16 Mayıs 2012 Çarşamba

SİNEMA ESTETİĞİNDE GERÇEKLİK SORUNU


‘Hareketli Fotograflar’dan ‘Kurgu’ya Geçis

Gerçekçilik tartısmalarının, hem olgu hem de estetik bir yönlenis olarak temelde iki ayrı yoldan ilerlediğini söyleyebiliriz. Bu yollardan biri var olanı olduğu gibi yansıtmak üzerine, diğeriyse toplumsal çeliskilerin temelindeki ‘gerçekler’i göstermek üzerine kuruludur. Georg Lukasc, Gerçekçiliğin temelde ne olması gerektiğine dair son derece çarpıcı bir tesbitte bulunur: “Öz ve görünü (fenomen) arasındaki gerçek diyalektik, bu her iki ögenin de yalnız insan bilincine değil, realitenin ürünü olan nesnel realite
evrelerine de esit biçimde dayanmasından doğar. Bununla birlikte –ki bu, diyalektik bilginin en önemli bir belitidir (aksiyon)- realitenin çesitli evreleri vardır: Önce, yüzeyin kaçıcı olan, bir daha tekrar etmeyecek anının realitesi vardır.

Bu diyalektik, tüm realiteyi öyle bir sarar ki, bu iliskide görünüs ve gerçek, tekrar birbirlerini izafi kılarlar: Ansal deneyim yüzeyinden hareket ederek daha derine gittiğimiz zamanki görünüse öz halinde karsı koyan sey, yine çok daha derin arastırmalar sonucunda, ardında bir baska ve değisik öz sezilen görünüs olarak belirir. Ve bu böyle sonsuza dek sürüp gider. O halde gerçek sanat en yüksek derinliğe, en yüksek kavramaya yönelir ve her seyi kapsayan realiteyi bütünlüğü içerisinde özümler. Mümkün olduğu
kadar derine inerek, yüzeyin altında saklı evreleri (anları) arastırır, fakat bu evreleri soyut bir biçimde birbirinden ayırarak ve görünülere (fenomenlere) karsı koyarak betimlemez. Tersine, bir yandan öz’ün görünü’ye geçerek onda kendisini göstermesini mümkün kılan bu diri diyalektik olusumu, öte yandan, görününün, tüm devinimi içerisinde kendi özünü ortaya koymasını sağlayan, aynı olusumun ilgili yönünü betimler.”91 Çok benzer bir gerçeklik tanımını Mutlu Parkan yapar: “Bir elma ağacını ele alalım. Bu elma ağacı gövdesi, dalları, yaprakları ve elmalarıyla ve elmaların zaman zaman yere düsüsüyle varolusunu’gerçek’ olarak ortaya koymaktadır. Bütün maddi 91 Aktaran, Mehmet H. Doğan, Estetik, Dokuz Eylül Yay., Đzmir, 1998, s. 273 ögeleriyle kendisini nesnel olarak ortaya koyan ağacınvarolusu insan zihninden bağımsız bir gerçek olmakla beraber bazı yönlerini ele vermemektedir. Bu gerçeklik yasamda, ağacı ağaç, dalları dal, yaprakları yaprak, elmaları elma olarak sunmakta ve daha ötesini ortaya koymamaktadır. Yani bu gerçeklik, elmaların yere düsme hareketi de içinde olmak üzere, belirli bir zaman dilimi içindeki bir süreç olarak kendini ortaya koyarken, bütün adı geçen nesnel ögelerini ‘kendi-olan’ olarak sunmakta, ama ‘kendi-olmayan’ olarak sunmamaktadır. Bu sürecin ardındaki süreç, yasamda görünür durumda değildir. Oysa biz, bu ‘apaçık bir gerçek’ olan nesnel sürecin dısındaki realiteden hareketle bilmekteyizdir ki, ağaç, ağaç-olmayandan (fidandan ve tohumdan), dal, dal-olmayandan, yaprak, yaprak-olmayandan, elma, elma-olmayandan (çiçekten) gelmektedir. Ve üstelik elmanın yere düsüs hareketi, bütün cisimlerin yere düsüs hareketiyle ortak olan yanını ele vermemektedir (yerçekimi yasası). Yani bir ağacın sadece filmdeki değil yasamdaki görüntüsü de gerçek değildir.”92

Her iki tanımlama da felsefi düzeyde son derece sağlam bir zemine oturmakta ve birinci bölümde ele alınan haliyle ‘doğru’ kavramına uygun biçimde, asıl gerçeğin ‘görünenin ardındaki gerçek’ olduğunu, asıl gerçekçi çalısmanın da bu gerçekliğin pesine düsmesi gerektiğini dile getirmektedir. Fakat sinemada gerçeklik tartısmaları bununla değil, gerçekliğin yüzeyine dair çalısmalarla belirginlesmistir.

Gerek kurmaca ve gerekse belgesel sinemada gerçeklik sorunu, aslında ta 1895’te yapılan ilk film gösterimiyle baslamıstır. izleyicilerin Trenin Gara Girisi filmi karsısında gösterdikleri tepki, Yuriy Lotman’ın tanımlaması üzerinden giderek söylersek, seyircilerin görüntüyle gerçek arasında hiçbir duygusal ayrım yapmadıklarını göstermektedir.

Sinemanın ilk andan itibaren gerçeklikle iliskisini asıl belirleyenin fotograf olduğu söylenebilir: “Sinematografi, teknik bir bulus olarak her seyden önce hareketli fotoğraflardı. Bir hareketi saptama olanağı, filmin belgesel doğruluğuna duyulan güveni büyük ölçüde artırdı.
Ruhbilimsel arastırmalar, durağan fotoğraftan
hareketli filme geçisin, görüntüye daha bir derinlik kazandırdığını kanıtlamaktadır.
Görüldüğü gibi gerçekliği yansıtmaya yarayan kesinlik (tamlık) böylece tepe noktasına ulasıyordu.”

Fotografın sinema ve gerçeklik arasındaki iliskiye etkisi, sinema
renklendiğinde de devam eder, fakat Lotman’ın da vurguladığı gibi çok ilginç ve izleyici algısının isleyis biçimlerini açığa vuran bir iliskidir bu: “Televizyonda Peter Ustinov’a, ‘Billy Budd’ filmini neden renkli değil de siyahbeyaz çevirdiğini
sorduklarında, filmin daha gerçekçi olması için amaçlı olarak bu yola basvurduğunu söylemistir.’ Đlginç olan Montagu’nun yorumuydu: ‘Garip bir yanıt, ancak bu yanıtı
hiç kimsenin garip bulmaması daha da garip.’”94 Bu duruma en iyi örneklerden biri, Victor Fleming’in 1939 tarihli filmi The Wizard of Oz/Oz Büyücüsü’dür. Film
siyah-beyaz baslar. Çıkan korkunç fırtına sonucu Dorothy Oz Diyarı’na, yani aslında
bir masal diyarına geçtiğindeyse film renklenir.
Sinemanın gerçekle iliskisi tartısmasında filmin fotografik bir teknik
olmasından kaynaklanan en temel sorun, fotografın bire bir nitelikli bir gerçeklik üreteci olarak algılanmasında yatıyordu. Rudolf Arnheim söyle yazıyor: “Filmin
sanat olabileceğini kararlı bir sekilde reddeden bir çok eğitimli insan var. Onlar temelde sunu söylüyorlar: ‘Film gerçekliğin mekanik bir yeniden üretimi olduğu için sanat olamaz.’ Bu görüsü savunanlar bu görüsü savunanlar bu sonuca resim sanatıyla
karsılastırma yaparak varırlar. Resim sanatında gerçeklikten resme uzanan yol sanatçının gözünden, sinir sisteminden, elinden, en sonunda tuvale atılan fırça darbesinden geçer. Süreç, nesneden yansıyan ısık ısınlarının bir mercek sistemi tarafından toplanarak üzerinde kimyasal değisiklikler yapacakları duyarlı bir
katmana yönlendirildiği fotoğrafçılıktaki gibi mekanik değildir.”
Bu açıklamanın ardından Arnheim, iki-boyutluluk/üç-boyutluluk, filmde zaman olgusu gibi konulara
değinerek sinemanın fotograftan farklılıklarını vurguladıktan sonra, tartısmamızın temel kavramlarından birine gelir: Kurgu.

93 Yuriy M. Lotman, Sinema Estetiğinin Sorunları, de Yay., Đstanbul, 1986, s. 20
94 Agy, s. 29
95 Rudolf Arnheim, Sanat Olarak Sinema, Çev: Rabia Ünal, Öteki Yay., Ankara, 2002 s. 14

KAYNAK :OGUZ KUTAY  ozdenu.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın