20 Kasım 2011 Pazar

Türk sinemasının duayenleri manisa'da


Cüneyt arkın, hülya koçyiğit, filiz akın, bu sene 2.'si düzenlenen manisa altın üzüm kısa film festivali'ne katıldı.
Cüneyt arkın:.
Dünyayı kurtardım ama aslında kılıbığım.
Yeni nesil yönetmenler, bu toprakları, türk insanını iyi tanıyın.

- Türk sinemasının unutulmaz simaları Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın, Manisa Belediyesi tarafından bu yıl 2. düzenlenen Altın Üzüm Kısa Film Festivali galasına renk kattı. 4 ayrı dalda birinci gelen genç yönetmenlere ödüllerini Türk Sineması'nın ünlü duayenleri verdi.

Manisa Belediyesi tarafından bu yıl ikincini organize ettiği 'Altın Üzüm Kısa Film Festivali'nin galası Kültür Sitesi Lale Salonu'nda yapıldı. Festivale Türk Sineması'nın ünlü isimleri Cüneyt Arkın, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit ile birlikte Demet Evgar, Melih Ekener, Zafer Algöz de katıldı. Galaya ayrıca Manisa Valisi Halil İbrahim Daşöz, MHP'li Manisa Belediye Başkanı Cengiz Ergün'ün yanı sıra daire müdürleri, sivil toplum örgütleri ve davetliler katıldı. Konukları salon girişinde canlı heykeller

karşıladı. Manisalılar tarafından büyük ilgi gören ünlüler, bazı hayranlarının fotoğraf çektirme isteğini kırmadı.

Festival galasının açış konuşmasını yapan Manisa'nın MHP'li Belediye Başkanı Cengiz Ergün amaçlarının kültür ve sanat kenti Manisa'yı ortaya çıkarmak olduğunu ifade etti. Başkan Ergün, "Geçtiğimiz yıl ilkini yaptığımız Altın üzüm kısa film festivalinde kentimizi ünlü sanatçılarla buluşturup, ilimizi bir tiyatro kenti yapmaya söz verdik. Bu sözleri 1 yıl içinde tutmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Biz belediyeciliğin sadece kentin sorunları ile ilgilenmek olmadığını göstermek istiyoruz. Alışılmışın dışına

çıkarak Manisalılardan geleceğin yönetmenleri, aktörlerini yetiştirmenin imkanını vermek istiyoruz. Türk sinemasına onlarca ünlü kazandırmış kentimizin daha popüler hale gelmesi için imkanlarımızı seferber etmeye devam ediyoruz. Çünkü biz Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden gidiyoruz. Gençlerimize değer veriyoruz. Onlara konservatuar ve müzik stüdyoları açarak destek oluyoruz" diye konuştu.

Festivalde konuşan Manisa Valisi Halil İbrahim Daşöz, konuşmasının başında yaşamını yitiren Ömer Lütfi Akat'ı anarak başladı. Vali Daşöz, "Ülkemizde sinemanın tarihi 100 yılı geçti. Her birimizin hayatında beyaz perdenin önemi çok büyük. Hepimizin yaşamında büyük izler bıraktı. Manisa önemli bir sanayi ve tarım kenti. Bunu mutlaka kültürle, sanatla taçlandırmamız lazım. Bunun için her birimiz taşın altına eline koymalıyız. İlimizin sahip olduğu her türlü değeri tanımalıyız ve tanıtmalıyız. Her Manisalı

bu konuda bir elçi görevi üstlenmelidir" dedi.

Festivalin fikir babalarından biri olarak bilinen Manisalı ünlü Sanatçı Demet Evgar'da festivalde Manisa'nın bu tür festivalleri hak ettiğini söyledi. Manisa'da daha 10 yıl önce film izlenecek sinema salonlarının dahi olmadığını hatırlatan Evgar, "Bugün artık büyük bir festivalimiz var. Bundan dolayı çok mutluyum" dedi.

Festivalde jüri üyeliği yapan Demet Evgar, Lale Kabadayı, Faik Kerteli, Onur Çakalöz, Engin Kümüştekin, Tayfun Şengöz'e Manisa Belediye Başkanı Cengiz Ergün plaket verdi.

Konuşmaların ardından film müzikleri dinletisi sunuldu. Çağdaş yaylı grubunun sunduğu gösteri beğeni ile izlendi.

PLAKET VERİLDİ

Belediye Başkanı Cengiz Ergün festivalin onur konuğu olan Filiz Akın'a teşekkür plaketi verdi. Türk Sinemasının ünlü siması Filiz Akın yaptığı konuşmada, "Manisa kendine yakışanı yaptı. 250 sinemaya gönül vermiş genç bu film festivalinde buluştu. Ben bu festivalin uzun soluklu ve uluslar arası olmasını diliyorum" dedi.

Manisa İl Jandarma Komutanı Vural Erol'da ünlü Sanatçı Cüneyt Arkın'a plaket verdi. Arkın festivale katılan 250 adaya tavsiye konuşması yaparak, "Festivale olan ilgi beni çok mutlu etti. Benim gençlerden isteğim okumalarıdır. Okuduklarını perdeye aktarmaları ve Türk insanını tanımalarıdır. Dünyanın en büyük zenginliği bizim tarihimiz ve geçmişimiz. Dünyanın her tarafında bugün Türk ve Osmanlı izleri var. Filmlerinizi Türk insanı için ve halkın gerçekleri üzerine kurun" dedi. Yaptığı espriler ile dikkat

çeken Ünlü sinema sanatçısı Cüneyt Arkın, "Ben eşime bebeğim derim. İki dakika daha konuşabilirmiyim bebeğim. Dünyayı kurtardım. Ama kılıbığım. Bu kadar güzel eşe sahipsen kılıbık olursun'' şeklinde konuşarak katılımcıları güldürdü. Arkın, Belediye Başkanı Cengiz Ergün'e "Sinemaya en ufak bir katkısı olanın elini öperim. Bu festival uzun soluklu olsun. Bu festival oldukça bizde burada olacağız" dedi.

Ünlü sanatçı Hülya Koçyiğit'e ise plaketini Vali Halil İbrahim Daşöz verdi. Ünlü sanatçı Koçyiğit, "Türk insanı sanatı ve sanatçısını her zaman baş tacı yaptı. Ben sinemaya çok teşekkür ediyorum. O bizleri sizlerle buluşturdu. Manisa aklımda her zaman sanata yer açmış bir il olarak kalacak" dedi.

haberpro.com
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Mutfağın içinden finansal kriz...


'Oyunun Sonu' finansın bir Titanic'inde batışın arefesini anlatıyor, böylece Wall Street'in özeleştirisini Hollywood veriyor.

Wall Street’in göbeğindeki dev gökdelenin en tepesinden hafif sarkan ‘snop’ broker, o anda kendini aşağı bırakmasından korkan iki çömezine döner ve şöyle der: “Böyle bir yerde durduklarında insanların hissettikleri düşme korkusu değildir biliyor muydunuz? Atlayabilecek olmalarının korkusudur.”
J.C. Chandor’ın yazıp yönettiği ‘Oyunun Sonu’ (Margin Call) adlı filmin çarpıcı sahnelerinden birinde geçen bu diyalog en ‘yüksekteki’nin hırsındaki sınırsızlığı anlamak için hayli dikkat çekici. ‘Batmak için çok büyük’ denilen ‘sarsılmaz kaleler’ ile özdeşleştirilen devlerin elinde yetişmiş; sistemin bu ‘cici çocukları’ için, iflas bile herhangi bir yatırım kararı kadar bilinçli bir eylem çünkü.

Tıpkı 2008 yılında battığında kasasına (son hamlede) 22 milyon dolar koyduğu iddia edilen Lehman Brothers’ın CEO’su Richard Fuld’un yaptığı gibi. Chandor’ın filminde ise Jeremy Irons’ın canlandırdığı bir CEO ile tanışıyoruz. İsmi –her nedense- John Tuld… Vizyona önceki gün giren Oyunun Sonu filmi bahsi geçen ironik gönderme gibi pek çok verisiyle ekonomi dünyasında tartışılmayı hak eden bir film. Seyirciyi, kara bulutları halen dağılmayan 2008 finansal krizinin arifesine götüren filminde Chandor, finans kapitalin Titanic’lerinin birinde geçen 24 saati konu ediyor.

Çıplak açığa satış
Senaryo, ilgili bankanın sattığı yatırım araçlarında risk seviyesinin güvenlik bariyerini aştığının tespit edilmesinin ardından şirketin tüm kademeleriyle teyakkuza geçmesi üzerine kurulu. Film, Wall Street profillerinin hayata ve ‘iş’e bakışlarından sektördeki hiyerarşinin sertliğine kadar ‘mutfak içi’ni keskin bir gerçekçilik ekseninde sunuyor. İzleyiciyi baştan sona bir ‘finansal gerilim’in içine almayı başaran film; kriz sonrası yatırım bankacılığının en çok tartıştığı ‘çıplak açığa satış’ın (naked short selling) ne şekilde gerçekleştirildiğini de göstermiş oluyor. İflas açıklamasından 4 gün önce 11 Eylül 2008’de Lehman Brothers bu yöntem ile 32.8 milyon adet hisse senedi satmıştı. Olmayan hisse senetlerinin piyasaya satılması ve oluşan fiyat farkı ile elde edilen kâr olarak tanımlanacak ‘çıplak açığa satış’ Lehman skandalının ortaya çıkmasının ardından kritik şirketler için yasaklanmıştı.

Chandor’un filmi “Kriz senaryosuna bayılan Hollywood’un günah çıkarması” olarak algılanabilir belki ama Wall Street işgalinin konuşulduğu bu günlerde yüzde 1’in fütursuz kibri ile içeriden tanışmak için birebir. O sorgusuz ‘oyun’ların milyonları nasıl etkilediğini düşünerek elbette. ‘Oyunun Sonu’ndaki CEO John Tuld’un deyişiyle “Bir kere kendini suçlu hissetmeye başladın mı karşı koyamazsın”…

HOLLYWOOD KRİZİ

Inside job Son dönemin en iddialı ‘kriz filmi’. 2011 En İyi Belgesel Oscar’lı filmin yönetmeni Charles Ferguson.

Wall Street 2 Wall Street’teki borsacılara ve onların krizde yaşadıklarına mercek tutuyor. Yönetmen Oliver Stone.

Aklı Havada Kriz sonrası işten atılanların hikâyesinden esinlenen Oscar adayı film Jason Reitman imzalıydı.

The Company Men Krizle şirketleri ve aile yaşamları altüst olan üç iş arkadaşın öyküsü. Yönetmen John Wells.

Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi Michael Moore’un son belgeseli. Kriz sonrası işten çıkarmalar Moore’un üslubuyla.

Çöküş Belgeselde bizzat Michael Rupert’ın mortgage krizi ile doğrulanan öngörüleri üzerine kurulu. Yönetmen Cris Smith.

Too Big To Fail Ekonomik krize sebep olan olaylar, büyük firmalarda yaşananlar ve ABD hükümetinin çabaları anlatılıyor.

I.O.U.S.A. Türkiye’de gösterime girmeyen film ABD eksenli ülke borçlanmalarını konu ediniyor. Yönetmen Patrick Creadon.

ZİYA ÖZIŞIKArşivi
Radikal.com.tr
                                                                                                                                                Alıntıdır....

Süpertürk aile albümü gibi bir film!


'Süpertürk' filminin yönetmeni ve oyuncusu Tamer Karadağlı "Zeyno'ya anlattığım masal kahramanlarının filmini çektim. Aile albümü gibi bir iş oldu" dedi ve ekledi: Türk sinemasında çığır açacak ya da Oscar alacak bir film değil. Amacımız eğlendirmek!

Ünlü oyuncu Tamer Karadağlı'nın; hem yönettiği, hem de başrol oynadığı 'Süpertürk' adlı komedi filmi 17 Şubat'ta vizyona girecek. Bir kahramanın öyküsünü anlatan filmde; Karadağlı'nın eski eşi Arzu Balkan ile kızları Zeyno da rol alıyor. Balkan; filmde Karadağlı'nın oynadığı 'Ekber'in sevgilisi 'Zeynep'i canlandırıyor. Beş yaşındaki Zeyno ise, 'Zeynep' karakterinin çocukluğunu oynuyor. Boşanmalarına rağmen dost olarak kalmayı başaran Karadağlı ve Balkan'la; yeni projeleri 'Süpertürk'ü ve ilişkilerini konuştuk.

 'Süpertürk'ün hikayesini biraz anlatır mısınız?
TAMER KARADAĞLI: "Bir süper kahraman Türkiye'de nasıl yaşar?" sorusundan yola çıkarak yapılmış bir film bu! Canlandırdığım 'Ekber' karakteri; başka bir gezegende doğuyor ama sonra ailesi tarafından Türkiye'ye gönderiliyor. Hikaye de böyle başlıyor. Ailecek izlenebilecek bir film oldu. Neticede Türk sinemasında çığır açacak ya da Oscar beklediğimiz bir iş değil. Amacımız; insanları güldürmek.
torpil filan yok

 Arzu Hanım 'Zeynep' karakteri size nasıl teklif edildi?
ARZU BALKAN: Yapım şirketi önce Tamer'le konuşmuş ama o, ben istemem diye çok sıcak bakmamış. Sonra benden bir deneme çekimi istediler; ben de kabul ettim. Torpil falan yok, benden önce de 15 kişiyle görüşmüşler.

 Tamer Bey'in yönetmenliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.B.: Bu projede en çok bu durumdan çekinmiştim. Çünkü hem yönetmenlik yapacak, hem oynayacak. Ama tahminlerimden daha iyi oldu. Tamer'in setteki herkesle ilişkisi nasılsa, benimle de öyleydi. Sert çıkması gerekiyorsa, çıkıyordu. Ama Tamer; düşündüğümden daha sabırlı çıktı. Ben zaten onun gözüne çok inanıyorum, kendimi de ona teslim ettim. Bu arada çekimler sırasında babamı kaybettim. "İçim kan ağlayarak nasıl çekim yapacağım?" diyordum ama ekip bana çok destek oldu.

ONU GÖRÜNCE GÖZÜM DOLDU
 Filmde kızınız da rol alıyor. Zeyno'yu kamera karşısında görünce ne hissettiniz?
T.K.:Yönetmen koltuğundan ona bakarken gözlerim doldu. Üstelik çok da iyi iş çıkardı. Sete geldiğinde "Kameraya hiç bakma, kulağın bende olsun, ne söylersem yap" dedim. Bir-iki şey ezberlettim ve sorunsuz yaptı.

 'Süpertürk' Karadağlı ailesinin aile albümü gibi oldu sanırım...
T.K.: Aynen, aile albümü gibi oldu. Ben Zeyno'ya anlattığım masal kahramanlarının filmini çektim. Bundan daha mutlu edici ne olabilir ki? Zaten Zeyno'nun gözünde de ben de bir kahramanım.

 Boşanmış bir çift olarak dengeleri nasıl kuruyorsunuz? Hayatınızda başka birileri olursa, sorun olmaz mı?
T.K.: Arzu'nun bu dengeleri kurmadaki payı büyük! O ayrılığımızı silah olarak kullanmadı. Zeyno; anne ve babasının ayrı evlerde yaşadıklarını düşünüyor. İleride ne olacağını bilemem ama şimdilik böyle mutluyuz.
A.B.: Tamer'in hayatında biri olsa da sorun olmaz. Bu Tamer'in bileceği bir şey.

ÇOK BİLİYORSAN GEL SEN YÖNET!
 Tamer Bey ilk kez yönetmenlik yaptınız, nasıldı?
T.K.: Tüm ekibin sorumluluğunu üzerinize alıyorsunuz ama çok istediğim bir şeydi. Boyumuzun ölçüsünü alalım!
 Gelecek eleştirilere hazır mısınız?
T.K.: İsteyen,
istediğini söyleyebilir. Fantastik bir film bu; adam uçuyor zaten, ne kadar saçma olabilir ki? Benim gözümden böyle çıktı! Yönetmenliğime laf edenlere, "Çok biliyorsanız, gelin; siz çekin" diyeceğim.

ARZU AKILLI
 Mustafa Sandal 'sanat için sevişmeye' karşı olduğunu söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
A.B.: Çok gerekli olmadığı sürece bu tarz sahnelerin olmasından yana değilim.

 Arzu Hanım size böyle bir teklif gelse kabul eder misiniz?
A.B.: Beni ikna etmeleri gerekiyor. Çünkü bu kolay bir karar değil.
T.K.: Benim bir şey söylemem söz konusu değil. Arzu çok akıllı, ne yapması gerektiğini bilen birisi...

 Tamer Bey'in gözünde aklı başında bir kadın imajınız var. İçinizden hiç çılgınlık yapmak geçmez mi? A.B.: Ben yanlışlar da, çılgınlıklar da yaparım. Ama Tamer beni iyi tanıdığı için böyle söylüyor. Kendisi de iyi bir baba ve en güvendiğim insandır.

 Tamer Bey'in sevmediğiniz yanı yok mu?
A.B.: Sevmediğim şeylerini sildim kafamdan sanırım.

 Arzu Hanım'ın sevmediğiniz bir tarafı var mı?
T.K.: Çok söylenir, sürekli mırıldanır.

KADINLARA ARTIK DAHA SAYGILIYIM!
 Kızınız doğduktan sonra hayatınızda neler değişti?
A.B.: Açıkcası benim her şeyim değişti; çok daha sabırlı, çok daha koruyucu oldum. Etik değerlere; geleneklere ve göreneklere daha çok önem vermeye başladım. Kızımın zarar görmemesi için algılarım açıldı. Bambaşka biri oldum yani.
T.K.: Kızım olduktan sonra kadınlara bakış açım çok değişti. Daha anlayışlı ve daha saygılı olmayı öğrendim. Ben nasıl kızıma o kadar dikkatle yaklaşıyorsam, her kadın da, babasının Zeyno'su. Bu zamana kadar yaşadıklarımdan çok ders aldım, kızım için bir daha aynı tuzağa düşmem!

BENİ KİM SE YIKAMAZ
 Kızınız Zeyno geçmişte yaşanan olayları öğrenirse ve sizinle konuşmak isterse, ona ne söylersiniz?
A.B.: Çocuklar interaktif bir ortamda büyüyorlar. Google'a girdiği zaman, her şey ortaya çıkıyor. Soruları olursa, elbette açıklama yaparım. Ona hayatın inişlerden ve çıkışlardan ibaret olduğunu anlatırım. Ben o dönem, kızımın üzerinden söylenen cümlelere kırıldım. Ama bugünkü bakış açımı da o günlerde yaşadıklarımla kazandım.

 Yaşanan her şeyde bir hayır vardır yani?
Aynen öyle; o dönem yaşanan olaylar beni o kadar olgunlaştırdı ki... Şu anda kimseye kırgınlığım yok, hırsım yok. Yaşandı ve bitti! Artık önüme bakmak istiyorum. Bu saatten sonra da kimse beni yıkamaz...

TAMER ÇOK ÇABA GÖSTERDİ!
 Geçmişte sıkıntılı günler yaşadınız, nasıl atlattınız?
A.B.: Çocuğum sağlıklı olduğu için, dostlarım olduğu için şükrettim. Kış varsa, yaz da var. Zamanla insan her şeyin üstesinden geliyor.

 Tamer Bey'i nasıl affettiniz peki?
A.B.: Tek taraflı değil bu! Tamer'den bu çabayı görmeseydim, üstesinden gelemezdik. Boşandıktan sonra kızından elini, eteğini çekmedi. Biz birlikte sinemaya gidiyoruz, yemek yiyoruz, dertleşiyoruz

BAŞAK ÇOKAN
sabah.com
                                                                                                                                           Alıntıdır....

Animasyon filmler, Pera Müzesi'ni mekan tutuyor


  22-27 Kasım arasında Pera Müzesi'nde düzenlenecek 7. İstanbul Animasyon Festivali'nde dünyanın birçok festivalinde ödül almış filmler seyirciyle buluşacak.

Bunlar arasında Kamil Polak'ın son filmi Annecy Animasyon Festivali'nde en iyi animasyon ödülünü alan The Lost Town of Switez de var. Bafta ve Cannes'da boy gösteren Quay Kardeşler'in son filmi Maska da festivalin Edebi Uyarlamalar bölümünde yer alıyor. Berlinale'den ödülle dönen 'Get Real', Herşey Değişir bölümünde.

Arjantinli yönetmen Juan Pablo Zaramella ise iki filmiyle festivale katılıyor. Dünya prömiyerini Berlinale'de yapan Heavy Heads ve yine festivallerin gözdesi 'Paths of Hate' yarışma dahilinde gösterilecek 215 filmden sadece birkaçı. Filmlerin 24 başlık altında toplandığı festivalde Türkiye'den 28 kısa film de en iyi Türk kısa animasyon filmi olmak için yarışacak. Festivalde uzun metraj filmlerin biletleri 10, indirimli ve kısa metraj biletleri ise 5 TL'den Pera Müzesi'nde satışa sunulacak.

 (www.iafistanbul.com) KÜLTÜR-SANAT
zaman.com
                                                                                                                                            Alıntıdır.....

YARATICI ve KÜLTÜREL ENDÜSTRİLER


POSTA GAZETESİ 1 EKİM 2011
Bir kentin ekonomik canlılığının en önemli göstergelerinden birisi kültürel ve yaratıcı endüstrilerdeki hareketliliktir.

Kültür, medya, spor, bireysel bilgi ve beceriye dayanan “yaratıcı sektörler“ kapsamına giren başlıca alanlar şunlardır. Reklamcılık, film, video, mimari, müzik, sanat ve antika ürünleri, gösteri sanatları, el sanatları, yayıncılık, yazılım, bilgisayar ve video oyunları, görsel ve grafik tasarım, TV ve radyo, moda tasarımı, internet, festivaller, müze ve kütüphaneler, müzik eserleri üretimi.

Maalesef İstanbul bu konuda adeta tekelci konumuyla kültürel ve yaratıcı ekonomilerin merkezi konumundadır. Diğer kentlerimiz bu alanda gerek insan gücü, gerekse yeterli düzeyde endüstrinin oluşmaması sonucunda geri planda kalmaktadır ve yetişen nitelikli insan gücü zaman işinde tek çözümü yaratıcı endüstrilerin olduğu kentlere göçmekte bulmaktadır.

Adana da tüm eksiklerimize rağmen iki önemli kültürel etkinliği yaşadık. Bunlardan birincisi 18.Altın Koza Film Festivali, diğeri ise kentin yeni bir müzeye kavuşması oldu.

Müzik ve tiyatro, sinema organizasyonları, festivaller yine kentlerin imajına önemli katkıda bulunmaktadır. Prag müzik festivalleri, kukla tiyatrosu ve pandomim gösterileriyle pek çok insanın hafızasında yer bulmuştur. Fransa’nın Cannes, Almanya’nın Berlin kenti film festivali ile her yıl dünyanın ilgi odağı olmaktadır. 145 bin nüfuslu Salzburg Ocak ayında Mozart Festivali , ilkbaharda “Pak Festivali” ve “Barok Festivali”, Ağustosta Salzburg Festivali ve Caz Festivali düzenleyerek her yıl milyonlarca insanı misafir etmektedir.

Henüz Adana olarak kent kaynakları ile konuk ettiğimiz kişiler dışında önemli turizm potansiyeli yaratamasa da 1969 yılından beri afet, ekonomik kriz ve darbeler nedeniyle dönem dönem ara verilerek de olsa 18′incisi gerçekleştirildi. Altın Koza Uluslararası Film Festivalinde yaklaşık 100 bin izleyici 9 sinema salonunda filmlerle buluştu. 720 gösterimle, 238 filmi Adanalılar ücretsiz olarak izledi. Gözlerimiz hep, nostaljik Adana yazlık sinemaların aradı. Bu festival eğer kente mal edilmek isteniyorsa mutlaka mahallelere, semtlere girmelidir ve halkla kucaklaşmalıdır. Bunun en pratik ve kolay yolu önümüzdeki yıllarda Adana’nın eski bir geleneğinin canlandırarak, çok sayıda yazlık sinema tekrar kentin hizmetine kazandırılmasıdır. Bu uygulama Festivale başka bir hava katabilir. Bunun yanında da kalıcı ekonomik değerler yaratır.

Altın Koza Film festivalinin alışılmış alanlar dışına taşmasının yanı sıra çevre il ve ilçelerden, yerli ve yabancı turistleri kente çeken bir formata dönüştürülebilmesi ekonomik açıdan katkıları artıracaktır. Adana Türk sinema endüstrisinin önemli merkezlerinden bir olabilir. Bu anlamda yapacağı yatırımlar, gelecekte kuracağı “Çukurova Film Platosu” ile, gerek uzun soluklu dizilere, gerekse sinema’ya ekonomik çözümler sağlayacak ve kent ekonomisine ciddi katkılar yapabilecektir. Bugün Türk dizileri için Ortadoğu ciddi Pazar halini almıştır. Yarın bu ülkelerin kendi üretimlerinin sayısını ve kalitesini artırdıklarında böyle bir plato uluslar arası bir nitelik kazanabilir.

Altın Koza faaliyetleriyle eş anlı olarak Adana’da düzenlenebilecek bir Kültür, Sanat ve Sinema Fuarı aynı zamanda bu sektörde ekonomik faaliyetlerin kalbinin Adana’da atmasına neden olacaktır. Yurt içi ve Yurt dışından sektörün tüm aktörlerini bir araya getirebilecektir.
Paris için aşıklar kenti, Milano için Moda kenti, Stockholm için masal kenti, Bordeaux için Şarap kenti gibi sıfatlar kullanılır yıllarca pamuk nedeniyle “Beyaz Altın’ın kenti olan Adana neden kültür sanat ve “Beyaz Perde”nin kenti olmasın?

Sevindirici İkinci konu Türk sinemasında seçkin yeri Adana ve Adanalı sanatçıların artık bir müzesi olmasıydı. Adana BŞB’ tarafından tarihi bir konağın restore edilmesiyle oluşturulan Adana Sinema Müzesinde” en seçkin yer Yılmaz Güney’e ayrılmış durumda. Müzeler o toplumun hafızalarını tazeleyen ve kültürel mirasları nesiller arası aktaran mekanlardır. Müze fakiri kentimize böyle bir eserin kazandırılması umut ediyorum ki diğer alanlarda da bu tür atılımların yapılmasını teşvik edecektir. Adana Sanayi Müzesi, Adana Göç Müzesi, Adana Geleneksel Tarım Yaşamı Müzesi, Adana Bilim Müzesi, Adana Edebiyat Müzesi, Spor Müzesi, gibi onlarca müzenin varlığı kente ayrı bir boyut kazandıracaktır.

Bazen ise kentte yaşamış veya yetişmiş ünlü sanat, spor, bilim, edebiyat insanları o kentin imajına katkıda bulunurlar. Barselona’nın Picasso ve Salvador Dali ile anılması, Hemingway’ın Havana’da 22 yılını geçirdiği mekanlar, Moskova’da Gorki, Prag’da Kafka kent imajına katkıda bulunan kişiliklerdir. Adana kültür ve sanat alanında yetiştirdiği tüm değerleri kente katkı koyacak şekilde müzelerle, kütüphanelerle, etkinliklerle değerlendirmelidir.

Pek çok ilimizde yerel yöneticilerimizin kulağa hoş gelen “ Dünya Kenti” olma iddiası çoğu kez sözde kalan ve inandırıcı olmaktan uzak bir söylemden öteye geçemiyor. Tarihi ve kültürel mirasların varlığı tek başına bir kenti dünya kenti yapmaya yetmiyor. Sanatçıları, sporcuları, yazarları, çizerleri, fotoğrafçıları, gazetecileri, sinemacıları, tarihçileri, bilim adamlarını, mimarları, koleksiyoncuları, işadamlarını dünyanın her yanından o kente getirecek cazibe merkezlerinin yaratılması gerekiyor. Bunun en etkili yolu kültür, sanat ve spor’dan geçmektedir.

Bu anlamda kentlerimizin sıkça bahsettiği “ Marka Şehir” , “Dünya Kenti” gibi söylemleri gerçek kılabilmek için uzun vadeli ve sürdürülebilir bir plan, program etrafında çalışmak gerekmektedir. Bu ideale uygun çalışmaları görmek ve kentlerimizin bu konuda yarış halinde olmaları hepimizi mutlu edecektir.

ismail güneş.com
                                                                                                                                         Alıntıdır.....

Yabancı Dizi Hayranlığı


Malumunuz ülkemizde bir yabancı dizi hayranlığı var. Hele bu diziler amerika kaynaklıysa dizide ne işlendiğine bakılmadan hemen bir fan kitlesi oluveriyor. İnsanlar o dizilerdeki karakterlere hayran olmayı bırakın aşık oluyor. Sadece erkekler için değil kadınlar içinde bu durum söz konusu. Sorum şu niçin bu hayranlık?

Tutup da sırf Türk dizisi diye ahlâksızlığın tavan yaptığı, ünlü romancılarımızın ruhuna ve emeğine saygısızlık olarak gördüğüm yapımları izleyeceğime, Lost'u izlerim daha iyi (ki türkçe dublajlısını bu aralar izliyorum).Zaten bu aralar Geniş Aile harici Türk dizisi izlemiyorum desem yalan olmaz.Örneğin bizde gençlik dizisi denen saçmalıklarda nedense kızın biri mutlaka evlilik dışı hamile kalır.Daha bunun gibi toplumumuzun değerlerini hiçe sayan bir sürü kokuşmuşluk dizilerde sürekli kısır döngü haline getiriliyor.
Ama Amerikan dizilerinde gerçekten ortaya çıkan bir yaratıcılık var, bir sürükleyicilik, bir aksiyon var, sırf dizi çekmek için çekilmedikleri gerçekten belli.
Bu işe milliyetçilik duygularını karıştırmak, yabancı hayranlığı gibi ilgisiz tanımlamalar kullanmak oldukça abest.
Bu kısır döngüden kurtulup elle tutulur, kaliteli yapımlar yapılsın, biz de alkışlayalım, değil mi?

Yabancı ya da abd dizileri izleniyor diye eleştiren arkadaşlar acaba oturup bir kaç bölüm izlemeyi denediler mi merak ediyorum. Ama şu da var ki, izlemeyi deneseler bile beğenmeyebilirler çünkü artık algıları sadece 3 saat süren beyin uyuşturucu dizilere açık. İNsanlar artık onlarca kanala rağmen izleyecek birşey bulamadıkları, her kanalda aynı düşük seviye diziler olduğu için kendilerini abd dizilerine verdi. tvde haberleri, bazen ntvyi, habertürkü ve discovery kanallarını izliyorum. okanbayülgeni ve çok güzel hareketler bunları izlerim.

İnsanları abd dizilerine iten en önemli etken bu ülkedeki diziler bir film kalitesinde yapımlar ve son yıllarda holuvud  oyuncuları dahi dizilerinde yer alıyorlar.
Beni çeken ise, arkası yarın dizilerinde işkence çekirmemeleri, kısa olmaları (aksiyonlar 40-50dk, sitcomlar 20-25dk). Zaman öldürücü değiller yani.

Ben lostu nedense izleyemedim birbirinin devamı olan bir türlü bitmeyen türk dizilerinden bıktığım için olsa gerek. Ama gel gör ki bir MENTALIST var çok orjinal ve güzel bir dizi. BIG BANG THEORY de içi boş olmayan dizilerden. TNT de HOUSE var çok gerçekçi ve akılcı...

wowturkey.com
                                                                                                                                          Alıntıdır....

Kadınlar ve erkekler neyi izliyor?

(IHA) - RTÜK'ün hazırladığı kamuoyu araştırmaları, evlilerin dini programları daha çok izlediğini, bekarların ise gözdesinin talk show programları olduğunu ortaya koydu. 
Aynı araştırmaya göre, Akdeniz Bölgesi açık oturum ve benzeri programları izliyor, Güneydoğu Anadolu Bölgesi dini programlarda daha çok televizyon başında kalıyor.

Araştırmada kadınlar yerli dizi meraklısı, erkekler belgesel. RTÜK'ün son yaptığı kamuoyu yoklamalarına göre haber programları yüzde 74,8'le ilk sırada. Bunu yüzde 56,8 ile yerli diziler, yüzde 42,2 ile talk showlar, yüzde 40,8 ile belgeseller, yüzde 40,8 ile yabancı sinemalar, yüzde 40,5 ile dini programlar izliyor. Çocuk programları yüzde 11,2, kadın programları yüzde 10,8, evlilik yarışmaları ise yüzde 6,8 ile son sıralarda yer alıyor.

Açık oturum ve tartışma programları, belgeseller, ekonomi programları, kültür-sanat, magazin, evlilik yarışmaları, Türk filmleri, yarışma ve çocuk programlarıyla müzik programlarını en çok Akdeniz Bölgesi'nde yaşayanlar izliyor. Güneydoğu Anadolu'da ise izleme düzeyi en yüksek programlar dini programlar. Egelilerin favori programları ise Türk sanat müziği, yabancı müzik, yabancı sinema, yerli dizi ve haber programları. Doğu Anadolu Bölgesi'nde en çok izlenen programlar ise 'sır'lı programlar. Karadeniz Bölgesi'nde ise en çok izlenen programlar spor ve kadın programları olurken, Marmara bölgesi en çok yabancı dizi izliyor.

Araştırmaya göre yerli diziler, kadın programları, eğlence-güldürü-talk show, magazin, Türk pop müziği, sır, evlilik yarışmaları, müzik programları ve Türk filmlerini kadınlar erkeklere oranla daha çok izliyor. Erkeklerin favori televizyon programları ise yabancı sinemalar, haberler, ekonomi programları, belgeseller, açık oturum ve tartışmalar. Yaş ilerledikçe televizyon programlarındaki seçicilik değişiyor.

Buna göre açık oturum ve tartışma, dini, ekonomi, haber, Türk halk müziği, Türk sanat müziği ve kadın programları yaş ilerledikçe izleme oranı artan programlar. Yaş ilerledikçe eğlence-güldürü-talk show, magazin, spor, Türk pop müziği, yabancı diziler, yabancı müzik, yabancı sinema, çocuk programları ve müzik programlarının izleme oranı düşüyor. Evliler dini, haber, Türk halk müziği, Türk sanat müziği, sır ve kadın programları ile ekonomi programlarını daha çok izliyor. Bekarların favorisi ise yabancı diziler, spor programları, magazin, yabancı sinemalar, eğlence-güldürü-talk-show, Türk pop müziği ve müzik programları.

MEMURLAR KÜLTÜR-SANAT MERAKLISI 
Memurlar en çok açık oturum ve tartışma programlarıyla kültür sanat programlarını izliyorlar. Buna karşılık belgeseller, yabancı diziler profesyonellerce izleniyor. Dini programlar ve evlilik yarışmaları en çok ev hanımlarınca, ekonomi programları, Türk halk müziği ve Türk sanat müziği programları en çok emeklilik, eğlence-güldürü-talk show, haber programları, Türk filmleri, yabancı sinema ve yerli diziler en çok orta ve üst düzey yönetici ile şirket sahipleri ve ortağı olanlarca izleniyor. Sır programları ve yarışma programları en çok çiftçi ve balıkçılar tarafından, magazin, Türk pop müziği, yabancı müzik ve müzik programları öğrenciler, spor programları ise en çok esnaf ve sanatkarlarca izleniyor.

Televizyonlarda en çok yayınlanması istenen program türleri ise şöyle: Haber programları yüzde 34,8, yerli diziler yüzde 32,9, müzik eğlence programları yüzde 31,1, açık oturum ve tartışma programları yüzde 27,1, yabancı sinemalar yüzde 25,7, dini programlar yüzde 25,5, yarışma programları yüzde 25,1, Türk filmleri yüzde 23,2, spor programları yüzde 17,9, yardım programları yüzde 12, magazin programları yüzde 11,5, eğitici programlar yüzde 6,9, çizgi filmler yüzde 6,7, beldeleri tanıtmaya yönelik programlar yüzde 4,9, aktüalite programları yüzde 1,2, anadilde yayın yapan programlar yüzde 0,4, kadın programları yüzde 0,4, kültür sanat programları yüzde 0,3 ve yabancı diziler yüzde 0,1.

RTÜK'ün kendi yaptığı araştırmada en çarpıcı bilgi ise RTÜK'ün adının duyulup duyulmamasıyla ilgili. Yapılan araştırmaya göre RTÜK'ün adını duymayanların oranı yüzde 81,4. RTÜK'ün adını duyanların en çok olduğu bölge yüzde 90.3 ile Ege bölgesi. En az olduğu bölge ise yüzde 61,3 ile Doğu Anadolu Bölgesi. RTÜK'ün radyo ve televizyonları denetlediğini bilenlerin oranı yüzde 53,1, bugüne kadar 'Alo RTÜK 178' hattını kullananların oranı ise yüzde 2,9.

                                                                                                                                          Alıntıdır....

Türk sinemaları dini ve halkın değerlerini hep küçümsedi


Türk dizilerinin Amerikan filmlerinin kötü taklit üretimlerini şimdi Türkiye'nin arka bahçesi olan Arap ülkelerine pazarlandığını hatırlatan Güven..
Sinema Eleştirmeni Ali Murat Güven, Türk sinemasında sadece dini öğelerin değil, halkın değerleri olarak sahiplendiği her şeyin küçümsendiğini, alay konusu yapıldığını söyledi. Güven, bazı kanallarda hâlâ yayında olan dizilerin de aile içi sapkın ilişkileri özendirdiğini dile getirdi.

Sakarya Gönüllü Eğitimciler Derneği Feta Girişimi ve Sakarya Büyükşehir Belediyesi'nin Adapazarı Kültür Merkezi'nde düzenlediği "Sinema ve Televizyonda Edep ve Erdem- Sinemanın Değeri ve Değerlerin Sineması" konulu konferansta konuşan Sinema Eleştirmeni- Yazar Ali Murat Güven, Türk sinemasının yerli bir duruşla kendini ifade edemediğini belirtti.

Anadolu kültürünün değerlerinin sinemada sürekli hor görüldüğünü, eleştiri nesnesi haline getirildiğini ifade eden Güven şunları kaydetti: "Örneğin uzun yıllar filmlerde imam, din ve cemaat olgusu sinemada kullanılmamıştır. Kullanıldığı zamanlarda ise imam; pejmürde, kirli, mahalle kadınlarını ayartan, kişiliksiz bir tipleme olarak gösterilmiştir. Sadece dini öğelerde değil halkın değerleri olarak sahiplendiği her şey küçümsenmiştir. Bunun en büyük sebebi sinema ve televizyonlarda senaryo yazarları ve yönetmenlerin sahip olduğu ideoloji ve düşünüş olarak bu toprakların gerçekliğine yabancı oluşlarıdır. Sinema ve dizi endüstrisinde belli bir çevrenin egemenliğinde gerçekleşmektedir. Batı sineması emperyalist bir güdülenme içerisindedir. Türk sinemasında da Anadolu'ya karşı aynı yabancılık ve öfke bulunmaktadır. Türk kültür hayatı işgal altındadır."

Hollywood kültürünün pazarladığı filmleri izleyip, bu kültürü insanların hayatına taşıdığını dile getiren Güven, sinemanın insan için olması gerekirken, 'insan sinema içindir' anlayışıyla pazarlama kültürüne dayalı bir anlayış oluştuğunu vurguladı.

Sinema endüstrisinin Amerika'nın pazarlama- ticaret kalemleri içinde 5. sırada olduğunun altını çizen Güven şöyle devam etti:

"Bir anda dünya ülkelerinde gösterime sunulan filmlerle hem hâkimiyet hem de ekonomik getiri düzeyi çok yüksek gelir oluşmaktadır. Türklerin modernleşme sürecinde ıskaladıkları çok önemli iki süreç olmuştur. Önce matbaa, sonrasında ise sinema. Sinema, Türk halkı tarafından meslek ve sanat olarak önemsenmemektedir. Ancak izleme oranı olarak bakıldığında çok yüksek düzeyde olması ise büyük bir çelişkidir. Türkiye'de son 3 kuşağı Hollywood yetiştirdi. Hollywood kültürü insanların yemek zevklerinden, giyimlerine, konuşmalarından insan ilişkilerine, dini algılarından siyasal duruşlarına kadar çok etkili olmaktadır. "Geceyarısı Ekspresi" ile Türkiye üzerinde oluşturulan algının izleri halen silinmemiştir. Halen Hollywood kültüründe Türk ve Türkiye algısı hiçbir yerde olumlu bir izlenim yerine hırsız, üçkâğıtçı, güvenilmez bir tipleme ile verilmektedir. "

"AŞK-I MEMNU GİBİ DİZİLERLE AİLE İÇİ SAPKINLIKLAR ÖZENDİRİLİYOR"

Tük televizyonlarında yayınlanan dizilerin Türk kültür ve geleneğini dinamitlediğini ifade eden Güven, "Aşk-ı Memnu" gibi filmlerin pornografik yapım olarak akşamları televizyonlarda gösterildiğini ve ailece izlendiğini dile getirdi.

Güven, " Veya "Yemekteyiz" programında dedikodu kültürüyle, en önemli değerlerimizden olan misafirperverlik duygusu alt üst edilmektedir. Dizilerin belli bir çevre ve senaryo yazarı endüstrisi oluşturduğunu bunları yazan ve yönetenlerin bu kültürden uzak bir yaşam tarzı içinde bulunmaktadır. Son zamanlarda aşk ve sadakat duyguları noktasında aile içi sapkın ilişkiler özendirilmektedir. Türk romanlarından dizilere aktarılanların roman ile ilişkisi bulunmamakta özünden koparılarak başka mecralara kaydırılarak yayımlanmaktadır." şeklinde konuştu.

Muhafazakâr camianın sadece nasihat edici diyaloglarla dolu dizi ve film çekmeyi yeterli görmek aldanışlığından kurtulması gerektiğini anlatan Güven, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bunların hiçbir sinemasal değeri yoktur. Örneğin iyilik duygusu sadece kuru diyaloglarla değil estetik açıdan farklı unsurlarla yansıtılmalıdır. Muhafazakâr kesimde film ve dizi oluşturabilecek alt yapı bulunmamaktadır. Değer verilmeyen bu sanatsal ticari alana, ne bir adam yetiştirilmekte ne de altyapı hazırlanmaktadır. Sadece tüketimsel olarak yaklaşılmakta ancak bu değişimin nesiller üzerindeki etkisi geç de olsa alternatif olacak düze gelmemiştir.

'Rüya Sineması', 'Beyaz Sinema' ve 'Milli Sinema' olarak adlandırılan sinema akımları başlangıç için önemlidir ancak bu tarz anlayışla Hollywood kültürüyle rekabet etmek imkânsızdır. Ses, ışık, görüntü, senaryo olarak her şeyiyle mükemmel bir yapmayı arzu etmelidir. Bir taraftan sinema ve filmleri basit, etkisiz, gereksiz görmekte diğer andan ise bu süreçteki etkilerden kendini alıkonamamaktadır. Türkiye'de sinema olgusu başta olmak üzere alternatif bir dil oluşturulmazsa Türk gençliği gelecekte tanınmayacak hale gelecektir."

"AMERİKAN FİLMLERİNİN KÖTÜ TAKLİTLERİ OLAN TÜRK DİZİLERİ ARAPLARA PAZARLANIYOR"

Türk dizilerinin Amerikan filmlerinin kötü taklit üretimlerini şimdi Türkiye'nin arka bahçesi olan Arap ülkelerine pazarlandığını hatırlatan Güven, "Tarihsel ağabeylik konumunda olduğu Türkî cumhuriyetler ve Arap ülkelerine yönelik yeni bir kültür emperyalizmi başlatmış bulunmaktadır. Türkiye'nin böylesi bir kültür emperyalizmi içinde bulunması çok üzücüdür. Sinemada ahlakçı bir dile çok büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Sinema eleştirmenleri ne yazık ki bu noktada daha çok filmlerin satış mümessili olmaktan öteye geçmemektedirler. Türkiye'de sol kesim ile muhafazakâr kesim birbirine sağır haldedir. Kendi kültür evreninde büyük gönüller orta koyabilecek kafalara ihtiyaç vardır. Sadece mesleki olarak sayısal bilimlerde, mühendislikte insan olmamalı, sinema başta olmak üzere sanatsal alanlarda insanlar yetiştirmeliyiz. Çağdaş sinemanın dili anlamlıdır. Görüntü diliyle büyük ifadeler yakalanabilir."diye konuştu.

Çağın en büyük nükleer bombası haline gelen sinemadan başka kitleleri etkileyen daha etkili bir araç üretilemediğini belirten Güven, sinemanın kanlının, şiddet kültürünün ifadesi konumuna geldiğini sözlerine ekledi.

CİHAN
nebeonline.con
                                                                                                                                              Alıntıdır....

Türk Sineması’nın Yeni Yüzü Demet EVGAR ile Röportaj




Türk sinemasının son parlak keşiflerinden biri olan Demet Evgar, İstanbul Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldu. Sinemaya geçişinden önce reklam filmleri ile televizyon dizilerinde rol aldı. Mustafa Altıoklar’ın onu fark edişiyle sinemaya geçti ve Banyo filminde başrol oynadı. Film gişe olarak çok büyük bir başarı yakalayamamış olsa da Demet Evgar, isminden sıkça söz ettirmeye başladı. Türk sineması’nda polisiye-gerilim türüyle öne çıkmış olan Beyza’nın Kadınları’ndaki başrolü bütün gözlerin ona çevrilmesine sebep oldu. Demet Evgar işine âşık, çok disiplinli ve yaratıcı. Demet Evgar, Eylül ayında ekranlarda yer almaya başlayan Erkekler Ağlamaz’da başarılı bir performans sergiliyor ve her hafta evlerimize konuk oluyor.


Demet Evgar’ı nasıl anlatırsın?

İyi bilirdik. Ne diyeyim. Daha ölmedim. Öldükten sonra onu başkalarına sormak lazım. [Gülüyor.] Elimsen geldiğince yaptığım işlerle bir kısmını anlatmaya çalışıyorum.

Oyunculuk kariyerine nasıl başladın? Seni oyunculuğa yönlendiren biri oldu mu?

Akşam tiyatrosunda Manisa’da sahneye çıktım. İçimdeki şeyi keşfetmem çok zor değildi öyle bir aileyle. Kendiliğinden oldu işte. 10 yıl oluyor daha.

Tiyatro kökenli olduğunu biliyoruz. Yakın dönem içinde çalışmaların var mı? Biraz bahseder misin?

2 Kasım’dan sonra Gece Mevsimi’ne devam edeceğiz, Kenterler’de. Gece Mevsimi’nde üç kız kardeşin en büyüğü Judith’i oynuyorum. Annemizin bizi 10 yıl öncesinde terk edişinden sonra evin annesi gibi oluyorum. Bir de sürekli kızının adını sayıklayan anneannemiz var. Aralık’ta da Anna Karenina başlıyor. Şimdi onun provalarındayız.

Sinema senin için ne ifade ediyor?

Çok geniş bir anlatım dili. Her şeyiyle küçük bir dünya işte.

Banyo filmi oldukça ses getirdi. Bu filmde rol almaya nasıl karar verdin? Çekimleri nasıl geçti?

Çok da ses getirmedi aslında. [Gülüyor.] Mustafa [Altıoklar] aradı, gittim. Senaryoyu okudum, hoşuma da gitti, oynadım. Çekimler zevkliydi tabii. Ama hani anneler ikinci çocuklarında daha bilinçlidirler ya onun gibi.

Ardından Beyza’nın Kadınları geldi. Neden bu rol için seni seçtiler?

Bunun cevabını ben veremem. Yerinde olmaz ki. Başkasına sorulması gereken bir soru bu. Uygun olduğumu düşündüler herhalde. Mustafa Altıoklar, daha önce fark edilmemiş oyuncuları keşfetmekte çok başarılı.

Beyza’nın kadınlarındaki rolün için nasıl bir ön hazırlık yaptın?

İki ay süresince doğaçlayarak filmdeki her rolü elimden geldiğince yapmaya çalıştım. Elimde iyi bir rehber de vardı tabii. Mesela Rabia rolü için mevlevihaneye gittim ve orada gözlemler yaptım. Canlandırdığım rollerin ruh halleri üzerinde araştırmalar yaptım.

Filmde canlandırdığın karakterler içinde sana en yakın olan hangisiydi?

Çok uzak fazla yakın. [Gülüyor.] Karışık konular bunlar. Birinden biraz, birinden biraz, bazen hiç.

Sence Türk sinemasında son dönemde gerilim ve korku filmleri furyasının başlama sebebi nedir?

Bu zamana kadar yapılmadığı için artık denenmeye başlıyor.

Erkekler de Ağlar, nasıl bir dizi film sence? Rolün hakkında ne düşünüyorsun?

Samimi, gerçeğe olabildiğince yakın olmaya çalışan bir dizi. Çok severek oynuyorum.

Çekimler nasıl geçiyor?

Gerçekten çok zevkli. Film seti gibi çoğu zaman. Herkes işini biliyor ve çok seviyor. Set ekibi ve oyuncular arkadaş gibi. Ben çok huzurluyum sette.

Popüler olmak senin için ne ifade ediyor?

Popüler olmak için özel bir çalışma yapmıyorum. Benim için önemli olan oyunculuk. Yaptığım işte başarılı olduğum sürece devam edeceğim. Oyunculuğu popüler olmak için değil, işim olduğu için yapıyorum. Popülerlik, yaptığım işin önüne hiç bir zaman geçmeyecek.

Bundan sonraki projelerin neler?

Var birkaç tane. Projeleri değerlendiriyoruz. Netleşmedi henüz.

Sürekli işten bahsettik. İş yaşamın dışında neler yapıyorsun? Hangisini diyenlerdensin? Eğlence dediğin arkadaşlarla evde geçirilen sakin bir akşam mı yoksa dışarıda geçirilen zamanlar mı?

Spor yapıyorum. Arkadaşlarımla, ailemle vakit geçiriyorum. Bazen öyle bazen öyle ama genelde ev toplantılarını tercih ediyorum.

Dışarı çıktığın zaman ne tür mekânları tercih ediyorsun?

Valla havama göre. Çok da vaktim olmuyor zaten.


En sevdiğin mezeler, içkiler [alkollü/alkolsüz] nelerdir?

Patlıcan gömme, beyaz peynir, kavun, deniz börülcesi. İçkilerden de rakı, yerine göre de değişiyor tabii.

Sinema filmleri çekiyorsun. İyi bir oyuncusun. Peki, iyi bir izleyici misin? Ne sıklıkla sinemaya gidiyorsun? Tercih ettiğin türler hangileri?

Teşekkür ederim. Olabildiğince. Zaman zaman her akşam. Zaman zaman 1–2 hafta giriyor araya ama seviyorum tabii. Her türlü olabilir.

İşte budur, dediğin filmler hangileri?

Kendi türünde tabii; Sekreter, Living Las Vegas, Testere, Çölde Çay.

Başucu kitapların var mı?

Mesnevi ve o ara ne okuyorsam. Bir kaç oyun kitabı, şiir kitabım tuvalettedir genelde.

Kimlerin albümlerini dinlemekten zevk alırsın?

Sezen Aksu’nun ve Duman’ın albümlerini dinlemekten çok zevk alıyorum. Özellikle de caz severim ama genelde bütün tarzları denerim. Dinlediğim çok albüm var.

Yoğun çalışma temposu içinde kişisel bakımına nasıl bir özen gösteriyorsun? En çok hangi çeşit ürünleri kullanıyorsun?

İyi temizleyiciler, vücut kremi. Temizlik en iyi bakımdır bence.

Teknoloji ile aran nasıl? Senin için telefon dışında vazgeçilmez olan teknolojik bir ürün var mı?

Pek iyi değil. İşime yaradıkça evime alıyorum.

Yaşadığın mekânda önceliği neye verirsin? Konforlu olması mı, lüks olması mı önemli?

Rahat ve huzurlu olmasına ve beni yansıtmasına.

Araba ayağımı yerden kessin yeter, diyenlerden misin? Yoksa araba senin için başlı başına bir zevk mi?

Araba önemlidir bence. Ama arabam da yok, ehliyetim de. En yakın zamanda ehliyet alacağım, umarım. Dizide çok hızlı araba kullanan bir kadını oynuyorum. Araba kullanmaya bayılıyorum.

Sinema dışında özel ilgi alanların var mı? [puzzle, maket, koleksiyonculuk vs. gibi klasik olmayan hobiler.]

Dans, yazı, müzik, fotoğraf. Hem çekmek hem poz vermek.

Bize zaman ayırdığın için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Hande YÖREMEN
facebook demetevgar
                                                                                                                                           Alıntıdır.....


Manisa'da, Altın Üzüm Film Festivali Başladı


Manisa Belediyesi’nin, Okumuş Adamlar Fikir Atölyesi organizasyonuyla yürüttüğü 2. Manisa Altın Üzüm Kısa Film Festivali, tüm sinemaseverlere kapılarını açtı.

Özellikle üniversite öğrencilerinin büyük ilgi gösterdiği festivalin ilk gününde, sinemaseverler öncelikle ‘Araf’, ‘Cennet’ gibi sinema filmlerinin yanı sıra ‘Kanıt’ isimli televizyon dizisi ile adından çokça söz ettiren Yönetmen Biray Dalkıran ile kısa filmle ilgili sohbet ettiler. Sinemaseverlerin yoğun ilgi gösterdiği söyleşide, Manisalı sinemaseverler, Biray Dalkıran’a sorular sordular. Manisa Belediyesi Kültür Merkezi Lale Salonu’nda gerçekleştirilen söyleşiye, Belediye Başkan Yardımcısı Nursel Ustamehmetoğlu da katıldı. Söyleşinin ardından finale kalan filmlerin gösterimleri ile festivalin ilk günü kapandı.

Festivalin ikinci gününde ise, Antalya Altın Portakal Film Festivali ödüllerine bu yıl adeta ambargo koyan ‘Güzel Günler Göreceğiz’ filminin Yönetmeni Hasan Tolga Pulat ve Senaristi Emre Kavuk, ‘Türk ve Dünya Sineması’ isimli workshopla (fikir üretme toplantısı) sinemaseverlerle bir araya geldi. Manisa Belediyesi Kültür Merkezi’ndeki söyleşiyi Belediye Başkan Yardımcısı Nursel Ustamehmetoğlu da izledi. Söyleşide katılımcılar genç yönetmen ve senaristi sordukları sorularla terlettiler. Söyleşinin ardından Belediye Başkan Yardımcısı Nursel Ustamehmetoğlu, Yönetmen Pulat ve Senarist Kavuk’a içerisinde Manisa’yı tanıtıcı ürünlerin yer aldığı birer çanta takdim etti.

Bu yıl 2. kez düzenlenen Manisa Altın Üzüm Kısa Film Festivali’ne, canlı heykel gösterileri de renk katmaya devam ediyor. Festivalin ilk gününde olduğu gibi, ikinci gününde de, Manolya Meydanı’nda canlı heykel gösterisi yapan topluluğa Manisalılar büyük ilgi gösterdi. Vatandaşların meraklı bakışları arasında Türk Sineması’na adını altın harflerle yazdırmış ünlü isimleri canlı heykel olarak sunan gruba, çocuklar da büyük ilgili gösterdi. Canlı heykelleri vatandaşlar ellerindeki cep telefonu ve diğer görüntüleme cihazları ile kaydederken, bazı vatandaşlar da hatıra fotoğrafı çektirdi.

(ÖA)  İHA
haber01.com
                                                                                                                                        Alıntıdır....

Telif hakları masaya yatırıldı



Malatya’da düzenlenen “2. Uluslararası Malatya Film Festivali” kapsamında “Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Sinema Eserleri Uluslararası Sempozyumu” gerçekleştirildi

MALATYA AA
 Malatya Valiliği ve İnönü Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Remark Otel’de düzenlenen sempozyumun ilk oturumunda, Türkiye, Avusturya, İsviçre, Çek  Cumhuriyeti ve Almanya’dan katılan hukukçular, temsil ettikleri ülkelerdeki fikir ve sanat eserleri hukukunu değerlendirdi.
Sinema eserlerinde telif konusunun ele alındığı sempozyumun ilk oturumuna Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Başkanı Mehmet Kılıç, başkanlık yaptı. Bu oturumda internette yapılan sinema filmi yayınları değerlendirildi.
Hukukçular, internetin kullanıldığı hemen her ülkede “kolay ulaşmanın yanı sıra küçük de olsa hukuksuzlukların yaşandığına” dikkat çekti.

milliyet.com.tr
                                                                                                                                                 Alıntıdır.....

Ticari Türk Sineması ve Kostüme Filmler


Başlangıç tarihi kabul edilen 1914 yılından günümüze değin geçen süreç içerisinde çeşitli tür, furya ve akımlar çerçevesinde birbirinden ilginç, eğlenceli ve renkli yapımlar üreten Türk Sineması, özellikle 1960'lı ve 1970'li yıllarda sayısal olarak büyük bir artış gösteren "kostüme filmleri" ile de "Bir Masaldır Yeşilçam", "Yeşilçam rüyası" gibi kendisine atfedilen hoş yakıştırmaları hak edecek bir çeşitliliğe ve zenginliğe ulaşmıştır.

Yazının içeriği, belirli bir tür veya furyadan (dini filmler, masal filmleri vb.) ziyade birçok tür veya furyanın anlaşılmasına yönelik olduğu için hepsini kapsayıcı bir  niteliğe sahip olan "kostüme filmler" tanımı kullanılmıştır.

1960'lı yıllara kadar olan ve özellikle Muhsin Ertuğrul dönemi olarak adlandırılan dönemde çekilen kostüme filmler, ağırlıklı olarak milli tarihimizi konu edinen ve çoğunlukla edebi kaynaklardan beslenen tarihsel dramalardır.( Ateşten Gömlek-1923,Bir Millet Uyanıyor-1932, Aynaroz Kadısı-1939, Bir Kavuk Devrildi-1939 Muhsin Ertuğrul, Vurun Kahpeye-1949 Ö.Lütfi Akad, İstanbul'un Fethi-1951 Aydın Arakon, Cem Sultan-1951 Münir Hayri Egeli, Lale Devri-1951 Vedat Ar, Barbaros Hayrettin Paşa-1951 Baha Gelenbevi vb.)

Kostüme filmlerin özellikle 1960'lı ve 1970'li yıllar itibarı ile tırmanışa geçmesinin ve çeşitlilik göstermesinin sebebi; bu dönemde altın yıllarını yaşayan, çok sayıda film çeken ve  taşralı işletmecilerin talebini güçlükle karşılayabilen sektörün konu ve kaynak anlamında artık tıkanma noktasına gelmiş olmasıdır. Aynı konuları evirip çevirip yeniden çekmenin artık çözüm olmadığını anlayan sektör; diğer ülke sinemaları gibi yeni arayışlara yönelmiş,seyircinin ilgisi ve talebi yönünde her tür kaynağı bir çıkış noktası olarak görmüş, çoğu kez yabancı filmleri kendi kültürümüze göre "Türkleştirerek" yeniden uyarlamış,bir o kadar da yerli,yabancı yazılı ve sözlü  kültür ürünlerine yönelmiştir.

"Halk için sinema" anlayışı ve bu anlayışın altında yatan ticari sebeplerle bir dönem  yapımcıların sıklıkla tercih ettiği kostüme filmlere mesnet teşkil eden, fon oluşturan, esin veren kaynaklar ana hatları ile şunlardır:Resmi ve gayriresmi tarih, edebiyat eserleri, din kültürü, halk edebiyatı, destanlar, masallar, hikayeler, efsaneler, gerçekten yaşamış ve efsaneleşmiş kişiler, yerli ve yabancı çizgi romanlar, yabancı filmler, televizyon dizileri...

Tür ve kaynaklara göre örnek filmler

Tarihsel Dramalar
Çoğunlukla yerli yazarlarımızın eserlerinden sinemalaştırılmışlardır. 3.paragrafta örnek verilen filmlere ek olarak Düşman Yolları Kesti (1959-Osman F.Seden), Dikmen Yıldızı (1962-Asaf Tengiz), Çanakkale Aslanları (1964-Turgut Demirağ, Nusret Eraslan), Haremde Dört Kadın (1965-Halit Refiğ), Sinekli Bakkal (1967-Mehmet Dinler), İngiliz Kemal (1968-Ertem Eğilmez), Gönüllü Kahramanlar (1968-Tunç Başaran), Gazi Kadın/Nene Hatun (1973-Osman F.Seden), 1964 tarihli Orhan Aksoy uyarlamasından sonra 3.kez Vurun Kahpeye (1973-Halit Refiğ).

Dini Filmler
Mevlit (1962-Mehmet Muhtar), Ebu Muslim Horasani (1965-Tunç Başaran), Yahya Peygamber (1965-Hüseyin Peyda), Hacı Bektaş Veli (1967-Fikret Uçak), Rabia (1973-Osman F.Seden), Yunus Emre Destanı (1973-Çetin İnanç), Pir Sultan Abdal (1973-Remzi A.Jöntürk), Mevlana  (1973-Atıf Yılmaz), Nemrud (1979-Muharrem Gürses)

Destansı Kahramanlık Öyküleri
Yer yer fars güldürü öğeleri ile desteklenmiş akrobatik sahneleri ile dikkat çeken, aksiyonun tavan yaptığı, bol kılıç şakırtılı (bazen de takırtılı) bu filmlerin en aranan aktörleri hiç şüphesiz Cüneyt Arkın, Kartal Tibet ve Serdar Gökhan olmuştur.

Cüneyt Arkın'ın 6 filmlik Malkoçoğlu serisi (1966-1971), 4 filmlik Battal Gazi serisi (1971-1974), 7 filmlik Kara Murat serisi (1972-1978) bu tarzın akla gelen ilk örnekleridir. Natuk Baytan, Kara Murat serisinin tamamının; Battal Gazi serisinin de ilk filmi dışında diğer üçünün yönetmenidir. Malkoçoğlu serisini ise bir film dışında Süreyya Duru çekmiştir.

Kartal Tibet'in Suat Yalaz tarafından çekilen Karaoğlan serisi ile Mehmet Aslan tarafından çekilen Tarkan serisi dışında Serdar Gökhan'lı Akma Tuna/Estergon Kalesi (1972-Kemal Kan), Malkoçoğlu Kurt Bey (1972-Süreyya Duru), Yücel Uçanoğlu tarafından 1973 yılında çekilen Kara Orkun, Kara Pençe, Kara Pençe'nin İntikamı, Turhanoğlu (1975-Yılmaz Atadeniz) gibi filmler bu tarz filmlere örnektir.
Vatan Kurtaran Aslan (1966-Tunç Başaran), Bizansı Titreten Adam (1967-Muharrem Gürses), Tolga (1975-Mehmet Aslan) gibi filmlerde değişik oyunculara şans verilmiş olsa da söz konusu denemeler,o dönemde bu  tarzla  özdeşleşmiş üç oyuncumuzun oynadığı filmlerin cazibesi yanında sönük kalmıştır.
Destansı kahramanlık öykülerinin temeli, genelde yerli çizgi roman kahramanlarına dayandığı için bu kategorideki filmlerin çoğu "çizgi roman kaynaklı filmler" kategorisi içerisinde de değerlendirilebilir.

Çizgi roman kaynaklı filmler
Bay Tekin Fezada Çarpışanlar (1967-Şinasi Özonuk), Killing Uçan Adam'a Karşı (1967-Yılmaz Atadeniz), Mandrake Killing'e Karşı (1967-Oksal Pekmezoğlu), Kızıl Maske (1968-Tolgay Ziyal), Captain America'dan uyarlama Binbaşı Tayfun (1968-Tolgay Ziyal),Süpermen Fantoma'ya Karşı (1969-Kayhan Arıkan), Red Kit (1970-Aram Gülyüz),Zagor Kara Korsanın Hazineleri (1971-Nişan Hançer), Kinova (1971-Çetin İnanç), Tom Braks Şeytan Tırnağı (1972-Taner Oğuz), Bedmen Yarasa Adam (1973-Savaş Eşici), Süpermenler (1979-İtalo Martinenghi). Örnek filmlerden anlaşılacağı üzere, yabancı çizgi romanlar o dönemlerde çok verimli bir kaynak oluşturmuştur.

Sinemaya uyarlanan yerli çizgi romanlara örnek olarak ise "Destansı Kahramanlık Öyküleri" kategorisinde yer verilen Rahmi Turan'ın eseri Kara Murat ve Sezgin Burak'ın "ölümsüz eseri" Tarkan'a ilaveten yine Sezgin Burak'ın Hüdaverdi'si gösterilebilir: Hüdaverdi-Pırtık (Lale Oraloğlu-1971)

Masal filmleri
Pamuk Prenses ve 7 Cüceler (1970-Ertem Göreç),Alaeddin'in Lambası (1971-Natuk Baytan), Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde (1971-Tunç Başaran), Binbir Gece Masalları (1971-Ertem Göreç), Bir Varmış Bir Yokmuş (1971-Sırrı Gültekin),Mıstık (1971-Ülkü Erakalın), Sinderella Kül Kedisi (1971-Süreyya Duru), Ali Baba Kırk Haramiler (1971-Nuri O.Ergün)

1971 yılında, Türk Sineması'nda tam bir masal filmleri furyası esmiştir. Çoklukla  batı veya arap kültürüne ait masallar kullanılmıştır.

Halk Edebiyatı, Destanlar, Efsaneler
Karacaoğlan (1966-Nuri Akıncı), Zaloğlu Rüstem (1966-Muharrem Gürses), Köroğlu (1968-Atıf Yılmaz), Keloğlan (1971-Süreyya Duru), Nasreddin Hoca (1971-Melih Gülgen), Kerem İle Aslı (1971-Orhan Elmas), Arzu İle Kamber ve Tahir ile Zühre (1972-Mehmet Bozkuş).

Türk Sineması;daha 1940 ve 1950'li yıllarda Halk Edebiyatı ve destanları kaynak edinmeye başlamıştır, örnek verilen filmlerden Zaloğlu Rüstem dışındaki tamamının bu yıllara ait birer ilk çevrimleri bulunmaktadır. Metin Erksan'ın ilk filmi, 1952 yapımı Karanlık Dünya/Aşık Veysel'in Hayatı adlı filmi de, büyük halk ozanı Aşık Veysel'in henüz hayatta iken çekilmiş olması sebebiyle  ilginç, belgesel nitelikte bir biyografik filmdir.

Keloğlan filmleri ayni zamanda masal filmleri kategorisine de dahildir;ancak Anadolu'lu bir masal kahramanı olan Keloğlan folklorik özellikleri ile bu kategoriye daha uygun düşmektedir.

Westernler
Ringo Kit (1967-Zafer Davutoğlu), Çeko (1970-Çetin İnanç),Hey Amigo Beş Mezar (1971-Nuri Akıncı), Ölümünü Kendin Seç (1971-Yavuz Figenli), Profesyoneller (1971-Yavuz Yalınkılıç), Şafakta Silah Sesleri (1971-Semih Evin), Bir Kurşuna Bir Ölü (1971-Mehmet Aslan), Azrail'in Beş Atlısı (1971-Fikret Uçak), Belalılar Şehri (1972-Ahmet Sert),Yumurcak Küçük Kovboy (1973-Guido Zurli).

Westernler de, masal filmleri gibi 1971 yılına damga vuran bir başka türdür. Bu tür, Anadolu'da geçen ve westernlere özgü temaların kullanıldığı "Anadolu Western" adlı bir alt türü de bünyesinde barındırır. Aç Kurtlar (1969-Yılmaz Güney), İblis (1972-Yılmaz Duru), Destan (1973-Çetin İnanç).

Tv Dizileri Kaynaklı Filmler
Tatlı Cadı (1975-Volkan Kayhan), Alo Colombo (1976-Nuri Akıncı), Çarli'nin Kelekleri ve Balkona Etti/Haydar (1978-Günay Kosova).

Tür ve kaynak anlamındaki bu artış ve zenginlik,sektörün sürekli ve çok sayıda film yetiştirme kaygısı ve telaşının etkisiyle kalitenin gitgide düşmesine zemin hazırlamıştır. Hayal gücü sınır tanımayan,"olmaz olmaz demeyin olmaz olmaz" ve "ben yaptım oldu" mantığı ile coştukça coşan, uçtukta uçan "pratik zekalı" Yeşilçam; Sadri Alışık'ı Red Kit'e,Sami Hazinses'i Avarel'e, Salih Güney'i Kaptan Swing'e, Levent Çakır'ı Zagor'a, İstemi Betil'i Tom Braks'a bir güzel dönüştürüvermiş, Killing, Süpermen, Batman gibi beynelmilel kahramanları İstanbul'a davet etmiş, Kaptan Kirk'ün başına Turist Ömer'i tebelleş etmiş, Cilalı İbo vasıtası ile Hitler'e haddini bildirmiştir.

Özellikle yabancı çizgi romanlardan uyarlanmış kimi filmler; Türk Sinema Tarihi'nin en matrak, en fantezi ancak  bir o kadar da tuhaf, akıllara ziyan, ucube,"kitsch ve trash" filmleridir. Çoğu kez başrol oyuncusunun popülaritesine sırtını dayamış, fantastik bir yapıya sahip ve mantık sınırlarını fazlası ile zorlayan bu cinsellik ve komedi soslu  filmler; ciddi bir ön hazırlık ve altyapıya sahip olmayan senaryoları, aceleyle gerçekleştirilmiş özensiz çekimleri ve teknik yönden zayıflıkları ile günümüz sinema seyircisinin müstehzi de olsa ilgisine mazhar olabilmektedir.

Söz konusu ettiğimiz filmlerin geneline ilişkin olarak bu ilginin sebebi, ilkel ve basit çekim tekniklerinin, derme çatma dekorların filmlere kattığı naif havanın yanısıra, içerdikleri keskin Türk zekası ve yaratıcılığıdır. Örneğin; Battal Gazi veya Kara Murat filmlerinde Cüneyt Arkın'ın yerden kaleye zıplaması, kaleden yere atlama sahnesinin geri alınması suretiyle gerçekleştirilmiştir ve bu yanılmıyorsam Türk Sineması'nın  icadıdır (!).

Bir başka sebep, filmlerin ruhuna sinmiş  "hınzır mizah"anlayışıdır.Bazen vahşi batının uçsuz bucaksız bozkırlarında bazen de uzayda maceradan maceraya koşan Türklerin; Türk'e özgü davranış, tutum ve değer yargılarının, çok farklı kültürlere ait değerlerle kaynaştırılması girişimi elbette ki komik sonuçlar doğurmuştur. Nitekim, Cem Yılmaz'ın  G.O.R.A ve Yahşi Batı filmlerinin de altyapısını oluşturan çekirdek düşünce, hiç kuşkusuz  şu sorulara kendince verdiği cevaplarla oluşmuştur: Türk'ün biri uzaylıların eline düşerse veya vahşi batıya yolu düşerse ne yapar, ortalığı nasıl birbirine katar? Zaten G.O.R.A filminin atası da, Cem Yılmaz'ın büyük bir hayranlık beslediği Sadri Alışık'ın  Turist Ömer Uzay Yolunda (1973-Hulki Saner) filmidir.

Yabancı diyarlara ait öyküleri anlatan kimi filmlerinde (özellikle westernler), komedi olmadığı halde dekor, kostüm, diyalog,seslendirme gibi öğeleri ile zaman zaman bizatihi komedi filmine dönüştüğü söylenebilir. Sözgelimi,eğreti dekorları ve Amerika'yı hiç andırmayan doğal mekanları, her an ortadan ikiye ayrılacakmış izlenimi veren posta arabaları, görüntü olarak Amerikalı ancak kullandığı deyimler, vurgu, tonlama ve tepkileri vb. ile ruhen Türk olan kovboyları ile Yeşilçam westernleri,hiç farkında olmadan ve hiç hesapta yokken mizahi bir kimlik kazanmışlardır.

Ticari Sinemanın Çöküşü ve Sebepleri
1980'li yıllara gelindiğinde çekilen kostüme film sayısının son yirmi yılla kıyaslandığında ciddi oranda düştüğü görülmektedir. Bu kısımda, yine kostüme filmleri merkez almakla beraber sektörün geneline ilişkin bir analiz amaçlanmıştır. Çünkü, üretimdeki düşüş sadece kostüme filmlere özgü değildir; ticari sinemanın diğer mecralarında da (polisiye, aşk filmleri, melodramlar) ayni tablo hakimdir.

Sorun, genel olarak Yeşilçam'ın sadık izleyici kitlesini kaybetmiş olmasıdır. Bu kaybın birinci sebebi, terördür.1970'li yılların sonlarına doğru artan terör olayları halkın genelinde bir tedirginlik ve huzursuzluğa neden olmuş, nerdeyse sokağa çıkmanın bile tehlikelere gebe olduğu o karanlık günlerde insanlar evlerine çekilmeyi tercih etmiştir. 1960'lı yılların buram buram nostaljik lezzetler ihtiva eden "alaska frigo dondurma yenip çekirdek çitlendiği  yazlık sinema geleneği" ortadan kalkmış, sektör batmamak için  hiç olmazsa "eli cebinde gezinen" erkek seyirciyi sinema salonlarına çekebilmek için avantür ve komedi ağırlıklı seks ve porno filmlere yönelmiştir.

Seyirci ile sinemanın arasını açan ikinci sebep, televizyon kültürünün artık enikonu Türk halkının sosyal yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Televizyon,terör ve anarşi sebebiyle evlerine kapanan halkın adeta imdadına yetişmiştir. Sinemadan daha fazla çeşitliliğe sahip ve kendine özgü kahramanları ile bu görüntülü kutu,hiç olmazsa bir süre için sinemanın pabucunu dama atabilmeyi başarmıştır.

Televizyonun olmadığı, bir başka ifadeyle yazılı ve "ağızdan ağıza aktarım" kültürünün egemen olduğu yıllarda, eğlence ihtiyacını okuyarak ve dinleyerek karşılayan insanlar, okuduğu roman ve çizgi romanlarda veya köy kahvesinde toplanılıp dinlenilen menkıbelerde,halk hikayelerinde adı geçen ve hayalinde canlandırdığı kahramanları sinema perdesinde ilk etapta merak ve heyecanla izlemiştir. Ancak,bir önceki paragrafta da bahsettiğim gibi kendi kahramanlarını yaratan televizyon, bu eski geleneksel kahramanların veya dostların da en azından bir süreliğine unutulmasına sebep olmuştur. İzleyici; Küçük Ev,Lassie, Çarli'nin Melekleri, Zengin ve Yoksul, Kaçak, Uzay Yolu, Bonanza, Flipper,İ htiyar Delikanlı gibi dizilerin kısa sürede müptelası haline gelir, dizilerin başlama saatinde sokaklar bomboş kalır. Kara Murat, Tarkan, Keloğlan, Köroğlu, Maskeli Beşler gibi kahramanlar tavan aralarına gizlenirken yerlerini yeni türeyen kahramanlara bırakırlar: Dr.Kimble, Falconetti, 6 Milyon Dolarlık Adam, Baretta, Atlantis'ten Gelen Adam, Komiser Kolombo vb.

1970'lerin sonu itibarı ile ortaya çıkan ve sinemamızın ticari kanadını kıran, salonların birer birer kapanıp iş merkezlerine, otoparklara dönüşmesine yol açan terör ve televizyon etkisine ilave olarak, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren etkisi derinden hissedilmeye başlanan ve 1990'larda son darbeyi vuran  üçüncü bir bela Yeşilçam'ın başına musallat olur: Amerikan Sineması hegemonyası.

1980'lerin sonlarına doğru ülkemizde de dünya ile ayni zamanda gösterime girmeye başlayan gösterişli, geniş bütçeli Amerikan filmleri az sayıdaki sinema salonlarını işgal eder, yerli işletmeciler film gösterecek salon bulamaz, çoğu film gösterime bile çıkamaz, ya özel gösterimlerde ya da televizyon ekranında seyirci ile buluşabilir.Sektör, bu krizden çıkış yolu olarak ucuz ve kalitesiz filmlerin cirit attığı video piyasasına yönelir.

Sadece ülkemizi değil İtalya, Fransa gibi köklü sinema geleneğine sahip ülke sinemalarını da sıkıntıya sokan Amerikan Sineması'na karşı ulusal ve uluslararası ölçekte önlemler alınır. Amerikan Sineması'na karşı ortak bir güç oluşturma amacı ile kurulan Eurimages adlı kuruluş, ülkemizde dahil olmak üzere üyesi olan Avrupa ülkelerindeki film yapımcılarına bütçe aktarır, dağıtım ve gösterim desteği sağlar. Ulusal ölçekte de başta  Kültür Bakanlığı olmak üzere çeşitli ticari kuruluşlar ve özel televizyonlar sinemamıza yardım elini uzatır.

Bu üç etken, Türk sinema sektörünü maddi açıdan krize ve finansman darboğazına sürüklemiştir.
Bunlar dışında  bir dördüncü etken ise, sinemasal zihniyet dönüşümü gerçekleştirici etkisi ile Türk Sineması'nın  ticari yönünü ve yapısını değiştirmiştir. Sinemamızı değişim ve yenilenme sürecine sokan bu dördüncü etken, yeni sinema anlayışıdır.

Kabuk Değiştiren Türk Sineması
Ö.Lütfi Akad'la başlayıp Atıf Yılmaz, Ertem Göreç, Halit Refiğ gibi sinemacılarla olgunlaşan ve en nihayetinde Yılmaz Güney'le zirveye ulaşan "toplumsal gerçekçi" bir tabana dayalı yeni sinema anlayışı; 1970'li yıllarda  ilk başyapıtlarını (Umut, Sürü) vermiş, 1980'ler boyunca kalburüstü kimi yönetmenler (Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral, Ali Özgentürk) aracılığı ile devam ettirilmiş, yeni açılımlara zemin oluşturmuş, etkileri günümüze kadar ulaşmıştır.

Bu etki, geleneksel ticari sinema anlayışını olumlu yönde revize etmiştir.Türk sinema sanatçısının ve izleyicisinin hayata bakış açısı genişlemiş, sinemanın eğlence olduğu kadar kültürel bir etkileşim aracı olduğunu da kavranmıştır. Kısaca, Türk Sineması boyutları çok büyük olmasa da çağ atlamıştır.
Bir koldan Yılmaz Güney ekolünden gelme Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral;diğer koldan Ömer Kavur, Yavuz Turgul, Nesli Çölgeçen gibi ustalar çektikleri eli yüzü düzgün filmlerle Türk Sineması'na çekidüzen vermişler, çıtayı yükseltmişlerdir.

Artık hiçbirşey, eskisi gibi basit ve yüzeysel olmayacaktır, olmamalıdır.
Ancak, bu yeni sinema anlayışı;giderek yeni şekil ve içerik arayışlarını tetiklemiş, kişiselliğin ve farklı olma kaygılarının yoğun olarak hissedildiği "özentili festival filmlerine" kapı aralamıştır. Bir başka ifade ile yeni sinema anlayışı; sinemasal kaliteyi yükselttiği gibi, olumsuz bir etki olarak halk arasında "entel-dantel" olarak nitelenen filmlerin patlamasına da ön ayak olmuştur. Öyle ki, ortalık bir anda, klasik Yeşilçam izleyicisinin daha önce hiç karşılaşmadığı, kişilik çatışmaları yaşayan, geçmişiyle hesaplaşan, az konuşan ve sorunlu bir takım sakallı adamlarla dolup taşmıştır. Seyircinin hiç sevemediği bu tipler, ceza olarak bunalımlarını hep boş koltuklara karşı yaşamak zorunda kalmıştır. Kaldı ki seyirci biraz da anlayamadığı bu sıkıcı filmler yüzünden Amerikan filmlerine daha fazla yüz verir olmuştur.

Prenses (1986-Sinan Çetin), Gökyüzü(1986-Sinan Çetin), Yağmur Kaçakları (1987-Yavuz Özkan), Umut Yarına Kaldı (1988-Yavuz Özkan), Melodram (1988-İrfan Tözüm), Üçüncü Göz (1988-Orhan Oğuz), Kimlik (1988-Melih Gülgen) gibi filmlerle düz koşu yapan, ısınma turları atan "entel sinema", 1990'lar da depara kalkarak mazideki gibi coştukça coşar,uçtukça uçar ve  belki de filmde oynayanların bile olup biteni kavrayamadığı şu ilginçlikleri üretir: Aşkın Kesişme Noktası (1990-Bilge Olgaç), Robert'in Filmi (1991-Canan Gerede), Seni Seviyorum Rosa (1992-Işıl Özgentürk), Çıplak (1992-Ali Özgentürk), Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri (1992-İrfan Tözüm), Çözülmeler (1993-Yusuf Kurçenli), Kız Kulesi Aşıkları (1993-İrfan Tözüm), Aşk Ölümden Soğuktur (1994-Canan Gerede), Bay E (1995-Sinan Çetin), Mektup (1996-Ali Özgentürk) vb.

1980-2000 dönemi kostüme filmleri
Yukarıda ayrıntıları ile açıkladığım sebeplerle 1980'li yıllar,kostüme film üretimi açısından oldukça kısır geçmiştir. Az sayıdaki bu filmlere örnek olarak Leyla ile Mecnun (1982-Halit Refiğ), İhtiras Fırtınası (1983-Halit Refiğ), Şekerpare (1983-Atıf Yılmaz), Kuyucaklı Yusuf (1985-Feyzi Tuna), Değirmen (1986-Atıf Yılmaz), Afife Jale (1987-Şahin Kaygun) gösterilebilir.

Bu arada finansman sorunu olmayan TRT, edebiyatımızın en güçlü kalemlerinden uyarladığı birbirinden iddialı üstün yapımlarla kostüme film geleneğini sürdürür: Küçük Ağa (1983-Yücel Çakmaklı), Acımak (1985-Orhan Aksoy),Bugünün Saraylısı (1985-Ziya Öztan) Çalıkuşu (1986-Osman F.Seden), Kuruluş/Osmancık (1987-Yücel Çakmaklı) vb.

Hemen belirtmek gerekir ki bu dizileri, Yeşilçam geleneğinden gelen yönetmen ve oyuncular beslemiştir. 1960'lı ve 1970'li yıllarda onlarca fantastik kostüme film çekilmiştir, ancak ne ilginçtir ki bu tarz filmlerin başyapıtı (!) olarak ilan edilme şerefi 1980'lerden bir filme nasip olur: Dünyayı Kurtaran Adam (1982-Çetin İnanç).

1990'lı yıllarda da kostüme filmler sayıca geride kalmaya devam eder. Bu yıllara ait dikkat çekici yapımlar şunlardır:Karartma Geceleri (1990-Yusuf Kurçenli), Şahmaran (1993-Zülfü Livaneli), İskilipli Atıf Hoca (1993-Mesut Uçakan), Mavi Sürgün (1993-Erden Kıral), İstanbul Kanatlarımın Altında (1996-Mustafa Altıoklar), Kuşatma Altında Aşk (1997-Ersin Pertan), Salkım Hanım'ın Taneleri (Tomris Giritlioğlu).

1980-1990 ve 1990-2000 dönemleri arasında çekilen kostüme filmler, örneklerden de anlaşılacağı gibi hem teknik hem de tematik itibarı ile geçmiş dönemlere göre çok daha özenli ve tutarlı yapımlardır. Tamamına yakını da tarihsel drama niteliğindedir, bu dönemde komedi veya macera türüyle harmanlanmış kostüme film yok denecek kadar azdır.

Diğer yandan, 1990'lı yıllar, Türk Sineması'nda eski şaşaalı günlere dönüşün sinyalini veren, tohumlarını atan ve iyi gişe yapmış filmlerinde çekildiği bir dönemdir: Eşkıya (1996-Yavuz Turgul), Ağır Roman (1997-Mustafa Altıoklar), Herşey Çok Güzel Olacak (1998-Ömer Vargı).

2000'li yıllar
1980-2000 arası dönemde kimlik değiştiren,bir yandan da seyircisini  bunaltan, salonlardan kaçırtan ve küstüren Türk Sineması, 2000'li yıllarda yukarıda bahsettiğim eski günlere dönüşün fitilini ateşleyen filmlerden aldığı cesaretle kara gözlükleri tamamıyla çıkararak 40-50 yıl öncesinin neşeli ve curcunalı yıllarını yeniden yaşamaya başlar. Salonlar şenlenir, tekrar yerli filmlerin hakimiyeti altına girer. Tıpkı eskiden olduğu gibi tarihi fantezilerden komedilere, korku-gerilimden maceraya kadar çeşitli türlerde yapımlar seyircinin beğenisine sunulur.

Bu çeşitlilik içerisinde yazımızın ana konularından birisini teşkil eden kostüme filmlerin sayısı da dikkat çekici şekilde artar: Kahpe Bizans (1999 Vizyon Tarihi:21.01.2000-Gani Müjde), Mumya Firarda (2002-Erdal Murat Aktaş) G.O.R.A (2003-Ömer Faruk Sorak),Eğreti Gelin(2004-Atıf Yılmaz), Hababam Sınıfı Askerde (2004-Ferdi Eğilmez), Keloğlan Kara Prens'e Karşı (2005-Tayfun Güneyer), Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? (2005-Ezel Akay), Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu (2006-Kartal Tibet), Maskeli Beşler:Irak (2006-Murat Aslan),Son Osmanlı Yandım Ali (2006-Mustafa Şevki Doğan), Ulak (2007-Çağan Irmak), 120 (2007-Özhan Eren), Mavi Gözlü Dev(2007-Biket İlhan),Güz Sancısı (2008-Tomris Giritlioğlu), Osmanlı Cumhuriyeti (2008-Gani Müjde), A.R.O.G (2008-Cem Yılmaz), Devrim Arabaları (2008-Tolga Örnek), Yahşi Batı (2009-Ömer Faruk Sorak),Hür Adam (2010-Mehmet Tanrısever), Mahpeyker Kösem Sultan (2010-Tarkan Özel) vb.

Bir başka yazımda da belirttiğim gibi,2000'li yıllar Türk Sineması'nın seyirciyi ile barıştığı yıllardır. Evet,sinemamız üzerindeki ölü toprağını atmıştır, sektör canlanmıştır,sinemalarda bahar havası esmektedir. Bu durumu biraz da fırsat bilen yapımcılar, bir takım şamatalı, türedi ve zirzop filmleri (O Şimdi Asker, Rus Gelin, Hababam Sınıfı Askerde, Hababam Sınıfı 3,5, Keloğlan Kara Prens'e Karşı, Maskeli Beşler:Irak, Maskeli Beşler:Kıbrıs, Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu gibi) seyircinin önüne koyar, dolduruşa gelmiş seyirci de bu filmlere hatırı sayılır gişe yaptırır veya daha beterlerinin çekilmesini sağlayacak cesareti yapımcılara verir.

İlk zamanlar bu filmleri ilgiyle takip eden izleyici, ilerleyen zamanlarda  bir şeyin farkına varır: Bu filmlerde eski Yeşilçam filmlerindeki sıcaklığın,samimiyetin zerresi dahi bulunmamaktadır. Bu noktada, Yeşilçam tekrar keşfedilir. Eski Yeşilçam ruhu gitgide daha aranır, özlenir hale gelir.

Seyircideki bilinçlenmenin,kalite ve içtenlik arayışının farkına varan sektör, kendine gelir ve 2000'lerin sonuna doğru bu kötü filmlerin ardı arkası kesilir. Bu arada, Recep İvedik adlı bir anti-kahramanın maceralarını anlatan film serisi, sinema tarihimizin ölçülebilir en büyük gişe rakamlarına ulaşır ki bu konuyu toplum psikolojisi uzmanlarına havale ediyorum.

2010'lu yılların başında olduğumuz şu günlerde görünen o ki Türk Sineması'nda taşlar giderek yerine oturmaya başlamıştır. Sinemamız;teknik,senaryo,oyunculuk vb.gibi sorunların üstesinden gelmeyi başarabilmiş, dünya standartlarını yakalamıştır. Önümüzdeki on yıllık süreç içerisinde izleyici olarak, sinemanın her türüne ait  çok daha donanımlı ve olgun filmlerle karşılaşacağımızı umut ediyorum.


Yazar: Eylül Fırtınası
Kaynaklar:
Türk Sinema Tarihi, Giovanni Scognamillo
sinematürk.com
                                                                                                                                                   Alıntıdır...

Sinemada İnanç


Sinema toplumda olup-bitenlerle ilgi kurabildiği ölçüde ilgi görür. Aslında bu öteki sanatlarla da bağlantılıdır. Bilindiği gibi sinema sözü, sesi, görüntüyü, düşünceyi birleştirerek bir yeni yapı kurmak amacındadır.

Türkiye'de bir şu kadar zamandan beri tartışmaların odağında "din" var. Türkiye "din"le olan davasını karara bağlayamamış durumdadır. Bu pozisyon tarafları tedirgin ediyor ve verimsiz kılıyor.

Yine de ülkenin -garip bir şekilde- modernleştikçe dindarlaştığını söylemek abes değildir. Bakınız ülkeyi idare eden hükumet için dahi dindarların desteklediği kadro deniyor. Kısası ülkemizde epeyce bir zamandan beri dinî ağırlığı olan bir atmosferin havası solunuyor. Bu yıl "Altın Portakal"da yarışan filimlerin konularına baktığınızda, Türk sinemasının geniş ölçüde bu atmosferden etkilendiğini görebilirsiniz. (Belki de moda olan postmodern düşünce ve sanattan etkilenerek "gizem avcılığı"na soyundular.)

En çok ödül alan filmin adı "Takva". Ve doğrudan dinî-tasavvufî bir film. Zeki Demirkubuz'un filminin ismi "Kader". Reha Erdem "Beş Vakit" ile karşınızda. Daha önce "The İmam" ile "Dabbe"yi seyretmiştik. Bir ara "Araf" gösterildi. Unuttuklarım olabilir. Son öğrendiğim, Barış Pirhasan'ın da böyle bir film çektiği: "Adem'in Trenleri". Filimde Cem Özer bir imamı oynuyor. Pirhasan kendisiyle yapılan konuşmada şunları söylüyor:

- 'O da beni seviyor'da da inanç konusuna eğiliyordunuz. Bu film de yine inanç temelli. Bu konuyu işlemenizin sebebi nedir?

- İnsanın kendi ruhuyla hesaplaşması, inanç-inançsızlık; dünyaya gelme nedeni üzerine kafa yorması... Benim için daha önemli bir mesele yok.

- Geçen yıl 'The İmam' vardı bu yıl 'Takva'... İnanç meselesini ele alan filmlerin artmasını nasıl yorumluyorsunuz?

- Bu Türkiye'de genel sosyo-ekonomik, kültürel, politik iklimin bir sonucu. Bu çok doğal. Din ve İslamiyet Türkiye'de siyasi iktidar, islami grupların verdiği mücadeleler sonucunda çok güçlü bir şekilde gündeme geldi. Sinema ülkede olup bitenleri barometre gibi yakalar ve o meseleleri tartışmaya başlar. Birçok ahlaki, etik, politik meseleler filmler gündeme geldikçe konuşuluyor. Bize düşen bunu bir moda, seyirci tuzağı olarak algılamamak. Ama tam olarak bu bir din filmi değil.

- Film Ramazan'da başlıyor ve Bayram'da bitiyor. Karakterlerden biri hoca. Ama siz bir din filmi değil diyorsunuz.

- Biliyorsunuz 'O da Beni Seviyor'da da inançla ilgilenmiştim. İlgimi çekiyor bu konu. Benim anladığım anlamda inanç, insanı sahiden kendine ve çevresine daha az zarar verir, daha çok yarar verir hale getiriyorsa bir anlam taşıyor. (17 Ekim 2006-Radikal)

Ben bu filimlerin hiçbirini -şimdilik- görmedim. Ama yönetmenlerin konuşmalarını okudum, filimler hakkında yazılan yazıların bir kısmını gördüm. (Meselâ 15 Ekim Pazar. Radikal 2 de "Beş Vakit" ile ilgili güzel bir eleştiri vardı).

Endişem şudur: Yönetmenler dinî meseleleri önemsiyorlar ama dini öğrenmeye yanaşmıyorlar. Biz halkın yüzde 99unun müslüman olduğu bir ülkede, uzun yıllar sinema filimlerinde doğru-düzgün bir namaz sahnesi göremedik. Tutarlı bir imam tipine raslayamadık. Bilindiği gibi İslâm toplum hayatına, kişinin hayatının her vechesine müdahale eder. Bu müdahale güçlüdür, hâlâ çok güçlüdür.

Biz bu gücü sinemada göremedik. Yani toplumun muharrik gücünü izleyemedik. Yazık, çok yazık. Umarız genç yönetmenler, dinî içerikli filimler çekmeden İslam'ı öğrenmeye gayret eder; kulaktan dolma yarıbuçuk bilgilerle böylesi esaslı bir işe soyunmazlar. Oryantalist tutumlar onlara bir yarar getirmez.

Genç sinemacıların varlık, inanç, günah, öte dünya, Allah, vicdan vb. gibi insanın en temel meselelerine eğilmelerini sinemamızın derinlik kazanması için önemsiyorum. Ama bu donanım ister. Cehalet içinde doğru ve güzel bir film yapılamaz.

Unutmayın, yarım hoca dinden eder, yarım doktor candan eder.

Mustafa Kutlu
01.11.2006 09:55
5 yıl önce
Kaynak: yenisafak.com.tr

haberpan.com

Sinemanın Hayatımızdaki Etkileri


Kara kare fotoğraflar şerit halinde dizilir ve makaraya sarılır. Ardından makara dönmeye beyaz perdeye fotoğraflar yansımaya başlar. Sessiz siyah beyaz dönemden üç boyutlu döneme kadar insanlığa büyük şeyler veren sinema izleyenden izleyene ve izlemeyene göre farklı şeyler ifade ediyor. Sinema toplumsal bir olaydır bana göre. Toplumu kökten etkileyen bir olaydır. Büyük kitlelerin nabzını tutan, onların hayatına bazen yön veren bazen de onları eğlendiren bir olaydır. Şöyle ki;

A.R.O.G ve Recep İvedik 2 gibi filmler kriz esnasında insanların büyük bir kısmına bir kaç hafta yetecek moral ve gülümseme aşıladılar. Hem de 10 TL’ye bile değil.  Hemen hemen her ortamda “Burası Apış arası Kokuyor!” cümlesini duyabiliriz. Espriler yüzlerce defa kulağımda çınlar durur. Sahneleri hatırladıkça kendimizi sıkıntılardan arındırız. “Sımsıkı taş gibi sımsıkı taş gibi…” sloganını halı saha maçlarında ekstra bir tezahürat olarak duymamız muhtemel. Bu da sporla sinemanın birleştiği nokta gibi bir şey olsa gerek.

Bazen aydınlanmaya sebep olan sinema birçok geçmiş olayı kahramanlar açısından değerlendirerek toplumu bilinçlendirmeyi başarabiliyor veya farklı bakış açıları yaratabiliyor. Benim en sevdiğim nokta da olaylara farklı bakabilmek. Bu blogun sloganlarından birisi de ” Sıradan Hayta Farklı Bakış Açısı ” şeklindedir zaten. Mesela bir İtalyan Mafyası kültürünü Godfather (Baba) filminde en ince ayrıntısına kadar öğrenebilmeniz muhtemel. ( Dünyanın en iyi sinema sitesi olan IMDb.Com’da en iyi 250 film arasında ilk filmi 2. ikinci filmi 3. sırada bulunuyor. Yani ilk 3′ün ikisini kapatmış bir seri.) Bazen de Al Capone’un yakalanışının polis tarafındaki hikâyesine tanık olabiliyorsunuz. ( Untouchables )

Bazı zamanlar ise hayatınızda köklü değişiklikler yapmanıza sebep olan filmlerle tanışırsınız. Düşüncenizi tamamen değiştirebilirsiniz veya aynı yolda devam etmeniz konunda kendinize söz verebilirsiniz. ( Umudunu Kaybetme – The Pursuit of Happyness ). Bir çağınızı kapatarak öteki çağınızı açmanıza bile sebebiyet verebilir bu tür filmler.

Kısacası bir film her zaman birilerinin hayatını anlatır ve o hayatı yaşayan birileri elbette film dışında vardır. Onlara bir fikir ve ders verir. Farklı düşünebilmeyi, farklı davranabilmeyi gösterir. Bazen ise topluma hitap eden bir yapısı vardır. Umut, neşe, azim aşılar. Filmlerin hayatımıza etkileri kısmen bunlardır.

immortalance.com
                                                                                                                                           Alıntıdır....

Akademisyen Yönetmen Sinemacı ÖZLET TALUER ile röportaj


İstanbul Doğumluyum. Tahsil hayatım İstanbul’da geçti. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum.Evli ve 2 çocuk babasıyım. Kartal Belediyesi Sinema Atölyesi Yönetmeniyim.

Dr. İhsan AYDIN- Sinema zor sanatlardan kabul ediliyor. Neden Sinema?

Dediğiniz doğru. Aslında her işin bir zorluğu var.Fakat bazı meslekler var ki bunu yapmak için sadece onu seçmeniz yetmiyor.Kendinizden çok şey vermek lazım.Yani mesleğiniz sizden fedakarlık istiyor. Sinemada öyle. Sinemayla uğraşan kime sorsanız bin ah işitirsiniz. Ben aslında Tıp Fakültesin de  okuyordum. Fotoğrafçılığa aşırı ilgim vardı. Beni etkileyen ışık ve fotoğraftı.. Sinemayı düşünmemiştim. İnsanlar bildiğiniz gibi önce yanlış kararlar veriyor sonra da doğruyu bulabiliyor. Bu gençlikte çok olur. Bende aynı şeyi yaptım.  Tıp adamı olmak yerine sinema adamı oldum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesini tercih ettiğimde herkes bana güldü .” Sinemacı olup, aç mı kalacaksın dediler.” Haksızda değillerdi. Ama her genç gibi bende inandığım ve bana en uygun olan sinemayı   seçtim. 35 yıl bir ömür bu mesleğe adandı. Hayat bazen akışı ile sizi alıp başka başka yerlere götürebiliyor.

Dr. İhsan AYDIN-Pişman mısınız?

Asla, ben asıl mutluluğu bugünlerde yaşıyorum. Biz eskiden çektiğimiz sıkıntıları bugün gençlerimizin eğitimine yönelik birer sermaye haline getirdik. Başarılı gençler yetiştiriyoruz. Öğrencilerimin başarısını gördükçe ne kadar doğru iş yaptığımı daha iyi anlıyorum. Bu piyasada güzel işler üreten öğrencilerimiz var. Bir ömür adadım bu işe, mükafatı ise başarılı öğrencilerimiz. Bizler hastalığı gördük, gençlerimizi bundan korumak için yani aynı hataya düşmemeleri için tedavi eder gibi tecrübelerimizi ilaç gibi veriyoruz.



Dr. İhsan AYDIN-Sinemacılar neden eskiden zor durumdaydı?

Biz çok sıkıntı çektik. Diyebilirim ki bu işin zahmetini eskiler çekti. Ama bu sıkıntılar da bir eğitimdi, yani yokluk ve imkansızlık içerisinde üretebilme kabiliyetini kazındık. Doğru Yeşilçam çalışanı olmak, zorluklara talip olmaktı. Yeşilçam dan 3 araba kalkıp sinema emekçisine iş imkanı sağlıyordu. Çalışma şartları ağırdı. Soğuk, yemek ve diğer şartlar çok bizleri hırpalıyordu. Hatta yemek olarak verilen ekmek arası kaşar önemliydi. Eğer başka bir yapımcı  ekmek arası kaşarın yanında salam da veriyorsa, o bir dilim salam için onu tercih ederdik. Teknolojik şartlarda ağırdı. Yani bugünkü gibi kolaylıklar yoktu. Çekimler şartlar ve imkânlar azami derece de kullanılarak yapılırdı. Hollywood çekimlerini duydukça çok imrenirdik. Aramızda bunun muhabbetini çok yapardık. Acaba  ne zaman bizde öyle bir rahatlıkla filmler yapacağız diye kendi aramızda yakınırdık.  Düşünebiliyor musunuz hiç montajsız film çektik yani kesecek bir kare bile bize  bir külfetti.Onun için hiç montaj yapmadan film çektiğimiz oldu.Malzeme kıtlığı işte bu seviyede idi.

Size bir şey daha söyleyeyim; 1980’li yıllarda tutulan sof görüntü elde etmek için kadın çorabını geçirerek veya vazelin yağını mercek  üzerine sürerek koyarak elde ederdik,  filtre olmadığı için.

Dr. İhsan AYDIN-Bugünün şartları nasıl. Türk Sineması hakkında ki görüşleriniz nelerdir?

Bugünün gençleri çok şanslı. Türkiye sinema da son derece gelişmiş teknolojik araç ve gereçleri kullanmaktadır. Yani ünlü Amerikan filmleri kadar bizde film yapıyoruz. Çok başarılı gençlerimiz var. Bugün Türk sineması çok iyi yerde. Artık yapımcılar 3-5 araba değil 400 araba iye sinema emekçisi taşıyorlar. Yani bu günde 4000 sinema emekçisi işe gidiyor demektir. Sektör  iyi  iş yapıyor demektir.

Ayrıca  bu sektörde önemli alanlarda var.Video, klip,diziler, tanıtım ve reklam filmleri. Biraz bilgi biraz birazda şans işi iyi götürenler  var. Bunlar Türk sinemasını olumlu yönde geliştiriyor.Kalite artıyor.Herkesin dediği gibi çıta yükseliyor.

Dr. İhsan AYDIN- Gençlerimizin sinemaya bakış açısı nasıl? Gelecek için neler söylemek istersiniz?

Öncelikle hemen şunu söyleyeyim. Sinemayı tercih eden gençlerimiz neyi istediğini iyi biliyor. Yani kara düzen değil de, tercih yaparak geliyor. Yani yönetmenlik istiyorsa o branşta seçimini ve çalışmasını yapıyor. Kameranlık istiyorsa başka şeylerle meşgul olmuyor. Türk gençliğinin kendini ifade etme, içindekini dışarı vurmak gibi bir eğilimi var.Bunu eskiden şiir yazarak yapan gençlik şimdi bu eğilimini teknolojik imkanları kullanarak ve bilinçli şekilde yapıyor. Sinema bu yüzden  sürekli gelişiyor. Gençler sinemada kendinden çok şey buluyor. Ben Türk Sinemasının geleceğinden çok ümitliyim. Çünkü dinamik ve üreten gençliğimiz var.



Dr. İhsan AYDIN- Sinemayı meslek edinmek isteyen gençlerimize neler söylemek istersiniz?

Önce kablo taşımakla işe başlasınlar. Bu işin ana temeli. Kablo taşımak sinemanın ruhunu hissetmektir. Eskiden seçenek azdı. Bir masaya benzetecek olursak, sofrada bir tabak yemek vardı. İki olmazdı. Ama şimdi öyle değil, maşallah açık büfe gibi, kim nasıl isterse öyle karnını doyurur. Başlamak önemlidir. Çalışmada bilgi yanında yetenek ve şans unsuru da bu meslekte önemlidir. Sabretmek lazım. Gençlerimiz bugün çok şanslı. Kullanılan teknoloji ile hem zaman ve hem de iş gücünden önemli ölçüde yararlanmaktadırlar. Bunu da iyi kullandıklarını görmekteyim. Tabii ki sinema zor sanat olduğundan, yaptıkları işe gönül vermeleri  lazım. Duygu boyutu zengin olması lazım. Sektör çok alanlı olduğu için bu meslekte ekmek var derim. Gençlerimizin çok iyi işler yaptığını görüyorum ve daha iyisini  yapacaklarına da eminim. Ayrıca tanıtım filmlerine önem versinler. Bu çok ciddi bir iş. Yani tanıtımını yaptığınız sektör, onu izleyenler o sektörde uzman kişiler olduğu için hata yapma ve hayali şeyleri kaldırmaz. Bu yapımlarda hata o yapımcının bitmesi demektir. Hiçbir gencimizin bu şekilde birikimini heba etmesini arzu etmem.

Dr. İhsan AYDIN-Bize yaşadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Benim bir hocam vardı. Sete girer girmez bir şeyler kırar ve dökerdi.Yani aksilikle işe başlardı. Bizlere de yönetmen aksilikleri gidermekle işe başlamalıdır diyerek, önce o aksiliği ortadan kaldırır ve öyle işe başlardık. Bu bana uygulamalı ve kalıcı bir ders olmuştur.

Dr. İhsan AYDIN-Dergimiz aracılığı ile okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Biz sinemacıların bir sözü vardır.İnsan insana beddua edecekse Allah seni setsiz bıraksın demesi yeter.Hakikaten bir sinemacının setsiz ve prodüksiyonsuz kalması kadar zor bir şey yoktur.Sinemayı meslek edinmiş tüm insanlara işlerinde başarılar dilerim.Süreli yayın çıkarmanın ne kadar zor olduğunu bilirim .Buda bir gönül işi.Size yayınlarınızda başarılar dilerken derginiz okurlarına da bol sinemalı günler dilerim.

aydınlıkkartal.com
                                                                                                                                           Alıntıdır.....