski filmleri bile onlardan izinsiz oynatamayız.` diyor Atlas Sineması`ndan Cevdet Bey.

52 yıldır Emek Sineması`nda çalışan Hikmet Dikmen, şimdiye kadar çok krizler görmüş ama böylesine şahit olmamış. Emek Sineması da zor ayakta duruyor. Artık çalıştığı kurumla özdeşleşen Dikmen`e tarihî Emek Sineması`nın bu duruma düşmesi belli ki çok ağır geliyor: `Buradaki gibi bir salon Türkiye`de başka yerde yok.` diyor. Festivaller de olmasa çoktan kapısına kilit vurmak zorunda kalacakmış Emek Sineması. Şimdi bir sponsor ihtiyacındalar, aksi takdirde Emek`in ömrü pek uzun görünmüyor. Dikmen, film şirketlerinin acımasız tutumlarına da veryansın ediyor: `Tek salonumuz var bizim. Şirketler, şunlara da en fazla iki haftalık film verelim, demiyorlar.` Gişe hâsılatları geçmişe oranla çok düşmüş. 2008 Emek Sineması`nın tam krize girdiği yıl olmuş: `Seyirci sayısı o kadar azaldı ki. Dün beş seansta toplam elli kişi geldi. Bu yaz sezonunda en fazla 975 kişi almışızdır. 50-60 kişiye düştüğümüz haftalar oldu. Eskiden haftada en kötü ihtimalle 1000-2000 izleyicimiz olurdu.`

Genel itibariyle izleyici sayısının düştüğünü söylemek mümkün fakat yine de alışveriş merkezlerinde bu oranlar çok farklı. Cevahir Alışveriş Merkezi`nde bulunan Megaplex Sinemaları`nın müdürü Muhammed Özmen`den aldığımız rakamlar bunu ziyadesiyle ortaya koyuyor. Cevahir Alışveriş Merkezi`nde 11 sinema salonuyla hizmet veren Megaplex`in müdürü, izleyici sayılarının her yıl arttığını söylüyor. Açıldıkları ilk sene 2006`da 755 bin izleyici sayısı bir yıl sonra 780 bine yükselmiş. 2008`de toplam rakamın 820-830 bin civarında olacağı tahmin ediliyor. Emek Sineması`nın rakamları ile karşılaştırılınca durumun ciddiyeti de ortaya çıkıyor. Alışveriş merkezlerindeki sinemalar, doğası itibarıyla, daha çok popüler filmlerle izleyiciyi buluşturuyor. Özmen bunu şu cümlelerle ifade ediyor: `Seyirci eğlence ve rahatlık istiyor. Daha çok komik filmleri seviyor, vurdulu kırdılılara pek gelmiyor. Komedi ve aşk filmleri her zaman bizde daha çok iş yapar.`

AMERİKAN KÜLTÜRÜNE MECBUR BIRAKILIYORUZ

Kapanma tehdidi altındaki Beyoğlu Sineması, Avrupa Sinemalar Birliği`ne bağlı ve Megaplex`in aksine daha çok sanat sinemasına perdesinde yer veriyor. Uzakdoğu ve Avrupa`dan bağımsız sinema örneklerinin izlenebileceği nadir salonlardan biri. Bu filmleri tercih ettiği için izleyici sayısı oldukça az. Sinemanın sahibi Temel Kerimoğlu, sponsor bulmak üzere olduklarını söylüyor. Beyoğlu Sineması şimdilik kapanma tehlikesini atlatmış; fakat ne kadar yaşar belli değil: `Dünyanın her tarafında bizim gibi sinemalar devlet ve belediye tarafından desteklenir. Bizim ülkemizde destek yerine köstek var.` Bağımsız film gösteren sinemalar desteklenmediği takdirde ithalatçı firmaların Avrupa ve Uzakdoğu filmlerini ihraç etme ihtimali azalıyor; çünkü gösterecek salon bulmaları güçleşiyor. Bu durumda izleyici biraz daha Amerikan sinemasına, dolayısıyla da kültürüne maruz bırakılacak. `Devletin ve belediyelerin sinemaya sahip çıkması ve Amerikan kültürü karşısında kendi sanatını, sinemasını desteklemesi şart.` diyor Kerimoğlu. Avrupa`da da Türkiye`dekine benzer bir şekilde sinema salonları kapanıyor; fakat bazı salonlar sadece sanat filmlerini izleyici ile buluşturuyor. Bu sinemalar devlet desteğiyle ayakta duruyor. SİYAD (Sinema Yazarlar Derneği) Başkanı Murat Özer derneklerinin salonları sonuna kadar desteklediğine değiniyor. Ona göre salonların kapanmaması için korsanla `dürüst` bir savaş yürütmek elzem. Doğru kanallar kullanıldığı takdirde salonda film izleme keyfini izleyiciye yeniden hatırlatmak da mümkün.

Toplumsal değişimden her şey gibi sinema salonları da nasibini alıyor. Tüketim kültürü, bireyselleşme, alışkanlıkların değişmesi, teknolojik imkânların artması gibi sebepler nasıl filmlerin içeriğine yansıyorsa gösterildiği fiziksel mekânlara da etki ediyor. Sinema salonları kapanarak cep sinemalarının küçük perdesine hatta televizyon, bilgisayar ekranına sıkıştırılıyor. Özetle düş şatoları birer birer yıkılıyor...

BAĞIMSIZ SİNEMAYA NE OLACAK?

Tüketim kültürünün sembolleri alışveriş merkezlerine taşınan sinema salonlarında daha çok popüler filmler gösteriliyor. Sinema salonları kapandığı takdirde izleyici bağımsız filmlere nasıl ulaşır? Bu durum sinema sanatını nasıl etkiler? Film yapımcı ve yönetmenlerinin daha çok popüler sinemaya meyletmelerine sebep olur mu? Sinemada tek tipleşmeye gidilir mi? Canlandı dediğimiz Türk sineması bu durumdan etkilenir mi? Bu soruları yönelttiğimiz sinema eleştirmenlerinden ilginç cevaplar aldık.

Giovanni Scognamillo: Popüler filmler bile salonlarda iş yapmıyorken bağımsız sanat filmlerinin hiç şansı yok. Bu tarz filmleri izlemek için artık festivalleri beklememiz gerekecek. Doğrusu bağımsız yönetmenler nasıl devam eder hiç bilmiyorum. Bu tür filmlerin desteklenmesi için sadece bu örnekleri gösteren sinemalar olmalı. Aksi takdirde bağımsız sinema yaşamaz. Senede otuz kırk film çekmek ayrı, onu izleyiciye gösterebilmek ayrı. Gösteremediğin takdirde anlamı ne?

Burçak Evren: Ben salonların yaşadığı krizin sinemayı değiştirmeyeceğine inanıyorum. Bağımsız filmler tüm dünyada zaten festivallerle izleyiciyle buluşuyor. Türk sinemasına zaten kapanan salonların bir faydası yoktu. Mesela Emek Sineması`na bakın, bir yıl içinde kaç tane Türk filmi göstermiş? Zaten benim malımı satmıyor ki! Kapansa ne etkisi olacak?

İhsan Kabil: Bağımsız sinemacıların her zaman şansı var. Zaten ticari olanın peşinde koşmuyorlar, onların önü açık. DVD de farklı bir imkân sunuyor onlara. Salon bulamayan filmler bile DVD vasıtasıyla izleyiciyle buluşuyor.

Murat Özer: Sinemanın eğlence kanadı her zaman vardı, olacak da... Ancak bunu bir `denge` içinde sunmak gerekiyor. Son zamanlarda yalnızca popüler sinema ürünlerinin seyirciyle buluştuğu, alternatif sinemanınsa giderek yok olma emareleri gösterdiği bir gerçek. İşin ticarî boyutunu yadsımıyoruz, ama sinemanın temelde bir sanat dalı olduğu ve bu yolda ürünler vermenin kaçınılmazlığı da ortada. Bu anlamda Türkiye`de eksikliği hissedilen en önemli unsur Sinematek`tir diye düşünüyorum. İzleyicilere sinema sanatının yüceliğini hatırlatacak böylesi bir oluşum, bahsettiğimiz dengenin kurulması için de yararlı olacaktır kuşkusuz.

Bazı Türk filmlerinin salon bulamaması ya da birkaç salonla yetinmesi, onların ulaşabileceği kitleyi de sınırlıyor, etkilerini azaltıyor. Dünyanın şapka çıkardığı yönetmenlerimizin filmlerinin ülkemizde bilinmemesi sonucunu doğuruyor bu durum ve genç yönetmenlerin hevesini kırıyor.

                                                                                                                                       Alıntıdır..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın