28 Eylül 2013 Cumartesi

Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun ile Ropörtaj

Ödüller yönetmenin anlaşıldığını gösterir

Belgesel filmler çekerek sinemaya adım atan Mahmut Fazıl Coşkun, ilk filmiyle ödül alan yönetmenlerden. Ödüllere boğulan ilk filmi ‘Uzak İhtimal’den sonra çektiği ikinci uzun metrajı ‘Yozgat Blues’ ise Adana Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film seçildi. Festival sonrası Coşkun’la buluştuk, yönetmenlik macerasını, ödüllü filmini konuştuk.

Çocukken makaralardan kamera yapan, filmlerin büyüsüne kapılıp da yönetmenlik hayali kuran çocuklardan olmamış Mahmut Fazıl Coşkun. Ailesi de okusun, bir mesleği olsun diye bakmış. Mühendislik bölümünün birinci sınıfındayken kendini ifade etme ihtiyacı, onu sinemayla ilgilenmeye yöneltmiş. Yine de yönetmenlik aklından geçmemiş, sinemanın herhangi bir dalında ifade alanı bulmak onun için yeterli olacakmış. Önce belgesel filmler çekerek adım attığı beyazperde macerası, ona ilk uzun metrajı ‘Uzak İhtimal’le birçok ödül getirdi. İlk film, ilk ödül derken ardından ikinci filmi ‘Yozgat Blues’u çekti Coşkun. “Hiçbir zaman ödül beklentisine girmedim zaten jürinin neyi sevip sevmeyeceğini tahmin edemezsiniz” dese de, ‘Yozgat Blues’ ‘Adana Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film seçildi. Biz de ödüllü filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun’u aradık. Ofisinde buluştuk. Baştan söylemekte yarar var, Coşkun öyle çok fazla konuşmayı seven biri değil. Sorduğumuz sorulara kısa ve net cevaplar verdi. Zaten söyleşiye “İstemediğim sorulara cevap vermem” diyerek başladı. Söyleşinin ortalarında cevap vermek istemediği soruların hangileri olduğunu anlamış bulunduk. Çocukluğunu merak edip anlatmasını istediğimde gülerek “Psikolog sorusu gibi” dedi ve sorumu yanıtsız bıraktı. Köşe yazarı, televizyon programcısı abisi Ahmet Hakan’la ilişkisini sorduğumda ise “Evet, olabilir, yok öyle değil” gibi cevaplar verdi. Yanıtlamak istemediği diğer sorular ise babasıyla ilgili olanlardı. Söz konusu filmler olunca Coşkun, daha rahat cevap verdi ama dediğim gibi kısa ve netti. İşte söyleşiden sayfamıza kalanlar…

İkinci film, yine ödül... Bekliyor muydunuz?
Hiçbir zaman ödül beklentisine girmem. Çünkü jürinin neyi sevip neyi sevmeyeceğini tahmin edemezsiniz ki. Hâliyle ödül açıklandığında ilk duygum şaşkınlık ardından mutluluk oldu.

Bir sinemacı için ödüller ne ifade eder?
Ödül anlaşıldığınızı gösterir, bu da size mutluluk verir.

Filmin ticari başarısı mı, ödüller alması mı önemli sizin için?
Öncelikle filmi benim beğenmem ve içime sinmesi önemli. Ticari başarı ya da ödüller sonra düşünülmeli.

Yönetmen olmak istemenize sebep olan duygu neydi?
Çok fazla sinema izlemediğim, sinemayla fiziksel olarak temas etmediğim bir dönemdi. Mühendislik bölümünde, birinci sınıfta okurken kendimi ifade ihtiyacı duydum. Bunun yolu da sinemayla ilgilenmek olacaktı. Ama başta yönetmenlik düşünmemiştim.

UNUTAMADIĞIM FİLM YOK

Çocukluğunuzda izleyip de unutamadığınız filminiz var mı?
Unutamadığım bir film yok ama çocukluğumda ilk seyrettiğim filmi hatırlıyorum. 11 yaşındaydım, ‘Kutsal Hazine Avcıları’ydı. Şansa bakın ki bu filmde oynayan Kevork (Malikyan) Ağabey şimdi benim filmimde oynadı.

İzlemekten bıkmadığınız filmler var mı?
Dönem dönem ilgi duyduğum filmler ve yönetmenler farklılaşıyor. Bu ilgi bazen ruh hâline, bazen de yaşa göre değişiyor. Hayatım boyunca etkisinde kaldığımı film şudur diyemem.

Farklı türleri denemeye açık olan ve filmlerinin mutlu sonla bitmesini isteyen yönetmenlerden misiniz?
İnsan durağan bir varlık değil, değişiyor. Dolayısıyla bu değişim filmlere de yansıyacaktır. Ama bugünden geleceğe yönelik bir tahminde bulunmam zor. Bir kariyer planı yapıp da bundan sonra şunları yapacağım gibi bir durumum da yok. Filmlerim için de illaki mutlu ya da mutsuz bitmeli gibi bir düşüncem yok. Buna bir rezerv koymuyorum, koymam da zaten. Tabii ki mutlu insanların filmi olur ama karakterin bir macera yaşaması gerekir ve o macera da genellikle bir problem üzerinden olur. Dolayısıyla problem insanı mutlu da, mutsuz da edebilir. Doğal olarak başka bir duyguya soktuğu kesin. O macera mutlu mu, mutsuz mu biter, bu filme göre değişir.

Filmlerinizdeki karakterlerle nasıl bağ kuruyorsunuz, birini diğerinden daha çok kayırır mısınız mesela?
Yönetmenine göre değişir ama benim için böyle olmuyor. Özellikle biyografik belgeseller yaptığım dönemlerde bağ kurma duygusunu yaşamıştım. Doğal olarak insan belgeselini yaptığı kişiye karşı başka gözle bakabiliyor ve o mesafeyi koruyamayabiliyor. Ancak mesafeyi koruyamazsanız problemli bir film çıkabilir. Bu nedenle hep mesafe koymaya çalıştım.

Genel olarak sette tavrınız nasıldır, yönetmen setin hâkimidir gibi bir haliniz var mı?
Oyuncularla ilişki başka, sohbet ederiz. Kimiyle arkadaş olurum, kimiyle daha mesafeli bir ilişkim olur. Sonuç olarak onların da filmi hissetmesini sağlamaya çalışırım. Sette de otoriter bir tavrım yoktur. Gerçekten herkesi dinlerim ve son derece paylaşımcı bir set ortamı yaratmaya çalışırım. Eski tip Yeşilçam yönetmeni gibi davranmam.

Sizi sette en çok kızdıran ne olur? Kimi yönetmen kostümler konusunda kimi de sanat yönetimi konusunda hassastır mesela…
İki set deneyimim oldu ve ikisinin de ekonomik imkânları çok iyi değildi. Gerçi bu imkânsızlıklar insanın yaratıcılığını geliştiriyor. Dolayısıyla her aksiliğe hazır olurum. Bir sorun olursa da yeni çözümler üretirim. Kasıtlı bir iş yavaşlatma ya da bir sorun yoksa fazla mesele etmem.

Oyuncularınıza ne kadar ‘oyun’ oynama alanı bırakıyorsunuz?
Genel bir oyunculuk tarzı isterim ve bunu oturttuktan sonra serbest bırakırım. O tarzın içinde olmak kaydıyla bir serbestlik hoşuma gidiyor ve doğallığı önemsiyorum.

KİMSE ‘SİNEMACI OL’ DEMEDİ

Bir film insanın hayatını değiştirir mi ya da neyi değiştirme gücüne sahiptir?
Sinema bütün sanat dalları gibi insanı geliştirebilir, değiştirebilir. Ama bir film insanı birden bire değiştirmez. Daha fazla insan olmamızı sağlayabilir, daha fazla algımızı geliştirebilir.

Çoğu yönetmen dizi film yönetmenliği de yapıyor. Siz istiyor musunuz?
Dizi çekebileceğimi zannetmiyorum, o başka bir alan. Türk dizileri eski Yeşilçam’ın devamı aslında. Yeşilçam ölmüş değil, dizilerle devam ediyor.

Aileniz yönetmen olacağınızı bekliyor muydu?
Bunların konuşulduğu bir aile değildi bizimki, o yüzden bilemiyorum. Orta sınıf bir aileydik. Memur çocuğuyum. Bizde okumak çok önemliydi. Çocuklar okusun diye bakılırdı. Bunun dışında büyük beklentiler, büyük meslekler biçilmemişti. Ne olacağımız konusunda serbesttik. Kimse “Sinemacı ol, olma” demedi. Desteklediler.

KAYBEDENLER KAZANMAZ

Filminizi anlatır mısınız?
‘Yozgat Blues’ kaybeden, hayatı ıskalamış, geç kalmış bir adamın hikâyesini anlatıyor. Hüzünlü ve komik anların da olduğu bir taşra macerası. Karakteri kurarken Frankofon bir yapısı olsun istedim. Filmde Fransızca şarkı söylemesinin nedeni de bu. Hem Fransızca bir dönem öncesinin elitlerinin kullandığı bir dil olduğu için de gönderme yapmak istedim. Ayrıca Fransız şansonlarını severim.

Peki, filmin kaybeden karakteri sonunda kazanıyor mu?
Kaybedenler asla kazanmaz.

SİBEL ATEŞ YENGİN
sibel.ates@aksam.com.tr
Fotoğraf: UYGAR TAYLAN
kaynak: aksam.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın