25 Ekim 2012 Perşembe

Sinema eskisi gibi etkili değil


Sinemanın yerini önce televizyon şimdi de internet aldı diyen ünlü yönetmen Istvan Szabo, “Gücü azalınca sinemaya destek de azaldı. Bugün eğlence endüstrisi içinde küçük bir yeri var sinemanın” diye konuştu

49. Antalya Film Festivali’nin Uluslararası Jüri Başkanı Istvan Szabo ile sohbet etmeyeli yıllar olmuş.  Ortaköy’de bir öğle yemeğinde buluşuyoruz. Sinemanın gidişatından, insanlığın hâllerine, konuşacak o kadar çok şey var ki...  İstanbul’a davet ettiğim anı, festivalin ilk yıllarında gösterdiğimiz o güzelim filmleri, ‘Baba’, ‘Aşk Filmi’, ‘İtfaiyeciler Caddesi 25’, ‘Budapeşte Masalları’, ‘Güven’, ve tabii ‘Mefisto’yu unutmak mümkün mü?

‘Tutarlılık ve cesaret’
Biliyorum, herkes Antalya izlenimlerini merak ediyor, ama daha ilk anda anlıyorum ki, bu konuda konuşmaya hiç istekli değil... Yalnızca, büyük ödülü verdikleri Macar yönetmen Cristina Deak’ın filmini soruyorum, bir de bizim sinemamızın yeni ürünleri hakkındaki düşüncesini. “Ne yazık ki, Ulusal Yarışmadaki filmleri izlemeye vaktimiz olmadı.” diyor.  Gene de genç kuşağa ilişkin kaygıları olduğunu anlıyorum, satır aralarından...  “Kimliğini yitirmemek, tutarlılık ve cesaret önemli. İkinci el Tarkovskileri, Fellinileri, Antonionileri kim ne yapsın?”.
En iyisi, geçenlerde Film Ekimi’nde izlediğim son filmini, “Kapı”yı aralamak. “İnsan ilişkilerindeki gerilimi, ilişkilerin kırılganlığını, insanların birbirini etkileme çabasını, birbirini anlamanın ve sevmenin ne kadar zor bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım.” diyor. Peki, “Kapı” bir metafor mu? “İlk düzlemin ötesine geçerseniz, bir başka düzlemde de yorumlayabilirsiniz:  politikacılar da insanları etkilemeye çalışmıyor mu?”
Günümüz sinemasının apolitik tavrından hoşnut değil. “Bizim kuşağımız, insan ilişkilerinin toplumsal ortamdan bağımsız olmadığına inanırdı.  Bireyi anlatırken, etrafındaki dünyayı da anlatmak isterdik. Sonraları, çürüme ve umutsuzluk gençleri siyasetten soğuttu; sinik bir bakışa yöneltti.” Birbirleriyle konuşmak yerine, yan yana oturup ‘chat’leşen gençlerin dünyasını sorgulamaktan kendini alamıyor... Tabii, sinemanın da payı var bunda. Ama “Sinema eskisi kadar etkili değil. Önce televizyon, şimdi de internet aldı yerini.”.  Sinemaya kamu desteğinin azalmasını da buna bağlıyor. “Gücü azalınca destek de azaldı. Bugün eğlence endüstrisi içinde küçük bir yeri var sinemanın.”.
Amerikan sinemasının ana akım filmlerinin, insanların ilişki düzlemlerini belirlediğini vurguluyor.  “Amerikalılar gibi giyinen, onlar gibi davranan” kuşaklardan yakınıyoruz.  Sonra, sinemasının temel sorunsallarından biri olan ‘aydın sorumluluğu’na geliyor sıra.

‘İyi yapan tehdit altında’
‘Mefisto’nun, ‘Taraf Tutmak’ın, sanatlarını icra edebilmek için egemen siyasal sisteme boyun eğen kahramanlarının dramını anlamaya çalışsa da, sahne ışıklarının altındaki insanların, sıradan insanlardan daha fazla sorumluluk taşıdığına inanıyor. “İki fırıncı düşünün, biri daha güzel ekmek yapıyorsa, onun sorumluluğu daha fazladır. Çünkü başkalarını etkileme gücü daha fazladır.” “Taraf Tutmak”ın kahramanı ünlü orkestra şefi Furtwangler’in Nazi ideolojisine yakınlık taşımamasına karşın, savaş sonrasında Hitler’in önünde konser verdi diye yargılanması ile aynı dönemde Nasyonal Sosyalist Parti üyesi olan ama savaş sonrası kimsenin hesap sormadığı bir başka şefi, Herbert von Karajan’ı karşılaştırıyor. “İşbirlikçi aydınlara örnek olsun diye hesap sorulan, işini daha iyi yapandı...  İşini iyi yapan her zaman tehdit altındadır. Onun omuzlarındaki sorumluluk daha fazladır”.

Vecdi sayar
kaynak: milliyet.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın