Mahşerin üç atlısı Cannes, Berlin, Venedik’in kuyruğuna yapışabilecek denli saygın bir festival söylemek gerekirse, akla ilk gelenlerden birisi kuşkusuz Toronto olur. Otoritelerce Oscar’ın da habercisi kabul edilen Kuzey Amerika’nın bu önemli film şenliği her eylülde şehrin merkezine yayılmış 40’a yakın salonda yüzlerce filmi ağırlıyor.
Kuzey Amerika’da her sene eylülün ilk pazartesi günü Emek Günü (Labour Day) olarak kutlanır. Yaz sezonu için son kez bir tatil fırsatı sunar bu gün. İşte Emek Günü’nü takiben perşembe günü de Kanada’nın Ontario eyaletinin merkezi ve ülkenin en büyük kenti Toronto için festival vakti gelir çatar. Yüzbinlerce insanın salondan salona koşturmaya başladığı festival, belki de bu endüstriyel kentin, sanatı en çok kokladığı dönemidir.
40’a yakın salonda 300-400 civarı film, kaşiflerini bekler. Yüzbinlerce insan, ellerinde festival programıyla bir o yana bir bu yana koşturur. Yıllar önce kentin Yorkville semtinde bugüne oranla mütevazı sayılabilecek koşullarda başlayan festival, bugün kentin birçok yerindeki sinema salonlarına dek yayılmış durumda. Ayrıca sektör profesyonelleri kadar, halka açıklığıyla da Cannes, Berlin ve Venedik’in o ‘burnundan kıl aldırmaz’ yapısından uzak bir majör festival atmosferi sunuyor Toronto.
Diğer bir deyişle, halk katılımı ile sinemanın ‘pazar’ yönünü bu üç festivale göre daha iyi dengeleyen bir festivalle karşı karşıyayız. Film endüstrisinin nabzını tutan Variety dergisi 1998’de “Üst düzey filmler, yıldızlar ve piyasa etkinliği açısından Toronto, Cannes’ın hemen ardından geliyor” diye yazmıştı. 2007’de Time dergisi Variety’nin iltifatını da ikiye katlayacak şekilde son noktayı koyuyordu: “Toronto sonbaharın en etkileyici film festivalinden tüm sezonun en çok etkileyici film festivaline dönüşmüş durumda. Nokta.
HALK SEÇİMİNİ YAPIYOR
Festivalin ana üssü, aynı zamanda kentin kültürel merkezi ve kayda değer gökdeleni olan Bell Lightbox ve Festival Tower. 1994’ten beri Piers Handling’in başkanlığında ilerleyen Toronto Film Festivali bir süredir anaakım Hollywood filmlerine daha fazla dikkat kesilmeye başladı. Bu elbette bağımsız filmlerle olan bağını azalttığı anlamına gelmiyor. Pek çok ulusal sinema da, festivalin ilgi çekici bölümleri arasında kendisine yer bulabiliyor. Örneğin 2008’de ülkemizden “Pandora’nın Kutusu”, “Süt” ve “Üç Maymun” festivalin gösterim programındaydı. Geçen sene ise City to City (Şehirden Şehre) başlığı altında bir bölüm koymuşlardı. Şehirlerden biri de İstanbul’du ve “11’e 10 Kala”dan “Hayat Var”a sekiz filmimiz festivalde bu başlık altında gösterilmişti.
Bununla birlikte, auteur yönetmenler, Kanada sinemasının öne çıkan örnekleri, Afrika, Güney Amerika ve Asya kökenli filmler de Toronto podyumunda endamlarını sergileme şansı elde edebiliyorlar. Toronto’nun alışılageldik bir jüri veya ödül sistemi yok. Bu, filmlerin rekabetten yoksun, daha dostane bir atmosferde sergilenmelerini sağlıyor. Herkesin gözünün üzerinde olduğu yegane ödül People’s Choice (Halkın Seçimi) Ödülü. Festival takipçilerinin oylarıyla belirlenen bu ödül, aynı zamanda Oscar’ın da habercilerinden sayılıyor.
Başka bir deyişle, Oscar yarışı gayri resmi bir şekilde Toronto’da başlıyor. Evet, aslında son yıllarda ‘Oscar’ı muştulayan film festivali’ etiketi Toronto’nun üzerine yapışmış durumda. İlginç biçimde, festivalin popülaritesini de artıran bir unsura dönüştü bu. Rekabetten azade havası, Avrupa festivallerine kıyasla ucuz sayılabilecek katılım maliyetleri, film düşkünü izleyici profili ve tarih olarak zamanlaması da burayı filmler için tam bir cazibe merkezi haline getiriyor.
2000’li yılların başında “American Beauty” ve “Ray” burada dikkat çekmişlerdi. Jamie Foxx’un “Ray”deki performansı ilk burada övgülere boğulmuştu ki, aktör sonradan evine bir adet Oscar heykelciği götürmeyi başarmıştı. Son yıllardaki Halkın Seçimi Ödülü’nün galibi olan filmlere bir bakalım. Geçen sene Oscar’ın galibi “The King’s Speech”, iki Oscar’lı “Precious”, üç yıl öncesinin sürpriz Oscar şampiyonu “Slumdog Millionaire” hep Toronto’da Halkın Seçimi Ödülü’nü kazandıktan sonra Oscar podyumuna tırmanmışlardı.
Anlayacağınız, festival filmler için Oscar öncesi kritik bir payanda teşkil ediyor. Biraz da bu Oscar rüzgarı yüzünden, özellikle Kuzey Amerika’nın yazılı ve görsel basını New York Times’dan The Hollywood Reporter’a, Access Hollywood’dan Entertainment Tonight’a Toronto Film Festivali’ni sayfalarında ve yayınlarında çok geniş görürler.
Festivalin diğer ödüllerini de bir çırpıda sıralayacak olursak… Halkın Seçimi En İyi Belgesel, Halkın Seçimi En İyi Geceyarısı Çılgınlığı Filmi, En İyi Kanada Filmi, En İyi Kanada İlk Filmi, En İyi Kanada Kısa Filmi, uluslararası eleştirmenler derneği, FIPRESCI’nin Özel Sunum Ödülü ve Keşif Bölüm Ödülü başı çeken diğer ödüller.
FESTİVALLER FESTİVALİ
Festival ilk kez 1976’da düzenlendi ve daha o yıl dünyanın en prestijli film festivalleri arasına adını yazdırmayı başardı. O zamanlar ismi Festivaller Festivali idi; bu isim 1994’te Toronto Uluslararası Film Festivali’ne dönüştürüldü. Kurulduğu yıl 30 ülkeden 127 filmi 35.000 kişi takip etmiş. 2010’da ise bu rakamlar 64 ülkeden 336 uzun metraj ve 500.000 takipçiye evrilmiş. 1976’daki ilk festival Alman sinemasının o dönemki ustaları Fassbinder, Herzog ve Wenders’in Kuzey Amerika’da daha iyi tanınmalarını sağlamıştı. Sonraki yıllarda ise Paul Haggis, Jason Reitman, Michael Moore, David Cronenberg ve John Woo gibi çok önemli sinema adamlarının kariyerlerini parlattı.
Bu ay Moviemax Festival’de izleyeceğiniz Kanadalı Xavier Dolan’ın henüz 20 yaşında yönettiği ilk filmi “I Killed My Mother” da 2009’daki festivalin gözdelerindendi. Dolan bu filmiyle o genç yaşında bir yönetmen için eşine zor rastlanacak bir başarıya imza atmıştı. Kuşağın öne çıkan bir diğer filmi ise acar bağımsız Kevin Smith’in 2008 yapımı filmi “Zack and Miri Make a Porno”. Dara düşen iki eski dostun sonunda kendilerini bir porno film çekerken bulmaları üzerine kurulu öyküsü Kevin Smith’ten aşina olduğumuz hınzırlıklar barındırıyor.
Yine geçen sene dünya galasını Toronto’da yapan “Everything Must Go”da komedyen Will Ferrell’ı pek de alışık olmadığımız ölçüde dramatik bir rolde izleyeceğiz. Alkolikliği yüzünden hem karısını hem işini yitiren bir adamın her şeye sıfırdan başlama çabalarına tanık olacağız.
Bu sene 8-18 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek ve Davis Guggenheim’ın U2 belgeseli “From the Sky Down”la açılacak olan Toronto Film Festivali genç yaşına rağmen kısa sürede Hollywood’un pazarlama makinesinin hayati bir dişlisi oldu. Gelin görün ki, aynı zamanda, açık fikirli bir izleyici kitlesiyle bütünleşmiş, filmlerin yarışmaktan ziyade sergilenerek değer kazandığı ve kendine özgü kimliğiyle dünyadaki emsallerinden farklı bir duruş geliştirmiş bir festival.
Burçin S. Yalçın
Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın