20 Ekim 2011 Perşembe

Serdar Akar ile Röportaj


Ölüm sahnesi çekmeyi sevmiyorum

İyi bir yönetmen olmanın hayatı çok sevmekle alakalı olduğunu söyleyen Serdar Akar, bunun bir nevi ölüm korkusunu da yükselttiğine inanıyor

İyi bir yönetmen olmanın hayatı çok sevmekle alakalı olduğunu söyleyen Serdar Akar, bunun bir nevi ölüm korkusunu da yükselttiğine inanıyor. Her bölüm kanın döküldüğü mafya ve “derin devlet” ilişkilerinin ele alındığı Kurtlar Vadisi’nden sonra bu sezon da Sağır Oda’yla yine bir bulmacayı yönetmeye başlayan Akar,yeni dizisini ve hayatını anlattı


Sağır Oda bu sezonun en gösterişli başlayan dizilerinden biri. Hatta neredeyse başlamadan seyircisiyle buluşmuş bir dizi. Çünkü medyada Kurtlar Vadisi’nin yerini alacak dizi diye tanımlanıyor. Sizce bu her iki diziye de haksızlık değil mi?

Büyük haksızlık ve kötü bir şey. Kurtlar Vadisi’ni çekmeme ve şimdi de Sağır Oda’yı yapmama rağmen beni bile çok rahatsız ediyor ki diğerleri hiç sevmiyordur bence. Medyanın tanıtım ve pazarlama işine kafam basmıyor ama doğru bulmuyorum bu tanıtımı. Ne alakası var, niye iki iş birbirinin içine böyle geçsin. Bu söylemlerden bence herkes rahatsız.

Kurtlar Vadisi ekibinden Soner Yalçın ve siz ayrılıp şimdi Sağır Oda’yı yapıyorsunuz. Orada bilmediğimiz bir sorun mu var?

Hayır, bir sorun olmalı mı? Dizinin yapımcısı Timur Savcı önerdi bana bu işi. Kurtlar Vadisi Irak filminden sonra o ekip henüz ne yapacağını bilmiyordu, ben de beklemek istemiyordum. Bu iş ya da başka bir iş nasılsa yapacaktım. Timur’la bu yaz çektiğim “Barda” filminden dolayı bir iş ve para ilişkimiz vardı. Sağır Oda değil de başka bir iş olsaydı da biz Timur’la yapacaktık. Sağır Oda hakkında bir fikir versin diye kendileri için hazırladıkları tanıtımı gösterdiğinde çok etkilendim. Televizyondaki tanıtım da mutlaka bu olsun dedik zaten. Bir dizi için böyle bir başlangıcı, yani belgesel görüntüye dayanan bir fikri daha önce duymamıştım. Benim hissettiğim “tuhaf bir şey geliyor galiba”ydı. Tek aklıma takılan o belge görüntülere dayanarak hazırlanmış fikrin kanlı canlı hale nasıl dönüşüceğiydi. Bunu çok düşündüm açıkcası. Belgesel ve kurmaca içiçe geçmeliydi çünkü. Geçen gün bir senaryo geldi, Rusya’daki Yahudiler’den kaç bilezik, kaç yüzük toplanmış isim isim... Bunları dizinin içinde belge olarak kullanacağız mesela.

YAHUDİLERİN ALTINLARI BİR TÜRK’TE

Sağır Oda tam olarak ne anlatacak seyirciye...

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’in Naziler tarafından toplanan altınlarının bir kısmı bir Türk’e verildi. Toplanan altınların değeri 86 milyar dolar. 110 bin ton altın. 10 bin onu kayıp, bir yerlerde gömülü. Nerede olduğu belli değil. Bu bir rivayet değil gerçek. Dizi bize bu gerçeği ispatlayacak. Eğer Türkiye’de bulunursa bu altınlar İsrail’in bunu bizden faiziyle alma hakkı var. O yüzden dizinin tanıtımında “Annelerinizin yastık altındaki altınları tehlikede” diyoruz. Gömülü altının çok az bir bölümü aktif hale gelmiş, işleten de bir Türk.

Dizide ülkenin önde gelen holdinglerinden birinin nasıl bir imparatorluğa dönüştüğünü anlatıyorsunuz, holding sahibi Türk altınları işleten Türk mü ve kim?

Bilmiyorum, seyirci kendi benzetmelerini yapacaktır. Dizinin hikayesi varlıklı zengin bir aileye odaklanıyor. Ailenin etrafında bir istihbaratçı, bir güvenlikçi, bir profesör var. Bunlardan yalnız birinin hikayesi gerçek hayattan gerisi kurmaca...

Siz çektiğiniz fimlerin çoğunlukla senaryolarını da yazıyorsunuz. Başka ekiplerin yazdığı senaryoları çekmek sizi ürkütür mü ya da canınızı sıkar mı?

Bu kolay olmuyor gerçekten. Önce kesinlikle ne demek istediklerini anlamam lazım. Bir zaman alıyor tabii senaryo ekibiyle sinemasal olarak aynı bakış açısına sahip olmak. Biz şu an senaryo ekibiyle bu süreyi yaşıyoruz aslında.

Dizinin ilanlarında Soner Yalçın ve Serdar Akar ismi ön planda. Sanırım bir dizinin yönetmeni ilk defa bu kadar ön plana çıkıyor. Türkiye’de yönetmenler değil yapımcılar tanınıyor çünkü. Seyirciye ne demek istiyor bu ilanlar... Büyük ikili, büyük buluşma, Kurtlar Vadisi ekibi dağıldı biz artık Sağır Odayı yapıyoruz...

Yönetmenin adının böyle yazılması gerçekten bir dizi için ilk defa görülmüş bir şey. Tanıtım grubu seyirciye “Buradan iyi iş çıkar, seyredin” diyor bence. Kurtlar Vadisi ekibiyle de bir sorunum olmadı, onlar daha bir iş yapmayacaktı ben de hemen yapmak istiyordum. Bekleyemezdim, para kazanmam lazımdı.

Siz Kurtlar Vadisi dizisinin dışında, Kurtlar Vadisi Irak filminin de yönetmeniydiniz. İyi bir film oldu mu ya da 10 milyon dolarlık bir film oldu mu o sizce? Çünkü siz çok daha küçük bütçelerle iyi filmler yapabilen bir yönetmen olarak tanınıyorsunuz.

Ben hayatımda ne 10 milyon dolar gördüm şimdiye kadar, ne de görebilirim bundan sonra. Gördüğüm bütün paraların toplamı bile o kadar etmeyebilir ama 10 milyon dolar harcanırdı o filme. O boyutta yapılan film için harcanabilir bu rakam. Türkiye’de çekildiği için bu kadar pahalı oldu tabii, masraflar katlanıyor. Amerika’da çeksen bu filmi çok çok ucuza çekebilirsin. Gerçi onlara bu kadar harcamamalarını söyledim, gerek yoktu belki de. Ama yapmak istediler, bu cesaret de kötü değil. Hiç kimse bu kadar parayı bir filme bağlamazdı gerçekten. Takdir etmek lazım. Film de kötü film olmadı. Der Spiegel’den aradılar röportaj yapmak istediler, istemedim, “Filminiz Almanya’da yasaklandı konuşmak istemiyor musunuz?” dediler. Pentagon’da konuşulan tek film bu. İyiydi yani. Üniversiteden hocalarım çok beğendi. Şu anda mezun olduğum okulda -Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü- öğretim görevlisiyim. Aslında bu sezon beni heyecanlandıran en büyük iş bu. Eski bir öğrenci öğretmen oluyor ilk defa o okulda. Kantinde içkiler içen, yaramaz ama çalışkan bir öğrenciydim ama sert bir hoca olacağım sanırım. Neyse, bu öğretim üyeliği için dosya hazırlarken Kurtlar Vadisi Irak’ı da koymamı çok istedi hocalarım mesela. Büyük çapta bir filmdi çünkü.

HAYATI BECEREMİYORUM

Her yönetmenin aklında bir tane çok çekmeyi istediği film vardır ya...

Neyi çekiyorsam o anda en çok yapmak istediğin film o aslında. Şimdi Barda’yı çektim gelecek yaz Madende’yi çekmek istiyorum. Ölürken aklımda proje kalacak mı onu merak ediyorum, sanırım kalacak bu çok kötü işte. Çünkü sinema doğal hayata olan saygının ritüeli...

Hayatın kendisi mi yani...

İyi bir yönetmenseniz bunun hayatı çok sevmekle çok yakından bir ilgisi var. Hayatı çok sevmek de ölüm korkusunu devreye sokuyor. Çok seviyorsun ve vazgeçmek istemiyorsun hayattan. Sinema o hayata saygının töreni işte. Ölüm sahneleri çekiyorum ama bunu hiç sevmiyorum aslında, içimi sıkıyor o sahneler. Gerçi hayata sagısı olanın ölüme de saygısı olmalı... Ama ölüm benim içimi sıkıyor.

Ne zaman bir film çekmek istediğinizi anladınız? Çünkü Bolu Yüksekokulu Sevk ve İdare Bölümü’nden mezunsunuz Mimar Sinan’a gitmeden önce değil mi?

Üç kardeşiz biz aslında ama ben onlardan ayrı büyüdüm, anneannem büyüttü beni. Dedemin sinema salonları vardı, yazlık ve kışlık. Adapazarın’da. Yazlığın önünde havuz vardı, ara olduğunda fiskiye çalışırdı. Balkonunda mermer masalar vardı ve eldivenli garsonlar hizmet ederdi. İlk filmimi anneanemin kucağında seyrettim, Tarzan. 5 yaşında okula başladım. 20 yaşında üniversite mezunuydum. Askere gittim, askerdeyken Mimar Sinan sınavlarına girdim ve kazandım. insan eninde sonunda en istediği işi yapıyor. Başka bir iş bilmiyorum ki. Başka hiçbir şey yapamam. Hayatı beceremiyorum bırakın başka bir işi. Evliliği beceremedim, evde elimden hiçbir iş gelmez, araba kulanmaktan anlamam, insanların ne konuştuklarını bile anlamıyorum bazen...

24.09.2006
Haber: Sanem Altan
                                                                                                                                     Alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın