20 Kasım 2011 Pazar

Sinemada İnanç


Sinema toplumda olup-bitenlerle ilgi kurabildiği ölçüde ilgi görür. Aslında bu öteki sanatlarla da bağlantılıdır. Bilindiği gibi sinema sözü, sesi, görüntüyü, düşünceyi birleştirerek bir yeni yapı kurmak amacındadır.

Türkiye'de bir şu kadar zamandan beri tartışmaların odağında "din" var. Türkiye "din"le olan davasını karara bağlayamamış durumdadır. Bu pozisyon tarafları tedirgin ediyor ve verimsiz kılıyor.

Yine de ülkenin -garip bir şekilde- modernleştikçe dindarlaştığını söylemek abes değildir. Bakınız ülkeyi idare eden hükumet için dahi dindarların desteklediği kadro deniyor. Kısası ülkemizde epeyce bir zamandan beri dinî ağırlığı olan bir atmosferin havası solunuyor. Bu yıl "Altın Portakal"da yarışan filimlerin konularına baktığınızda, Türk sinemasının geniş ölçüde bu atmosferden etkilendiğini görebilirsiniz. (Belki de moda olan postmodern düşünce ve sanattan etkilenerek "gizem avcılığı"na soyundular.)

En çok ödül alan filmin adı "Takva". Ve doğrudan dinî-tasavvufî bir film. Zeki Demirkubuz'un filminin ismi "Kader". Reha Erdem "Beş Vakit" ile karşınızda. Daha önce "The İmam" ile "Dabbe"yi seyretmiştik. Bir ara "Araf" gösterildi. Unuttuklarım olabilir. Son öğrendiğim, Barış Pirhasan'ın da böyle bir film çektiği: "Adem'in Trenleri". Filimde Cem Özer bir imamı oynuyor. Pirhasan kendisiyle yapılan konuşmada şunları söylüyor:

- 'O da beni seviyor'da da inanç konusuna eğiliyordunuz. Bu film de yine inanç temelli. Bu konuyu işlemenizin sebebi nedir?

- İnsanın kendi ruhuyla hesaplaşması, inanç-inançsızlık; dünyaya gelme nedeni üzerine kafa yorması... Benim için daha önemli bir mesele yok.

- Geçen yıl 'The İmam' vardı bu yıl 'Takva'... İnanç meselesini ele alan filmlerin artmasını nasıl yorumluyorsunuz?

- Bu Türkiye'de genel sosyo-ekonomik, kültürel, politik iklimin bir sonucu. Bu çok doğal. Din ve İslamiyet Türkiye'de siyasi iktidar, islami grupların verdiği mücadeleler sonucunda çok güçlü bir şekilde gündeme geldi. Sinema ülkede olup bitenleri barometre gibi yakalar ve o meseleleri tartışmaya başlar. Birçok ahlaki, etik, politik meseleler filmler gündeme geldikçe konuşuluyor. Bize düşen bunu bir moda, seyirci tuzağı olarak algılamamak. Ama tam olarak bu bir din filmi değil.

- Film Ramazan'da başlıyor ve Bayram'da bitiyor. Karakterlerden biri hoca. Ama siz bir din filmi değil diyorsunuz.

- Biliyorsunuz 'O da Beni Seviyor'da da inançla ilgilenmiştim. İlgimi çekiyor bu konu. Benim anladığım anlamda inanç, insanı sahiden kendine ve çevresine daha az zarar verir, daha çok yarar verir hale getiriyorsa bir anlam taşıyor. (17 Ekim 2006-Radikal)

Ben bu filimlerin hiçbirini -şimdilik- görmedim. Ama yönetmenlerin konuşmalarını okudum, filimler hakkında yazılan yazıların bir kısmını gördüm. (Meselâ 15 Ekim Pazar. Radikal 2 de "Beş Vakit" ile ilgili güzel bir eleştiri vardı).

Endişem şudur: Yönetmenler dinî meseleleri önemsiyorlar ama dini öğrenmeye yanaşmıyorlar. Biz halkın yüzde 99unun müslüman olduğu bir ülkede, uzun yıllar sinema filimlerinde doğru-düzgün bir namaz sahnesi göremedik. Tutarlı bir imam tipine raslayamadık. Bilindiği gibi İslâm toplum hayatına, kişinin hayatının her vechesine müdahale eder. Bu müdahale güçlüdür, hâlâ çok güçlüdür.

Biz bu gücü sinemada göremedik. Yani toplumun muharrik gücünü izleyemedik. Yazık, çok yazık. Umarız genç yönetmenler, dinî içerikli filimler çekmeden İslam'ı öğrenmeye gayret eder; kulaktan dolma yarıbuçuk bilgilerle böylesi esaslı bir işe soyunmazlar. Oryantalist tutumlar onlara bir yarar getirmez.

Genç sinemacıların varlık, inanç, günah, öte dünya, Allah, vicdan vb. gibi insanın en temel meselelerine eğilmelerini sinemamızın derinlik kazanması için önemsiyorum. Ama bu donanım ister. Cehalet içinde doğru ve güzel bir film yapılamaz.

Unutmayın, yarım hoca dinden eder, yarım doktor candan eder.

Mustafa Kutlu
01.11.2006 09:55
5 yıl önce
Kaynak: yenisafak.com.tr

haberpan.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın