9 Aralık 2011 Cuma

'Hoca camide!' ya da psikolojik harbin sinema boyutu


Başrolünü Perran Kutman’ın oynadığı bir dizide sık sık tekrarlanırdı, “Hoca camide!” ifadesi. Kendini eğitime adamış idealist bir öğretmenin okul ve aile hayatı çerçevesinde yaşadıkları anlatılıyordu dizide.
 Talebelerinin her sorunuyla yakından ilgilenen öğretmenin en kızdığı husus, kendisine “hocam” diye hitap edilmesiydi. O da her defasında “Hoca camide!” diyerek karşılık veriyordu öğrencilerine.

Sıradan bir cümle gibi görünse de “Hoca camide!” repliği, Türkiye’de bir kesimin dine, dinî değerlere ve bunları temsil eden hocaefendilere hangi gözle baktığını gösteriyor bize. Sınırları modernleştirme çerçevesinde belirlenmiş bir alana hapsedilen din anlayışı burada sözünü ettiğimiz husus. Buna göre din sadece camilerde hayat hakkı bulan bir değerdir. Dine ait inançlar, uygulamalar asla hayatın bir parçası değildir ve olamaz da... Dini çağrıştıran semboller de öyle… Din adamları, ilahiyatçılar, imamlar, müezzinler, vaizler, hocalar, hocaefendiler yalnızca caminin meşrutası içinde varlıklarını sürdürebilirler. Onlara duyulan ihtiyaç da sınırlıdır hâliyle. Cenaze namazında veya ölmüşlerin ruhuna bağışlamak amacıyla mevlit okunacağı zamanlarla sınırlı.

Dünden bugüne devam eden bir olgu bu din ve dinî değerleri “hor görme” hâli. Bu “çarpık” bakış açısı kitaplarda, dergilerde, gazetelerde, ekranlarda en uç örnekleriyle çıkıp duruyor karşımıza. Ömer Seyfettin’in “Falaka” hikâyesinde de, Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” romanında da, Yeşilçam’da çekilen bir dizi filmde de görmek mümkün onları; yani koca göbekli, kirli sakallı, üçkâğıtçı, karısı olduğu hâlde köyün genç kızlarına musallat olan, öğrencilerini falakaya yatırıp acımasızca döven hacı hoca tiplemelerini…

Hâlbuki gerçek anlamda ne din böyle anlatıldığı gibi “kötü” bir inanç halitasıdır ne de inanan insanlar karikatürize edilen bu tipler gibi “iğrenç” varlıklardır. İnsanın ruhî yönünü besleyen bir imandır, bir inançtır din. Ona dünyadaki varlık sebebini hatırlatır. Hayatını belli disiplinler içinde yaşamasını sağlar. İnsan-ı kâmil olmanın yolunu gösterir. Ve en önemlisi de ona sosyal bir varlık olmasını, insanlarla temas kurmasını tavsiye eder. Kısacası din hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. İslam ise bu konuda diğer dinlerden daima çok öndedir. Günlük hayatın her anında varlığını hissettirir çünkü… Öyle olduğu için de dünyanın dört bir yanında insanlar, huzuru dinî değerlerde arıyor. Moderniteyle tarumar olan ve hayatlarından çıkıp giden değerleri yeniden keşfediyorlar. Tabii İslam’ın sunduğu güzellikleri de…

Türkiye de bu gelişmelerin dışında değil elbet. Onca menfi propagandaya rağmen milletimiz “bizi biz yapan” değerlerle yeniden buluşuyor. Hem de yılların biriktirdiği tortulara aldırmadan. Ancak kimileri için bu eğilim çok tehlikeli. Zira “Aydınlanma” çağını yaşayan insanların “Ortaçağ” karanlığına dönmesi anlamına geliyor bu büyük buluşma… Onun için “irtica” yaygaraları koparılıyor. Amaç, dün olduğu gibi bugün de insanları dinden soğutmak ve dinî değerlerden uzaklaştırmak. Bunun için yazılarda Kur’an ayetleri rastgele yorumlanıyor, dinle diyanetle alakaları olmayanlar konjonktüre uygun “fetvalar” veriyor.

Şimdi gündemde yine dini, “sinema” diliyle insanların gözünden düşürmek var. İslam’ı terörle özdeş gösterebilmek için sinemanın diline sığınmak ya da... Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Aczmendiler tiyatrosundan alınan dersler, bunun daha usturuplu olacağını gösterdi sanırım. Bu hafta vizyona girecek film böyle bir serinin halkası gibi. Üniversite eğitimi sırasında bir “öğrenci evinde” kalan, zamanla modern hayatı bırakıp dindar insan hâline gelen, sonunda da intihar bombacısı olan Umut’un hikâyesi anlatılıyor filmde. Enteresan değil mi? Peki bu kimin hikâyesi sizce?

İyi haftalar.

Mehmet Yılmaz
aksiyon.com.tr
                                                                                                                                         Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın