13 Mayıs 2012 Pazar

Sinemanın Arşimet noktası neresi?



İhsan Kabil- Uğur Vardan - Yusuf Kaplan
Uğur Vardan’ın İhsan Kabil’i itham eden yazısı ortalığı ayağa kaldırdı. Yusuf Kaplan ise sinemanın bu
yerleşik efendilerine kimleri işaret etti?

Kaldıracın bulunması insanlık tarihinde ne kadar önemli bir yere sahipse, kımıldayan resimlerin sinema
perdesinde görülmesi de o kadar önemlidir. Zira, kımıldayan resimler, yanisinemanın doğuşu, başka
gerçekliklerin, fikirlerin, haberlerin, olay ve olguların bir şekilde “kısa ve öz” biçimde insanlara aktarılmasını
sağlamaya yarar. Şimdi, Passolini ya da Tarkovsky’den bir alıntı yapsam ya da “Susan Sontag şöyle
der”, “Foucault böyle der” desem belki daha afili olurdu ama ne gerek var? Boş yere ekran kaplamaya
gerek yok!
Türk sinemasının, kaba sakal imamların ellerinde koca koca sopalarla Feridelere ve devrim öğretmenlerine
saldırmasıyla açılan film şeridi aslında hafif renk değiştirse de değişmeyen bir şey var: Körlük! Nankörlük
değil, körlük.

Yusuf Kaplan’dan körlere atılmış sıkı bir tokat
Malum, sinemanın Batı tandanslı olması hasebiyle, Batıcı gözlerde her daim muhafazakâr çevrelere karşı bir
renk körlüğü vardır. Bu renk körlüğünü ayan eden bir yazı yazdı Yusuf Kaplan: “Muhkem Bir Arşimed
Noktanız Var mı?” Bu yazı, kendisini birçok alanda bilirkişi kabul eden jakoben, sistemci, Batıdan çok Batıcı
sinema eleştirmenlerine atılmış sıkı bir tokat. Lakin, tokatın tesirinden ders almak yerine, “filmi en iyi biz
yorumlarız, en iyifilmi biz çekeriz, siz gidin camide tespih çekin” dercesine köksüz dilleriyle yazan
eleştirmenler sinema salonunda kaç kişi olduğumuzu görmüyorlar. Hatta, ne kadar azaldıklarının, sinema
diyalektiğinin merkezinden ne kadar koptuklarının farkında değiller. Az önce isimlerini zikrettiğim bazı
yönetmenlerin filmlerinifilm arası gelmeden terk edip “ekşın” (aksiyon) filmiseyretmek için internetten
“dowload” yapmaya kaçan beyefendi ve hanımefendiler en fazla son dönem Türk dizilerinden zevk alacak
bir zevksizliğe düşmüşlerdir.

Bu insanlar bir kalemde nasıl silinir!
Yusuf Kaplan bunları mı diyor? Hayır, tam olarak bunu demiyor. Adam yeme operasyonundan
bahsederken, bir şekilde arşimed noktası olmayan eleştirmenlere fena çakıyor. Aldıracaklarını pek
zannetmiyorum. Zira tilkinin bildiği yüz türkü varmış, doksandokuzu tavuk üzerineymiş! O eleştirmenler ve
sinema camiasının köşelerini tutmuş olan zatlar, “Müslüman, muhafazakâr, mukaddesatçı” eleştirmen,
yönetmen ya da yapımcılarına köhne dil ile “çağın gerisinde kaldığını” kekeleyip durmaktadırlar. Kaplan’ın
eleştirisi bu noktada başlamaktadır:

“Türkiye'de sinemanın sorunu, öncelikle sahicilik; sonra da kaynak sorunudur. Arşimet noktasını yitirmiş,
pergelinişaşırmış bir sinemanın köksüz, kaynaksız ve dayanaksız hükümranları, bir yandan başkalarının
gönüllü acentalığını yapmaktan, öte yandan da bu ülkenin en köklü entelektüel, estetik ve sanatsal
kaynaklarını(Yûnus'u, Mevlânâ'yı, İbn Arabî'yi, Itrî'yi, Sinan'ı, Levnî'yi, Fuzûlî'yi) seferber eden (Ayşe
Şasa, Enver Gülşen, Sadık Yalsızuçanlar, İhsan Kabil'in çalışmalarıyla) esaslı bir film teorisi ve (Semih
Kaplanoğlu, Derviş Zaim'in ürünleriyle) çığır açacak bir film pratiği çabası ortaya koyan ve bu girişimlerin
altyapısınısunan bir film kültürünün kitlelere ulaşmasına imkân tanıyan Ali Murat Güven, Nedim Hazar,
Nihal Bengisu Karaca ve Suat Köçer gibi arkadaşların yel değirmenlerine karşısavaşarak ortaya
koydukları heyecanı, coşkuyu, film kültürü birikimini bir kalemde silmeye kalkışmak, topu taca atmaktır.”
Yukarıdaki paragrafışerh etmeye gerek görmüyorum. Zira şerh yaparsak muhatapları “sadece seyirci”
yerine koymuş oluruz.

Sinema treninden er geç inecekler
“Körler sağırlar birbirini ağırlar” atasözüne ölümüne bağlı olan insanların
yukarıdaki paragrafı dikkatle okumaları gerektiğini düşünüyorum. Zira
sinema dili Türkiye’de oturmakta ve özellikle renk körü olan “sinema
adamları” o dilin dışında kalmaktadırlar. Denemek için “Batıya” doğru gidip
“Arşimet Noktalarına” bir daha bakmalarında, o noktayı ne kadar
ıskaladıklarında fayda vardır. Zira sinema dilini okuyamayan şartlı-izleyicieleştirmenler sinema treninden fazla geçmeden inmek zorunda kalırlar.

Bu sebeptendir ki:Bu ülkede en ciddi mesele üslûp meselesidir. Buna ek
olarak hangi "kabileden" olduğunuzdur. Üslubunuz isterse Muallakat-üs seba
ayarında olsun, kabilenize bakan çokbilmişler vardır. Onlar, geğirerek
konuşsalar da "kabile üstünlüğüne" sırtlarını dayayıp haklı olduklarını iddia
ederler. Dillerine çeki düzen vermeyen hiçbir görüş haklı olmasa gerektir. Kimisol-ulusal-köylü entelejansiya
erleri müslümanca bir sanatı göremeyecek kadar kördür. Umarız ki geçici körlüktür yaşadıkları. Yoksa Allah
muhafaza Arşimed noktasını bulana kadar epey dönüp dururlar.

Yusuf Kaplan’ın zikrettiği isimlerin ve kendisinin “bizi görün” diye bir kaygısı olduğunu düşünmüyorum. Lakin
çok görünenlerin çok fazla hata yaptıklarını bildiğimizi hatırlattığını düşünüyorum. Ayrıca filmlerin, konuların,
model ve karakterlerin, repliklerin hep aynı olması bir gün seyirciyi de uyandırır, demedi demeyin! Sinema
emek ister; heybesinden tüketen emeği zayi ederken, gün gelir emek verenler alır kamerayı ellerine!
Mansur Yılmaz, sahnede hep aynısesi duymaktan kulaklarını kapamayı tercih etti.

kaynak: dunyabizim.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın