haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2016 Salı

Los Angeles Türk Film Festivali'nin Finalistleri Belli Oldu

Los Angeles Türk Film Festivali'nin kısa film yarışmasının 10 finalisti belirlendi.

Los Angeles Türk Film Festivali'nin Finalistleri Belli Oldu


Los Angeles Türk Film Festivali'nin kısa film yarışmasının adayları belli oldu.

Festivalin Genel Koordinatörü Mehmet Güngören tarafından yapılan açıklamaya göre, yarışmanın 10 finalisti, ünlü film eleştirmeni ve LACMA Film Independent serisi küratörü Elvis Mitchell tarafından belirlendi.

Yarışmaya başvuran 312 film arasından seçilen filmler, Hollywood'un tarihi sineması Egyptian Theater'da sanatseverlerle buluşacak.

Festivalde, Buğra Uğur Sofu "Durak", Cüneyt Karakuş "Suret", Emre Kayış "Çevirmen", Gökalp Gönen "Altın Vuruş", Gülistan Acet "Güneh", Hakan Hücum "Büst", Memed Aksoy "Panfilo", Miraç Atabey "Noga", Onur Yiğit "Yuva", Zeynep Koçak ise "Tik Tak" filmleriyle yarışacak.

Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek festival, 9-13 Mart arasında gerçekleştirilecek.

Festival, kısa film yarışması dışında, film gösterimleri ve söyleşilerle Türk sinemasını Amerika'da tanıtmayı amaçlıyor.

Geçtiğimiz yıllarda Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu ve Reha Erdem'in başkanlığını yaptığı jüride bu sene yer alacak olan isimler şubat ayında açıklanacak.

kaynak : haberler.com

Pembe Hayat KuirFest'ten Kısa Film Yarışması!

Pembe Hayat KuirFest, beşinci yaşını programına kattığı yeniliklerle kutluyor.

Bu yıl 5.si düzenlenen Pembe Hayat KuirFest kapsamında bu yıl ilk kez bir kısa film yarışması yer alıyor. Yarışma kapsamında İsveç, Tayland, Kanada gibi uzak ülkelerden kısalar izleyici karşısına çıkacak.

Jürisinde, senarist ve yönetmen Ümit Ünal, Oslo/Fusion Uluslararası Film Festivali’nin yönetmeni Bard Ydén ve Altyazı yayın kurulu üyesi, sinema yazarı Gözde Onaran'ın yer aldığı yarışmanın birincisine para ödülü verilirken, aynı zamanda kazanan filmin yönetmenine, Cannes Film Festivali veya Berlin Film Festivali’ne katılma imkânı da sunuluyor. Festival filmlerinin konu yelpazesinde cinsiyet karmaşasından ergenlik çağına, hayatın tanıdığı ikinci şanslardan engellilerin yaşadığı zorluklara kadar pek çok farklı tema bulunuyor.

Yarışmada yer alan 12 film ise şöyle;


  •  09:55 - 11:05, Ingrid Ekman, Bergsgatan 4b (2015), Yön: Cristine Berglund & Sophie Vukovic
  • Ayın Muayyen Günü / Wannan Kong Duen (2014), Yön: Jirassaya Wongsutin
  • Aziz Christobal / San Cristóbal (2015), Yön: Omar Zúñiga Hidalgo
  • Bir Öğleden Sonra / En Eftermiddag (2014), Yön: Søren Green
  • Delik / Hole (2014), Yön: Martin Edralin
  • Fori / phoria (2015), Yön: Forrest Lotterhos
  • Geçen Zaman / Det bor inga bögar i Bollebygd (2015), Yön: Mikael Bundsen
  • Kim Olursa / A Qui La Faute (2015), Yön: Anne-Claire Jaulin
  • Kod Akademi / Code Academy (2014), Yön: Nisha Ganatra
  • Kusursuz Gelecek / The Future Perfect (2015), Yön: Nick Citton
  • Sahil Havası / La Meteos des Plages (2014), Yön: Aude Léa Rapin
  • Vintage Porn - Bölüm I / Vintage Porn - Part I (2014), Yön: Emre Busse & Burak Erkil


kaynak : beyazperde.com

4 Ocak 2016 Pazartesi

Bildiğiniz 'Aşk ve Gurur' ama korku dolu


Austen’ın ünlü romanı “Pride and Prejudice” yani “Aşk ve Gurur” ilk kez 1813’te yayınlanmış İngiliz edebiyatının önemli eserlerinden biridir. Roman Elizabeth Bennet’ın etrafında geçmektedir. Görgü, edep, ahlak, eğitim ve evlilik konularıyla uğraşmakta olan evlenme çağına gelmiş bir İngiliz ailenin ileri görüşlü kızıdır. Daha önce çok başarılı olan bir filmi de çekilmiş romanın içinde ve birçok filmde adı geçen Mr Darcy karakterini de muhtemelen duymuşsunuzdur.


Şimdi 2009’da yayınlanan kendimin de merakla okumuş bulunduğu bir başka yapıttan bahsedeceğim. “Pride and Prejudice and Zombies” yani “Aşk ve Gurur ve Zombiler”. Bundan daha ilgi çekici bir başlıkla karşılaştığımı hatırlamıyorum. Belki de kitabı bu yüzden ve Austen’ a ait eserle nasıl hikayeyi bağladığını delice merakımdan almış ve okumuş olabilirim. Seth Grahame-Smith, klasik romanı, modern zombi unsurlarıyla bezemiş diyebiliriz. Kitabın kapağı da oldukça etkiliydi. Jane Austen’ in kitap kapağıyla ilişkisini çok etkileyici bulmuştum.


Detaylarda kendimi ve sizi boğmadan önce bence hemen asıl meseleye gelmeliyim. Böyle bir malzemeyi nasıl film yapmazlardı ki zaten? Evet, “Aşk ve Gurur ve Zombiler” 2016’da vizyona giriyor. Burr Steers’ ın yönettiği, Lily James, Lena Headey, Charles Dance, Jack Huston, Matt Smith, Sam Riley gibi oyuncularıyla genç bir kadroya sahip bir film. Tür olarak aksiyon, korku ve romantizmi bir araya getiren filmin karakterleri Jane Austin’in klasik romanındaki farklı statülerdeki karmaşık ilişkilerin yanı sıra bir de zombi ordusuyla uğraşmak durumunda kalıyorlar.


Film merakla bekleniyor, özellikle de eleştirmenler! Filmin anlaşılan ya çok kötü ya da çok iyi olması bekleniyor. Ama şunu biliyoruz ki zombi filmlerini seviyoruz. Herkesin dikkatini çekmeyi başaran filmin yapımcıları arasında Natalie Portman da var.


ZEYNEP ELMAN
kaynak : sinema.mynet.com


2 Ocak 2016 Cumartesi

Her girişimcinin izlemesi gereken 13 film önerisi?

Bir film tutkunu olarak forum ve bloglarda gezinerek farklı film önerilerini ve bu filmlerle ilgili izleyici değerlendirmelerini okumayı seviyorum. Bu paylaşımlar, bizi hangi filmi izlesem boşluğundan çıkarırken, doğru tercihler ile kaliteli filmlere ulaşmamıza da katkı sağlıyor. Ben de bu doğrultuda “film tavsiyeleri”  konulu bir yazı yazsam hangi tür filmleri seçerdim diye düşünürken, girişimcilere yönelik, girişimcilerin mutlaka seyretmesi gerektiğini düşündüğüm filmleri derlemeye karar verdim. Bu filmlerin hepsi iş dünyasını ve ekonomik düzeni ele alırken, kahramanlarının zorluklar karşısında yılmayan, engelleri aşmak için inançla çabalayan güçlü yapıları dikkat çekiyor. İşte bu da benim ‘Girişimciler için film tavsiyeleri’ listem; Yeni girişim peşinde olan, proje sahibi yatırımcılara ilham ve umut kaynağı olması dileğiyle… İyi seyirler diliyorum.

1) Hacking’in Gizli Tarihi: Bir Discovery Channel Belgeseli (Secret History of Hacking: Full Discovery Channel Documentary) (2001)
İMDB: 7,9
Bilgisayar korsanlarının bilinmeyen tarihi bu film ile gün yüzüne çıkıyor. Hacker’lar veya bilgisayar korsanları bilgi teknolojisi (BT) sistemlerine para veya politik casusluk amaçlı dolambaçlı yollardan zekice giren suçlular olarak biliniyor. Geçmiş tüm haber ve gazeteler okunduğunda bu görüşü destekleyen birçok yazıya rastlanıyor. Ancak sanılanın aksine gerçekler çok farklı olabiliyor. Bu belgesel Amerika’yı yöneten şirketlere karşı çıkan bir kültürün bilinmeyen hikâyesini konu alıyor.

2) Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happiness) (2006)
İMDB: 7,8
Bu film Christopher Gardner adındaki bir röntgen cihazı satıcısının gerçek hayat hikâyesine dayanıyor. Alternatiflerinden 2 kat pahalı ve eski bir teknolojiye sahip bu cihazı adeta kendi üretmişçesine pazarlayan Gardner, ne yaptıysa başarılı olamıyor, aksilikler yakasını bırakmıyor. Karısı onu terk ettiğinde ise oğluyla baş başa kalıyor. Bu yetmezmiş gibi bir de üstüne Gardner ve oğlu evlerinden çıkarılıyor, bundan sonra baba-oğul sokakta yaşamaya mahkûm oluyor. Bu çaresiz durumda bile Gardner, umudunu yitirmeden büyük bir çaba sarf ederek borsacı olmak için bir iş fırsatı yakalıyor. Ancak bu işe kabul edilmesi için Gardner’ın 6 ay boyunca ücretsiz staj yapması, staj sonunda da seçilenler arasında yer alması gerekiyor. Bu zorlu günlerin ardından ise Christopher Gardner milyoner bir girişimci olmayı başarıyor. Yaşanmış bir hayat hikâyesini dayanan bu duygu yüklü film, zor zamanlar geçiren herkes için bir ilham kaynağı niteliği taşıyor.



3) The Social Network (Sosyal Ağ)  (2010)
İMDB: 7,8
Kız arkadaşından ayrılan Mark, hışımla döndüğü öğrenci evinde bilgisayarının başına oturup okulun veri tabanına girer. Harward’daki kızlardan intikamını alacak bir fikir bulmuştur. Tek tek kızların resimlerini bulur, The Facemash adını verdiği siteye yerleştirerek onları güzellik oylamasına açar. Önceleri sadece kendi arkadaşları arasında yapılan bu oylama, giderek popüler olunca sitenin link’i elden ele dolaşır. Birkaç gecede yüzlerce öğrenci siteye üye olur, çok geçmeden sitenin ünü Harward sınırlarını da aşar. Mark sitenin ismini The Facebook olarak değiştirmiştir. Mark Zuckerberg’in kendisine yüz vermeyen bir kızdan intikam alma hırsıyla başlattığı şey, kontrol dışı son yılların en önemli fenomeni hali alır.



4)The Triumph of the Nerds: The Rise of Accidental Empires (1996)
İMDB: 7,7
Paul Allen ve kişisel bilgisayarlar üzerine hazırlanmış, Apple ve Microsoft tarihi ile ilgili bilgiler bulabileceğiniz güzel bir belgesel.

5) The Aviator (2004)
İMDB: 7,5
Havacılık endüstrisi dahisinin hayatını konu alan film, bir hayalin tutkuyla birleştiğinde nasıl bir güce dönüştüğünü anlatıyor. Hughes, babasının matkap ucu fabrikasından kalan serveti, 1. Dünya Savaşında kullanılan uçakları konu alan “Cehennem Melekleri” adında bir film çekmek için kullanmak gibi çılgınca bir karar alır. Bu karar ona büyük bir şöhreti beraberinde getirecektir.



6) Wall Street (1987)
İMDB: 7,4
Sinema tarihinin mihenk taşı filmlerinden birisi de hiç şüphesiz Wall Street olsa gerek. Genç ve hırslı işletme bankeri olan Bud Fox, New York’un en iyi finansçılarından biri olmak için çabaladığı yolda, Wall Street’te satın alma yöneticisi olan Gordon Gekko’nun himayesinde piyasanın inceliklerini öğrenmeye başlar. Ancak işlerin hiç de göründüğü gibi olmadığını anlayan Fox, kendini büyük bir düzmecenin ortasında bulur. Filmi izlerken finansal konulardan ziyade, iş dünyasında hırslarına yenik düşen insanların düştüğü durumdan çıkarılacak dersler dikkat çekiyor.



7) İşletim Sitemi Devrimi (Revolution OS)
İMDB: 7,3
2001 yapımı olan ve J. T. S. Moore tarafından yönetilen bu belgesel filmde GNU, Linux, açık kaynak ve bedava yazılımın son 20 yıllık tarihçesi inceleniyor. Filmde ayrıca birçok girişimci ve internet dünyasının önde gelen isimleriyle yapılmış röportajlar da yer alıyor.



8) Silikon Vadisi’nin Korsanları (Pirates of Silicon Valley) (1999)
İMDB: 7,1
Film Paul Freiberger’ın ‘Vadide Ateş: Kişisel Bilgisayarların Yapılışı’ (Fire in the Valley: The Making of The Personal Computer) adlı kitabından uyarlanmış. Televizyon için yapılmış olan bu yarı belgesel kişisel bilgisayarların yükselişi sırasında Apple ve Micrososft arasındaki rekabeti konu alıyor. İki şirketin kuruluş aşamasındaki günlerini biyografik olarak ele alan film iki şirketi kurucularının bakış açılarını ve operasyonlarını kıyaslıyor.



9) Startup.com (2001)
İMDB: 7,0
Bu belgesel iki genç girişimcinin Kaleil Isaza Tuzman ve Tom Herman’ın 1998–2000 yılları arasında Amerika’daki devlet dairelerinin sözleşme ve satın alma departmanlarında kullanılacak bir yazılım üretmek üzere kurulan govworks.com’u konu alıyor. 1998′de Public Data Systems olarak kurulan şirket, internetin patladığı yıllarda kendisini internet portalı olarak değiştirmeye çalışıyor. 2001 yılının ocak ayında ise şirket, kurucuları tarafından First Data Corporation’a satılıyor. Ancak bu satış büyük bir zararla sonuçlanıyor ve girişimcilerin hayatta oldukları 3 yıl boyunca 60 milyon dolar harcadıkları tahmin ediliyor. Yapımcılığını Jehane Noujaim ve Chris Hegedus’un üstlendiği bu film Kaleil Isaza Tuzman’ın Harvard Üniversitesi’nden sınıf arkadaşı olan Noujaim’in, Goldman Sachs’daki işinden ayrıldıktan sonra govWorks’u filme almaya başlamasıyla ortaya çıkıyor. Filmin çekilmesinden sonra ise Tom Herman ve Kaleil Isaza Tuzman Recognition Group ve JumpTV.com’da çalıştılar.



10)Flash Of Genius (2008)
İMDB: 6,8
Hikâyemiz gerçek bir hayat hikâyesine dayanıyor. Otomobil üreticileri yağmurda da araba kullanmayı sağlayacak bir çözüm aramaktadır. bu çözüm Robert Kearns’ın bulduğu “silecek” tir.  Robert Kearns Bu buluş ile kısa zamanda çok zengin olacağını düşünür. Tabii bunda, buluşuna aşırı ilgi gösteren Ford’un da payı büyüktür. Birlikte çalışmaya başlayacaklarken planları ele geçiren Ford, Kearns’ı kapı dışarı eder. Ama Kearns’ın buluşunu da kullanmaya başlar. Bu haksızlığı kabullenmeyen Kearns ise hakkını aramaya niyetlidir. Hem de para ve güç sahibi dev bir firmaya karşı.



11) E-hayaller (E-dreams)  (2001)
İMDB: 6,5
90′lı yılların sonlarında Amerika’nın dört bir yanında dot.com fırtınası eserken Kore asıllı Amerikalı iki genç girişimci, Joseph Park ve Yong Kang yatırım bankacılığı yapmakla uğraşıyor. Daha sonra Park ve Kang atıştırmalık yiyecekleri, içecekleri ve video kasetleri 30 dakika gibi kısa bir sürede dağıtabilmek için kozmo.com’u kuruyorlar. 1998’de mobilyasız, boş bir depoda başlattıkları işi daha sonra büyüten iki arkadaş bisikletli dağıtıcılarını, İnternet sitelerini ve iş modellerini tüm şehirlere başarılı şekilde yaymaya başlıyorlar. 10 kişilik küçük bir şirketten 3.000 kişiyi istihdam eden ve 11 şehirde hizmet veren dev bir şirkete dönüşmeyi başaran girişimciler, o güne kadar eşi görülmemiş bir büyümeye imza atıyorlar. 250 milyon dolardan fazla bir sermayeye ulaşan ortaklar bu başarılarıyla Starbucks ve Amazon.com’un da ilgisini çekiyorlar. 2000 yılının nisan ayından sonra ise kahramanlarımız zor günler geçirmeye başlıyor. Dot.com balonu patladığında diğer internet şirketleri gibi onlar da ellerinde büyük ve kârsız bir şirket buluyorlar. Operasyonları tehlikeye giriyor. E-Dreams, dot.com çılgınlığı yıllarındaki birçok şirketin başından geçenleri anlatan ve kaçırılmaması gereken bir belgesel niteliği taşıyor.

12)T he First 20 Million İs Always The Hardes (2002)
İMDB: 5,4
Dot.com’ların patladığı yıllarda büyük bir İnternet şirketinde pazarlamada çalışan 23 yaşında, iyi okumuş ve başarılı bir genç yeni bir macera arayışı ile yüksek maaşlı işini bırakır. Yeni bir takım kurup tüm sektörü değiştirecek bir ürün (99 dolarlık eMagi adında monitör yerine hologram kullanan bir lap top) üzerinde çalışmaya başlar.



13) Google Belgeseli
İMDB: 5,1
‘Google nasıl çalışıyor? Ofisleri neye benziyor?’ diye merak edenlere hitap eden bu belgesel film, diğerlerinden farklı olarak arama sektörü liderine ait görüntüleri ve Google’ın çalışma koşullarını gösteriyor.

kaynak : eticaretgunlugu.com

9 Ekim 2015 Cuma

Jim Carrey'nin eski sevgilisi intihar etti

28 yaşındaki Cathriona White evinde ölü bulundu.

Ünlü aktör Jim Carrey'nin eski sevgilisi 28 yaşındaki Cathriona White intihar etti.

Çift birkaç gün önce ayrılmıştı.

Los Angeles'daki evinde yanında haplarla bulunan White'ın Jim Carrey ile ayrılığından bahsettiği bir intihar mektubu da bıraktığı belirtiliyor.

Eski sevgilisinin ölüm haberini alan Jim Carrey ise derin bir üzüntü içinde olduğunu belirten bir açıklama yayınladı.

İlişkilerine 2012 yazında başlayan Jim Carrey ve Cathriona White 2013 yılında bir ayrılık yaşamış ama geçtiğimiz Mayıs ayında yineden bir araya gelmişti.

kaynak : sinema.mynet.com

1 Temmuz 2015 Çarşamba

ABD’de Türk Dizileri Konuşuldu

Türk dizilerinin Arap ülkelerinden Latin Amerika’ya uzanan başarısı, Amerika’da Indiana Üniversitesinin düzenlediği bilimsel toplantıda ele alındı
Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya geniş bir coğrafyada fenomen haline gelen Türk dizilerinin başarısı, akademisyenler tarafından ilgiyle takip ediliyor.

Indiana Üniversitesince düzenlenen bir konferansta sunum yapan Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. B. Senem Çevik, Türk dizilerinin uluslararası başarısının, Türkiye’nin ülke imajına ve yumuşak gücüne katkı sunarak özellikle ele aldığı temalar açısından kadın izleyiciler üzerinde önemli etkiler yaptığını belirtti. Çevik’e göre Türk dizileri, bilhassa Ortadoğu’daki etkisi değerlendirildiğinde, toplumda yeni sosyal normlar ve kültür kodlar ortaya koyuyor.

Türk dizilerinin etkisini bir dönemin Amerikan yapımlarının popüler kültür üretimi üzerindeki etkisine benzeten Çevik, “Türk dizileri romantizm, kadının eğitimi, özgürleşmesi ve en önemlisi de aile temalarını ele alıyor” dedi.
Bu özelliklerin Türk dizilerini Ortadoğu’da çekici kıldığı kadar toplumsal bir tehdit unsuru olarak görülmesine de sebep olduğunu söyleyen Çevik, Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün Türk dizileri ile ilgili verilerini de paylaştı.
Çevik, dizilerin kadına yönelik şiddet gibi kimi zaman riskli konuları ele alarak geleneksel ile modern arasındaki dengeyi sağladığını belirtti.

Türk dizileri son dönemde Latin Amerika’da bilhassa Arjantin, Şili ve Uruguay’da ulaştığı yüksek izlenme oranlarıyla bu bölgede Türkiye’yi gündem maddesi yaptı.

Dizilerin bu denli başarılı olması akademik çevrelerde yeni Osmanlıcılık tartışmalarını tetiklerken Çevik, bu tartışmaların gerçekle bağdaşmadığını, tarihi figürlerden ilham alan dizilerin dahi temelde romantizm ve kadın özgürleşmesi konularını işlediğini vurguladı.

Kamu ve özel sektör işbirliğinin önemine değinen Sanem Çevik, “Televizyonculuk sektörünün bir başarısı olan diziler, ülkelerin dış dünyalara açılan kapıları olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin de dizi sektörüne bir kamu diplomasisi aracı olarak bakması hem bu alanı geliştirecek, hem de Türkiye’nin vermek istediği soyut mesajları her eve ulaştırabilecektir‘ şeklinde konuştu.

Yabancı akademisyenlerin büyük ilgi gösterdiği sempozyumda Türkiye’nin Ortadoğu’da en fazla popülarite yakalamış dizilerinin içerikleri analiz edildi. Arjantin’de yakın zamanda “Las Mil y Una Noches” ismiyle yayına giren ve büyük ivme yakalayan “Binbir Gece” dizisi, Türkiye’de üretilen dizilerin her bölgeye hitap edebileceğinin bir göstergesi olarak değerlendirildi.
Türk dizileri, dünyada 75’ten fazla ülkede birçok dilde yayınlanıyor.

kaynak : nycturk.com

21 Mayıs 2015 Perşembe

ND filtre kullanimi

ND FİLTRELER:

ND (Neutral Density, Doğal Yoğunluk) filtreler, makinaya giren ışığı eşit miktarda azaltmak için kullanılır. ND filtre kullanımıyla film ya da sensör yüzeyine düşen ışığın miktarı kontrollü olarak azaltılarak, filtresiz çekime göre  daha uzun pozlama süresi veya daha geniş diyafram aralığı sağlanır. Ayrıca ND filtreler kullanımı en basit olan filtrelerdendir ve fotografa etkisi dijital olarak taklit edilemez (en azından tek kareyle).

 “Bir insan için güneş gözlüğü neyse, bir lens için de ND filtre odur.” Peter Hill, 2010

Aslında ND filtre lensinizin önüne takılan yarı şeffaf bir optik parçasından başka bir şey değildir. Ama onu özel kılan; gelen ışığı homojen ve kontrollü bir şekilde kesmesi ve böylelikle görüntünün kontrast ve keskinliğini etkilememesidir. Işığı azaltma işlemi görünür spektrumda olduğundan, fotograf kalitesini düşürücü bir unsur olan renk sapmasıyla da genel olarak karşılaşılmayacaktır. Bu özelliği nedeniyle de bu filtreye Neutral Density (Doğal Yoğunluk) Filtresi denmişir. Yalnız teorik olarak ND filtrelerin tüm dalga boylarındaki ışığı eşit miktarda filtrelemesi beklenirken, pratikte -özellikle düşük kaliteli olanlarda- bu durum gerçekleşmediğinden renk sapmaları olabilmektedir.

Kuvvetli olanlarının grinin koyu tonlarında olduğu ND filtreler ışığı azaltma miktarlarına göre derecelendirilirler. Pozlama üzerinde etkisi olan her şey gibi, bu filtreler de stop’larla ölçülür. ND filtrenizi taktıktan sonra pozlamanızı kaç f-stop düşüreceğinizi de gösteren, bazı genel derecelendirme değerleri aşağıdaki tablodadır:



f-stop’a Göre Işık Azaltma      Filtre Terminolojisi:        
Işık Kesme  Yoğunluk    
Genel Kullanımlar
2   4X  0.6 ND  →   Pozlama süresini az miktarda arttırır, şelale çekimlerinde olduğu gibi.
3   8X  0.9 ND
10  ~1,000X 3.0 ND  →   Pozlama süresini çok miktarda arttırır, günortasında uzunpozlama çekimlerinde olduğu gibi.
13  ~10,000X    4.0 ND
20  ~1,000,000X 6.0 ND
Not: Yukarı tablodaki ışık kesme faktörleri pozlama süresi çarpanı olarak da düşünülebilir.

Bir başka not: Işığı azaltma ile ilgili olan her bir “stop”, geçen ışığın yarıyarıya azaltılmasıyla bağlantılıdır. Filtre kuvvetinin stoplarla belirtildiği durumlarda, verilen filtre kuvveti (f-stop) girişteki ışığın sadece x/2 kuvvet ‘i kadar ışığı geçirmektedir. Örneğin; 3- stopluk (8x, 0.9ND) bir ND filtre gelen ışığın sadece 8’de 1’ini geçirir (x/23 = x/(2*2*2) = x/8).

Bu pozlama hesaplarını yapamıyorsanız, en basiti deneme yanılma metotudur. Örneğin 60 sn.de çektiniz ve fotografınız karanlık mı çıkmış? Tekrar çekin, ama bu sefer 90 sn.de. Biraz fazla pozlanmış mı çıktı? Tekrar çekin, bu sefer de 75 sn.de. Her seferinde pozlama süreleri arasındaki farklılığı daraltın. Ne kadar çok deneme yaparsanız, doğru pozlamayı hesaplamada o kadar rahat edersiniz ve bir sonraki çekiminizde o kadar az deneme ve hata yaparsınız. Şunu da unutmayın ki, pozlama süreleri arttıkça hatalı hesaplamalardaki süre farklılıklarının önemi de o kadar azalacaktır. Mesela 300 sn.de çektiyseniz, bir sonraki çekimde 315 sn. fotografınızda farkedilemiyebilecektir. Buna karşılık bu 15 sn.lik farklılık, 60 ile 75 saniye arasında belirgin bir görüntü farklılığı meydana getirebilecektir.



ND Filtreler Nerelerde Kullanılır:

ND filtreler; (1) daha uzun pozlama süresi, (2) daha kısıtlı alan derinliği ve (3) daha keskin fotograf elde etmek için kullanılabilir.

Uzun pozlama süreleri; hareketli suyun görünümünü yumuşatmak, rüzgarda sallanan ağaç dallarını bulanıklaştırmak, veya kalabalık bir ortamdaki hareketi ifade etmek gibi çok farklı ve geniş estetik görüntüler verebilir.

Sık sorulan bir soru: genel olarak ne kadarlık bir pozlama süresi gereklidir? İstenen etkiyi almak için, genelde farklı sürelerde pozlamalar uygulanır. Böylelikle gökyüzündeki bulutların hareketini gösterebilir, hareketli insanları bulanıklaştırabilir, akarsulardan tül etkisini alabilir veya denizdeki dalgalarla sisli bir görüntü elde edebilirsiniz. Bu pozlama süresi, hareketin yapısına, hızına ve istenen etkiye göre değişebilir. Anahtar; çokca denemedir.

Günışığında, denizde ve bulutlarda bu etkiyi almak için, gelen ışığın sadece 1.000’de birini geçiren 10-stop veya daha yüksek  faktörlü ND filtre kullanımı gereklidir. Örneğin; yukarıdaki manzara çekiminde optimum diyafram ve iso değerinde kullanılan pozlama süresi 1/25 saniye iken, bu süreyi 10-stopluk bir ND filtre ile 100 saniyeye çıkarabilirsiniz.

Her ne kadar ND filtreler büyük çoğunlukla uzun pozlamalar için kullanılırsa da, bir başka kullanım alanı da, az da olsa, çok parlak ışıkta daha dar net alan derinliği elde etmek içindir. Örneğin; çoğu SLR kameraların maksimum perde hızı 1/4000’dir, bu nedenle de direkt güneş ışığında bulunan bir nesne için iso100’de f/4.0’dan daha büyük bir diyafram değeri gereklidir. 2-stopluk bir ND filtreyle bunu f/2.0’a düşürebilir ve böylece nesnenizi arkaplandan rahatça ayırabilirsiniz.

Açıkçası, bu gibi durumlarla çok sık karşılaşılmaz ve genellikle daha düşük ışık koşullarında çekim yapılır. Ayrıca bu gibi durumlarda 2 veya 3-stopluk ND filtreler yeterli olacaktır. 2 stopluk ND filtrelerin yerine ben dahil çoğu fotografçının aynı derecede ışığı kesen ve üstüne üstlük daha başka faydaları da olan polarize filtre kullandığını da unutmayın lütfen J

ND filtre kullanımında dikkat edilecek hususlar:

1.      Özellikle koyuluk derecesi yüksek olan ND filtrelerle çekim yapmadan önce kompozisyonunuzu ayarlamanız ve kadraja girecek öğeleri hesaba katmanız gerekmektedir. Çünkü ND filtreyi taktığınızda, makinanız ve  vizörden baktığınızda siz de  muhtemelen karanlıktan başka birşey göremeyeceksiniz.

2.     Kadraj ayarıyla birlikte ND filtreyi takmadan önce netleme noktanızı da ayarlamayı ve filtreyi taktıktan sonra deklanşöre basmadan makinanızın otomatik netleme (AF) özelliğini manuele (MF) almayı unutmayın. Aksi taktirde, AF açıkken deklanşöre basarsanız makinanız o ışıksız ortamda net bir nokta arayacak, neticede lensinizi netlediğiniz nokta değişecek ve genellikle de perde açılmayacaktır

3.     ND filtrenizi lensinize sıkıca takın ki içeriye kenarlardan ışık kaçmasın. Aksi taktirde fotografınızda ışık parlamaları görülecektir. Ayrıca ayarlarınızı bitirip deklanşöre basmadan önce vizörünüzü vizör kapağı, koyu renk bir bez veya en azından elinizle kapatırsanız,  özellikle uzun pozlamalarda çekim esnasında görülen vizörden makine içine ışık kaçma riskini de önlemiş olursunuz.

4.     Zoom lens kullanıyorsanız, filtrenizi takarken lensinizin açısının ve dolayısıyla kadrajınızın değişmemesine dikkat edin. Gerçi 100 kere yapacağınız çekimin 99 unda (filtreyi takarken düşürmemek için!) yavaş yavaş takacağınızdan, bu problemle karşılaşmazsınız J Ayrıca filtreyi takarken makinanın arkasından uzanmak yerine, yantarafına geçerek takmanız, rahatlığı ve düşürme tehlikesini azaltması açısından hararetle tavsiye edilir.

5.     ND filtre ile çekim yaparken, uzun pozlama yapacağınızı düşünerek, makinanızın titremesini önlemek için tripod ve kablolu deklanşör (veya uzaktan kumanda) kullanmanız tavsiye edilir. Ayrıca eğer makinanızda varsa, ayna kilitleme özelliğini de kullanmanızda fayda var. Bununla birlikte, makinanızda veya lensinizde titreşim önleme sistemi varsa, onu da kapatmalısınız.

6.     Rüzgarlı havalarda uzun pozlama yapmamanızda fayda var. Bunun da iki sebebi var: İlki; rüzgarlı havalarda uzun pozlama yaptığınızda ağaçlar bulanık çıkacaktır. Bu durum eğer özel bir amacınız yoksa, fotografınıza ayrı bir tad verir gibi görünse de, genelde çoğu göz için istenmeyen bir görüntüdür. Hatta tam tersi, hareketli suya ve bulutlara kontrast olması için ağaçların mümkün olduğunca sabit durması istenir. Daha belirgin olan bir diğer neden de, pozlama süresi uzadıkça rüzgar sebebiyle bulanık bir görüntüyle karşılaşma riskinizin de artmasıdır. Çekimi bozması için makinanızda küçük bir titreme yeterlidir.

7.      Çekimlerinizi RAW (ham) formatta çekmeniz tavsiye edilir. JPEG çektiğiniz uzun pozlamalarda RAW’a göre daha düşük renk derinliği ve keskinlik alırsınız. Ayrıca, özellikle çok uzun pozlamalarda makinanızın cinsine ve modeline göre değişen oranlarda gren (noise) oluşacak ve buna karşılık, RAW formatta çektiğiniz fotograflarda fotografı bozmadan noise temizliği yapmanız daha kolay olacaktır.

8.     Özellikle çok uzun pozlamalarda oluşacak olan greni azaltmak için, mümkün olan en düşük iso değerinde çekiminizi yapın.

9.     Makinanızda eğer varsa uzun pozlamalar sonrası gren temizleme (noise reduction, NR) özelliğini kapatmanızı tavsiye ederim. Bu özellik açık olduğunda, temizleme işlemi pozlama süreniz kadar sürmekte (mesela 120 snlik bir pozlama için yaklaşık 120 snlik bekleme!)  ve bulutlar önünüzden geçip giderken zaman kaybetmenize ve hatta fotografınızın kaçmasına neden olmaktadır. Gren temizleme işlemini daha sonra, evinizde kahvenizi yudumlarken bilgisayarınızda da nasıl olsa yapabilirsiniz  J

 10. Pozlama hesaplaması için; filtreyi takmadan önceki diyafram üzerinden enstantane hızını, kullandığınız ND filtre yoğunluğuna göre yukarıda vermiş olduğum tablodan f stop düşürerek hesaplayabilirsiniz.


kaynak : suretialem.com

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hollywood Tarihi Üzerine farkli bir bakiş açisi

Hollywood üzerine
 
  Dünya sinemasının merkezi,sinema endüstrisinin çok büyük bir bölümünü elinde bulunduran bölgedir Hollywood.Peki nasıl bir merkez haline gelmiştir ? Bu yazımda Hollywood'u ele alacağım.Hollywood'un doğuşu ve tarihsel süreci ve günümüzde nasıl merkezi bir konuma geldiğine değineceğim.Buyrun başlayalım.


    1-Hollywood'un Doğuşu

          Sinema ilk gelişimlerini Avrupa'da göstermesine rağmen yaşanan ekonomik,siyasal,sosyal etkiler yüzünden üstünlüğünü ABD'ye kaptırmıştır.Hollywood'un doğuşu ise Avrupa'dan çok kısa bir süre sonra olmuştur.Amerika'da aslında ilk filmler New York'da çekiliyordu.Bunun nedeni ise büyük ve merkezi bir şehir ve yapım şirketlerinin ve ekipman üreten firmaların burada olmasıydı.Yönetmen D.W.Griffith yapım şirketlerinin görevlendirmesiyle Kaliforniya'da yaptığı ziyaret sonrasında bu kasabayı keşfeder.Güzel ve manzaralı bir yer olduğu için burda bir film çekmeye karar verir.


    In Old California filmi (1910) Hollywood'da çekilen ilk sinema filmidir.Diğer yönetmenler de D.W.Griffith'in başarısını gördükten sonra buraya gelmeye başlarlar.Bu tarihten sonra sinema sektörü Doğudan batıya New York'dan Los Angeles'a taşınmıştır.Aslında bir diğer neden yönetmen Griffith'in burayı keşfetmesi dışında yönetmenlerin Thomas Edison'dan kaçmasıdır.

    Thomas Edison;sinema yapım sürecindeki hemen hemen bütün patentlere sahipti.Yönetmenler film yapmak için yüklü miktarda para veriyorlardı.Thomas Edison ve avukatlarından kurtulmalarının tek çareleri ise Californiya'ya kaçmaktı.Nitekim de öyle olur.Bu tarihten sonra bütün büyük film şirketleri kurulmaya başladı ve 1920'lerden sonra tırmanışa geçerek Dünyanın en büyük sinema merkezi olmuştur.
   

    2-Hollywood'un Tarihsel Süreci
 
            Genel olarak baktığımız zaman bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ülkenin genel durumunu ortaya koyar.Eğer bir ülke gelişmiş ise spor,sanat,edebiyat,ekonomi,bilim olarak her zaman ileride olur ve olmayı hedefler.Amerika ise bunun en büyük örneğidir bana göre.1900 yılından sonra dünyanın bütün zenginleri Amerika'ya göçmüştür.Çünkü yeni kaynaklar ve büyük potansiyel vardı.Bu sinema sektörünü'de etkiledi.Büyük yapım şirketleri ve film şirketleri kurulacak potansiyel vardı çünkü.Avrupa'nın ise geri kalmasının nedeni aslında pek açık.

      Avrupa bu yüzyıl boyunca iki tane büyük savaş geçirdi.Bu savaşlar hem sinemaya hemde spora büyük darbeler vurdu.Bu savaşlar haricinde iç savaşlar,ekonomik krizler gibi etkenlerde Avrupa'da sürekli olmuştur.Sinema tarihinin doğması sürecinde 1.Dünya savaşı ve tanınma ve gelişme sürecinde 2.Dünya savaşı Avrupa sinemasına balta vurmuştur..Bu süreçte bir diğer etken ise gelişen teknoloji.Abd sinema sektöründe 3 ilerliyorsa Avrupa 1 ilerliyordu.Yeni kameralar,teknik bilgiler Amerika'da doğuyor,gelişiyor ve Avrupa ve Asya'ya pazarlanıyordu.Her ülke'de gelişiyordu fakat bayrak taşıyıcı Abd'idi.

      Hollywood'un en büyük avantajı ise pazarlamasıydı.1960 yapımı Fransız veya Çin yapımı bir başyapıtı nereden öğrenebiliriz ? İmkansıza yakın gibidir.Çünkü pazarlama sektöründe etkinlik yoktu.Hollywood ise bunu çok iyi yaparak tüm dünyada önemli bir yere sahip oldu.


        Amerikan sineması 1915-1920 yılları arasında film ihracatını 160 milyon dolara kadar çıkarmıştır.Bu yıllarda konulu filmler piyasada daha ağırlıktaydı.Böylelikle Hollywood;Güney Amerika ve Latin ülkelerine satış yapmaya başladı ve Brezilyada ki üretimi tamamen yok etti.Hollywood asıl darbeyi 1920 ve 1930'lu yıllarda vurmuştur.İngiltere,Kanada,Avusturalya gibi İngilizce konuşan ülkeler haricinde İspanya,İtalya gibi Avrupanın çoğunda egemen olmuşlardır.Güney Amerika,Orta Amerika ve Karayiplere bile egemen olmuştur.

     Daha önceden belirttiğim gibi savaş 1940-1950 yılları arasında Avrupayı etkisi altına almıştır.Savaş sonrasında ekonomisi canlı ve daha da güçlenerek çıkan tek ülke Abd olmuştur.

       Tarihsel süreci özetlediğimizde Hollywood 1900-1950 yılları arasını çok iyi değerlendirmiştir.Savaşlardan ve ekonomik sıkıntılardan kendine gelemeyen Avrupaya,teknoloji ve diğer dallarda geride kalan Güney Amerika ve Asya'nın çok önünde ilerlemiştir.


 3-1960 Yıllar ve Teknolojik Devrim

      Altmışlı yıllarda Avrupa sineması silkelenir.Özellikle İtalya ve Fransa yeni dalga etkisi ile bir sinema dili yakalar ve salonlarda Hollywood filmlerini yakalamaya başlar.Bu yıllarda Rusya ve Slav ülkeleride atağa kalkar.Avrupa sineması artık kendine gelmiştir.1960 yıllar ve 1970'li yıllar Avrupa sineması için yeniden doğma ve yükselme dönemi olmuştur.1980'li yıllara geldiğimizde Hollywood teknolojik alanda yaptığı yatırımlar ile yeni bir akım başlatır.Artık salonlarda muhteşem efektli filmler seyircinin karşısındadır.Endüstriyel anlamda artık Hollywood zirvededir.Bazı Avrupa ülkeleri kendi film endüstirisini korumak için Amerikan filmlerine kota koyarlar.


     1980'den günümüze kadar Hollywood üstünlüğü artık kabul edilmiştir.Aslında Hollywood altın çağını 90'lı yıllarda yaşar.Öyle bol efektli filmler yoktur.Yeşil Yol,Esaretin Bedeli,Ucuz Roman gibi sayısız başyapıtlar çıkmıştır.Blade Runner sinemada ki teknoloji devriminde başrolü oynamıştır.




   4-Günümüz

   Hollywood; tarihsel gelişime bakınca savaşları ve dünyadaki gelişmeleri çok iyi takıp etmiş, onlara ayak uydurarak farklı konularla kendini ortaya koymuştur.Ekonomik olarak sürdüğü üstünlüğünü milliyetçilik,din ve özgürlük gibi kavramlarla kendi propagandalığını işleyen filmler yapmıştır.Uygun zamanlarda gösterime sokarak da kültürel anlamındaki emparyalizmini sürdürmüştür.

       En çok tartışılan iki konuya değineceğim.Hollywood propagandası ve sanatsal filmler.

   Avrupa sineması sanatsal filmler çeker Hollywood ise ticari kaygısı ön planda olan ucuz ve tüketilmesi kolay filmler çeker.


     Bu önerme kısmen doğrudur.Fakat Hollywood'un sanatsal filmler çekememesinden değil çekmeyi tercih etmemesinden kaynaklanan bir durumdur.

     Amerikan sineması 1920 yıllarda olgunlaştı.Sessiz filmleride ekleyerek oluşum tamamlandı.1930 ve 1960'lı yıllarda Hollywood'da sanat filmi oldukça boldur.Ama daha sonra Amerikan sinemasında şöyle bir sorun baş gösterdi.Yüksek sınıfı,iyi eğitilmiş elit insanları hedef alan filmler gişede sınıfta kalmıştı.Filmler tutmuyordu.Daha kolay daha basit diye tabir ettiğimiz filmler yapmayı en önemlisi ise ulasal gişeyi düşündüler.Bugün Hollywood boş,sanatsal olmayan ve basit diye tabir ettiğimiz Hollywood yapısı burdan çıkmıştır.Kısaca Hollywood parayı,ulusal anlamda gişeyi düşünüyor diyebiliriz.

    En çok tartışılan diğer konu Hollywood propagandası.Bu yüzde yüz doğru bir önermedir.Din,milliyetçilik gibi konularda Amerikan sineması oldukça propaganda dolu filmler yapmıştır.Yahudi lobisinin de etkisi ile yahudileri masum gösteren filmler,kızılderelileri kötü gösterem filmler,Hurt Locker gibi Irak savaşında Abd'yi masum ve haklı gösteren filmler boldur.

 



     Özetle;Hollywood biraz sıkıntılı bir süreçtedir günümüzde.Neden ise konu kıtlığıdır.Hollywood'a zıt olarak Tv Dünyası ise altın çağını yaşıyor.Her bölümü sinema tadında olan filmler var.Günümüze kadar 100 yıllık bir süreci ele alırsak Hollywood;Avrupanın talihsizliğini çok iyi değerlendirerek günümüze kadar son derece kaliteli pazarlama teknikleri ile şuan merkez haline gelmiştir.Elbette kendi propagandalığını kendi fikir ve akımlarını izleyiciye aktaracaktır.Bu kaçınılmazdır.

    Genel olarak film izleyicisi sanatsal filmler dışında filmde aksiyon ve basit konuya bakar.Hollywood bunun bilincine çok öncelerden bildiği için şuan bu duruma geldi.Ama bir Lost Highway,Memento,Fight Club gibi filmleri yapabilecek ne yönetmen ne senarist Avrupa'da yoktur.Hollywood'un en büyük avantajı yönetmenleri ve sanatçılarıdır.Stephen King'in adeta kanını enmiştir Hollywood.Alfred Hitchcock,Steven Speilberg gibi büyük yönetmenleri,korku ustaları Wes Craven,John Carpenter gibi türünde lider olan,David Lyinch,David Fincher ve Christopher Nolan gibi dehaları elinde bulundurmuştur.

    Şuan özellikle 2010'dan sonra ufak çaplı krizdedirler.Ama bu geçicidir.Kapitalizm,Milliyetçilik ve din konularında Dünya artık farklı bir boyutdadır.Gelişen teknoloji ile ülkeler kendi sinemalarını,kendi fikirlerini pek tabi aktaracaktır.Hollywood'un ise bunu çok iyi ve profesyonel bir şekilde aktarması ise kitleleri çok iyi etkilemiştir.


kaynak : olagansuphelilerr.blogspot.com 

Hollywood Postası

Bu yazıda size yeni yayına baslayan bir YouTube kanalı önermek istiyorum.Kanalın ismi "Hollywood Postası" Kanal Hoollywood'daki sinemayla ilgili son gelişmeleri; yarı haber, yarı magazin tarzındaki oluşturulan kısa videolar ile takipçilerini bilgilendiriyor. Bölümlerin uzunluğu yaklaşık olarak 2 ile 3 dakika arasında buda izleyenleri sıkmıyor ve yormuyor. Bölümlerin içinde reklam, tanıtım, jenerik gibi unsurlar olmadığı için izleyenleri germiyor. Sanırım yeni bölümler birkaç gün ara ile  yükleniyor. Haberlerin tamami Hollywood'dan ayrıca; Türkçe seslendirilmiş ve güncel içeriklerden oluşuyor.


Biz beğendik eğer sizde sinema ile yakından ilgileniyor,  Hollywood'daki son gelişmeleri merak ediyor ve haberdar olmak istiyorsanız takip etmenizi öneririz. Twitter hesabındanda (@HollywoodHaber) güncellemeleri izleyebilir, Twitter hesabınız varsa takip edebilir en son güncellemelerden ve paylaşımlardan anında haberdar olabilirsiniz.

Ayraca Hollywood Postasının birde websitesi mevcut, websitede videolar ve haberlere ait metinleri bulabilirsiniz.

 websiteye burdan ulaşabilirsinz :   hollywoodpostasi.com


 Hollywood Postası'na ait örnek bir bölümü asagida yükledik iyi seyirler.....


19 Mayıs 2015 Salı

Meksika’da sineması üzerine


MEKSİKA SİNEMASI – Erdoğan Mitrani

Geçen sayılarda Bağımsız Türk Sinemasını gözden geçirmiştik. Bu kez seyircilerimizin sinemasını daha az tanıdığı ülkelere odaklanmaya niyetlendik. İlk durağımız, Latin Amerika ülkelerinin en kuzeyindeki, ABD nin güney komşusu Meksika.

Meksika, İspanyollar tarafından 16. yüzyılın başlarında keşfedildi ve 1519 yılından itibaren işgal edilmeye başlandı. Yerli halkın İspanya’ya karşı sürdürdüğü isyanlar, saldırılar ve savaşlar yüzünden  işgalin tamamlanması neredeyse yüz yıl sürdü. İspanyollar, Aztek ve Maya medeniyetlerini hunharca yok ederek, yerlilerin altınlarına el koydular ve onlara dinlerini ve dillerini zorla kabul ettirdiler. Yeni kolonilerine yerleşip yaşamlarını kuran ve giderek kendilerine Meksikalı demeye başlıyan İspanyol kökenliler, kırsal kesimde yaşattıkları ve de tabiatıyla iliklerine kadar sömürdükleri Meksika yerlilerine “İndios” diyorlardı. Zamanla yöneten ve yönetilen kesimlerin arasındaki bu ırksal farklılık eski gücünü kaybetti ve karışık evliliklerin ürünü melez bir ırk ortaya çıkmaya başladı. Sömürgenin 1810’de bağımsızlığını ilân etmesinin ve 1821’de İspanya tarafından tanınmasının ardından gelen uzun ekonomik ve politik kargaşadan sonra 1876’da Meksika cumhuriyeti general

Porfirio Diaz’ın yönetimine geçti.

Meksika’da sinemanın başlaması işte bu çalkantılı döneme rastlamıştır. 1896’da gemiyle

Le Havre’dan New York’a, oradan da trenle Meksika’ya gelen Lumiere Kardeşler’in iki operatörü, Veyre ve Bernard, 14 Ağustos 1896’da,başkent Ciudad de Mexico’da ilk halka ilk sinema gösterisini düzenlediler. Veyre, aynı yıl, Cumhurbaşkanı Diaz’ı Chapultepec Ormani’nda atla dolaşırken görüntüleyerek, Meksika tarihinin ilk filmini çekti. Halkın sinemaya gösterdiği büyük ilgi yüzünden 1906 dan itibaren Ciudad de Mexico’da sinema salonları açılmaya başlandı. Ülkenin bağımsızlığının yüzüncü yıldönümü kutlamaları (1910), birçok belgeselin yapımını sağladı ve yeni sinema salonlarının açılmasını hızlandırdı.

1860’larda başlatmış olduğu reformları tamamlayamadan ölen cumhurbaşkanı Juarez’in yerine geçen Porfirio Diaz’ın oligarşiye ve kiliseye dayanarak kurduğu ve 34 yıl ayakta kalan diktatörlük, 1911’de Meksika Devrimi ile yıkıldı. 1910 yılında Diaz yönetimine baş kaldıran Francisco Madero, eski bir çete reisi olan Pancho Villa’nın da desteğiyle 1911’de iktidarı ele geçirdi. Madero, Juarez’in yarım kalan reformlarını sürdümeyi amaçlıyordu ama, Diaz’a karşı silahlı mücadele yürütmüş olan kırsal kesimli devrimci Emiliano Zapata, yeni yönetimi toprak reformlarını savsaklamakla suçladı ve ülkenin büyük bir kısmında“İndios”ları ayaklandırarak toprakları paylaştırmaya başladı.

Büyük toprak sahiplerinin de desteğiyle Madero, General Huerta’nın düzenlediği bir suikasta kurban gitti. Generallerle çetelerin savaşlarıyla kargaşa ortamına sürüklenen ülke, ancak Zapata’nın da tuzağa düşürülüp öldürülmesinden sonra, Obregon’un 1920 yılında cumhurbaşkanı olması üzerine yeniden dengeye kavuştu.

Devrim yıllarında belgesel yapımında büyük bir artış gözlendi.Çarpışmaları sıcağı sıcağına belgeleyen filmler seyirciden büyük ilgi gördü. Ancak, çarpışmaların uzaması, bu arada savaşın yol açtığı işsizliğin ve yoksulluğun yayılması, bu filmlere olan ilgiyi giderek azalttı. Seyircinin ilgisi kurmacaya yöneldi. Ancak, komşu ABD’de  bir endüstriye dönüşmüş olan ve  Meksikalıları kaba saba ve yasa dışı işler yapan kişiler olarak gösteren Hollywood sinemasına ciddi bir tepki oluştu ve İtalya’dan getirilen melodramlar furyası başladı. Bunun üzerine yapımcılar da kurmacaya yöneldiler ve ilk yapımlarda anne sevgisi ve altın yürekli fahişe gibi temalar, melodram kalıpları içinde işlendi. 1916’da ilk kurmaca Meksika filmi “1810 o Los Liberadores de Mexico” çekildi.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması Avrupa filmlerinin ithalini olanaksız kılınca Meksika seyircisi Amerikan sinemasını kabullenmek zorunda kaldı. 1919’dan itibaren, Meksika Hollywood sinemasının en iyi müşterileri arasında yer almaya başladı. Amerikalı yapımcıların Hollywood’da Latin Amerika  pazarı için İspanyolca filmler üretmeye başlamasıyla, sesli sinema, Meksika’da ilk çıktığı yıllardan itibaren büyük bir yaygınlık kazandı. Ulusal sinemanın tohumları ise, on yıl kadar sonra, Meksika’ya  film çevirmeye gelecek iki yabancı yönetmen tarafından atılacaktı: Ayzenştayn ve Zinnemann.

1928’de Sovyet hükûmetinin özel izni ile, hem yurt dışında Sovyet Sinemasını tanıtmak, hem de yeni gelişmekte olan sesli film tekniğini öğrenmek için önce Avrupa’ya oradan da ABD’ye  gitmiş olan Ayzenştayn, Amerikan sermayesiyle, Mesika tarihini ve folklorunu ele alacak bir film çekmek için 1930 sonlarında Hollywood’dan Meksika’ya geldi. Ancak burada yaptığı çekimleri tamamlamak olanağını bulamadı. Bu çekimler, kendi de film olabilecek karmaşık bir serüvenden sonra 1970 sonlarında Sovyetlere getirildi. Yakın arkadaşı ve asistanı Grigori Aleksandrov,  bu malzemeden yola çıkarak çoktan ölmüş olan yönetmenin filmini kurguladı. Burada altının çizilmesi gereken en önemli husus, Azenştayn’ın görüntü yönetmeni Edouard Tissé’nin de katkısıyla, Meksika duvar resimlerinden, gravürlerden ve Meksika folklorundan esinlenerek yapmış olduğu çekimlerin estetiğinin, genç Meksikalı yönetmenler için yol gösterici oluşudur. Bu nedenle kimi tarihçiler Ayzenştayn’ı Meksika sinemasının kurucusu sayarlar.

Fred Zinnamann’ın Milli Eğitim Bakanlığı adına Emilio Gomez Muriel ile birlikte yönettiği ve Vera Cruz’daki balıkçıların nasıl sömürüldüklerini ve bu sömürüye nasıl direndiklerini vurgulayan “Redes (İsyancılar,1934)”, ise toplumcu bir bakış açısının ilk örneğiydi.

Ülkenin temel sorunlarına tarihsel bir bakış açısından eğilen bu iki film de, Meksika sineması üzerinde özellikle biçimsel açıdan çok etkili olacaktır. Bu etkiye, savaş sonrasında bu ülkeye yerleşerek, burada Avrupalıların ancak yıllar sonra keşfedecekleri çoğu başyapıt düzeyinde 21 film çeviren Luis Buñuel’in etkisini eklemek gerekir.

İkinci Dünya Savaşı ertesi Meksika sinemasının en parlak dönemi oldu. 1939 yılında alınan bir kararla her sinema salonunda ayda en az bir yerli film göstermek zorunluluğu getirildi.

Bir yılda üretilen film sayısı kısa sürede 100’ün üstüne çıktı.

Bu dönemin en önemli yönetmeni, adı yıllarca Meksika sineması ile özdeşleşecek olan Emilio Fernandez’dir. Emilio Fernandez (1904-1986) Meksikalı bir baba ile İndios bir anadan dünyaya geldiği için “El İndio” sanıyla anılır. Devrim yıllarında Huerta’nın saflarında çarpışan, yakalanıp 20 yıl hapis cazasına çarptırılınca ABD’ye kaçan Fernandez, ülkesine 10 yıl sonra döner. 1941’da yönetmen olarak başladığı sinema serüveninde, askerlerin desteklediği büyük toprak ağalarının egemen olduğu feodal çevreyi konu edinecektir. Kırsal kesim insanlarının çilesini, devrim yıllarının toplumsal yansımalarını, geleneklerle çağcıllığın çatışmasını, aşkın ve ölümün yönlendirdiği tutkulu öykülerde ele alacak, filmleri görüntü yönetmeni Gabriel Figueroa’nın da katkısıyla, hareketsiz bir alıcının yansıttığı siyah beyaz Meksika görünümleri ve plastik düzenlemelerinin kusursuzluğuyla dikkati çekecektir. “Enamorada (1945)”, “Rio Escondido (1948)”, “Maclovia (1948)”, “La Malquerida (1950)” ve “La Red (1953)” Buñuel öncesi Meksika sinemasının önemli örneklerini oluşturur ve yaşamının sonuna kadar film çekmeye ve oyunculuğa devam edecek olan yönetmenin en başarılı dönemini noktalar.

İspanya iç savaşı sırasında Fransa’ya geçen Luis Buñuel, Federico Garcia Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” oyununu sinemaya uyarlamak için 1946’da Meksika’ya gelir. Proje hiç bir zaman gerçekleşmez ama, Buñuel, dilini konuştuğu, üstelik de kendi gibi İspanya’dan sürgüne gelmiş birçok yurttaşını buduğu bu ülkede kalmaya karar vererk ailesini de getirtir ve arada birkaç film çevirmek için Fransa’ya gitse de, ömrünün sonuna kadar yaşamını, vatandaşlığını da aldığı Meksika’da sürüdürür.

Yönetmen Meksika’da, aralarında Los Olvidadaos (The Young and the Damned) (1950),

El (This Strange Passion) (1953), Ensayo de un crimen (The Criminal Life of Archibaldo de la Cruz) (1955), Nazarín (1958), La Joven (The Young One) (1960), Viridiana (1961), El ángel exterminador (The Exterminating Angel) (1962) gibi pek çok başyapıtının da bulunduğu 21 film çevirir.

İspanya İç Savaşı sırasında ailesiyle beraber Meksika’ya göç eden Luis Alcoriza (1920-1992)

Yurttaşı Bunuel’inkiler de dahil pek çok filmin senaryosunu yazdıktan sonra 1961’de yönetmenliğe başlar. Ayzenştayn ve Strand’ın biçimciliğinin, Bunuel’in gerçekçiliğinin, Meksika duvar resimlerinin ve 19. yüzyıl Latin Amerika edebiyatının etkilerini taşıyan filmleri, Meksika’yı ve Meksika insanını, Fernandez’in filmlerindeki aşırılıklardan kaçınan bir anlayışla beyaz perdeye getirir.

Bunuel sonrası Meksika sinemasının göreceli durgunluğuna karşın, bağımsız sinemacılar önemli bireysel çıkışlar yaparlar. 1970’de iktidara gelen Cumhurbaşkanı Luis Echeverria, kitle iletişim alanında yeni düzenlemelere giderken, sinemanın da desteklenmesini öngörür  ve kardeşi eski oyuncu Rodolfo Echeverria’yı “Sinema Bankası”nın yöneticiliğine getirir.. Devlet, sinema zincirleri ve stüdyolar satın alır, yapımevleri kurar, “Meksika Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi” yeniden düzenlenir, 1974’de “Sinematek” kurulur ve bir sinema okulu açılır. 1976’ da çekilen filmlerin 3te2si devlet  tarafından üretilir.

Bu dönemin önemli yönetmenleri: Felipe Cazals, Jaime Humberto Hermosillo ve Arturo Ripstein’dır.

Felipe Cazals (d.1937), Fransa’da sinema öğrenimi gördükten ve kısa filmler çektikten sonra, bireysel bir anlatım örneği ile 1968’de yönetmenliğe başladı. Grotesk öğeler içeren farslardan üstünyapımlara pekçok türde film çekmeye devem ediyor.

Sinema öğrenimi gören Jaime Humberto Hermosillo (d.1942), kısa filmler çektikten sonra, 1971’deki ilk kurmaca filminden  başlayarak, aile, cinsellik, ahlak sorunları gibi konulara öncelik tanıdı. Meksika burjuvazisinin ikiyüzlülüğünü vurgulayarak, eşcinsellik gibi tabu konulara değinen Hermosillo, eşcinsel oğlundan torun sahibi olmak isteyen bir annenin, oğluna erkek sevgilisi ve nişanlısı ile üçlü bir yaşam kabul ettirmesini konu edinen “Donna Herlinda y Su Hijo (1985)” ile ülkesinin dışında da ünlendi   Eşcinselliği, rontgenciliği ve bastırılmış cinselliği konu edinen filmleriyle sık sık Pedro Almodovar ile karşılaştırılan Hermosillo, Meksika sinemasının en az gelişmiş türü olan güldürü alanının en önemli yönetmenidir.

Arturo Ripstein (d.1945), babası yapımcı olduğu için küçük yaşta sinema ile ilgilendi.”El Angel Exterminator”da Bunuel’in yardımcılığını yaptıktan sonra, genç yaşta ilk kurmaca filmi “Tiempo de Morir”(1965) i çekti. Senaryosunu Marquez ve Fuentes’in yazdığı bu aykırı Western’den sonraki çalışmalarında Ripstein, ülkesinin geçmişini ve bugününü inceleyerek, edebiyattan, müzikten, destanlardan ve efsanelerden yararlanan yeryer şiirsel, öznel bir anlatım yarattı. Toplumun yoz etkilerinden korumak için, aile bireylerini 18 yıl süreyle eve kapatan bir erkeğin öyküsünü, Bunuel için yazılmış bir senaryoyu çekerek anlattığı  “El Castilo de la Pureza”(1972) ile ünlenen Ripstein, 1985’de en önemli çalışmalarından birini çekti: “El İmpero de la Fortuna”. Horoz dövüştüren bir eli sakat bir kasabalının, horozu sayesinde zengin olmasını ve parasını kumarda yemesini konu edinen film, Meksika’nın yoksul ve umutsuz insanlarını perdeye getirdi.

”Profundo Carmesi (1997)” ise ağzı kokan şişko bir hemşire ile yaşlanmaya yüz tutmuş jigolo sevgilisinin işledikleri seri cinayetleri konu edinirken şiddeti geriye iterek, bu iki kişi arasındaki tutkuyu öne çıkardı.

Uzunlu kısalı 50’den fazla film yazıp yönetmiş olan Ripstein, eski kuşak yönetmenler arasında film çekmeye devam eden tek kişidir. Yaşamının sonuna kadar yakın arkadaşı kalacağı Bunuel’den, “kusursuz” olduğu için pek bir şey öğrenemediğni söylemiş olsa da, “çılgın aşk” ve “kapalı mekân korkusu” gibi temalarından, koyu melodram olarak kotardığı filmlerinde bile öne çıkan kara mizah duygusuna kadar filmlerinde ustasının pek çok etkisi sezilebilir. 1977’de kendisine verilen “Mexico Ulusal Sanat Ödülü”nü, Bunuel’den sonra sinema dalında almış olan ilk sanatçıdır.

Kuklacı, mim, sirk palyaçosu  ve yazar Alejandro Jodorowsky (d.1922), 1960 sonlarında Paris ve Mexico’da avangard oyunlar yönetip “Fabulas Panicas” adlı bir çizgi dizisi yarattı. 1967’de çektiği sürrealist aşk öyküsü “Fando y Lis”den  günümüze dek, “Santa Sangre” (1989),“Tusk” (1980),” La Montaña Sagrada” (1973), “El Topo”(1970), gibi az sayıda ama her biri kült film sayılabilecek, sürrealist ve çılgın filmler yönetmeye devam ediyor. Özellikle, başta Hitchcock olmak üzere korku ve gerilim sinemasına, bir sinefil gözüyle çok zeki göndermeler içeren, oğluyla beraber yanında pantomim çalışmış olduğu ve birçok gösterisini beraberce yazıp sahnelemiş olduğu ustası Marcel Marceau’ya bir saygı duruşu niteliğindeki   “ kitsch” başyapıtı “Santa Sangre”, bol kanlı bir “Grand Guignol” öyküsünden hem kurumsal olarak din ve batıl inançlara sert ve alaycı bir eleştiri içeren, hem kara mizah yüklü, hem şiirsel, hem  de romantik bir filmin nasıl bir türler karmaşasına düşmeden yapılabileceği üzerine bir sinema dersi. Jodorowsky’yi, bu filmin Türkiye’deki ilk gösterimi için geçen kış

!f istanbul  festivalinin davetlisi olarak geldiği şehrimizde, son derece keyifli bir konferans/söyleşide sahsen tanışmıştık

Yirmi yıldan beri yazar-yapımcı-oyuncu-yönetmen olarak tiyatro ve sinemada ünlenmiş olan Alfonso Arau   (d.1932), başrolünü de üstlendiği ilk filmini 1969’da yönetti. Gerek Meksika , gerek ABD kökenli filmlerde oyuncu olarak da görünen, ve Meksika Oscar’ları olarak kabul edilen Ariel  ödüllerini 6 kez kazanmış olan Arau, 1992 de eski eşi Laura Esquivel’ in romanından uyarladığı “Como agua para chocolate (Like Water for Chocolate)” ile uluslararası yapımcıların dikkatini çekti. Hem kendi ülkesinde, hem de Amerika’da film çekmeye devam eden Arau’nun en son ve de en dikkate değer çalışması, Orson Welles‘in yapımcılar tarafından kuşa çevrilen, ve kesilen bölümleri halen kayıp olan lânetli filmi “The Magnificent Ambersons”un Welles’in Booth Tarkington’un romanından uyarladığı senaryosuna sadık kalarak çektiği bir mini TV dizisidir(2002).

Film üretiminin büyük ölçüde devletleştirilmesinin olumlu sonuç vermemesi yeni önlemleri gündeme getirdi. Resmi üretim hızla küçüldü. Buna karşılık bağımsız üretimde büyük bir artış gözlendi. Sanat düzeyi daha yüksek filmler çevrilmesini desteklemek amacıyla “Meksika Sinema Enstitüsü (IMCINE)” kuruldu. Çoğu sinema öğrenimi görmüş olan, Dana Rothberg (d.1960), Nicolas Echevarria (d.1947), Luis Carros Carrera (d.1962) yeni bir yönetmenler kuşağı ise sinemaya yeni bir soluk getirdi.

ABD sinemasındaki esin kaynaklarının gittikçe kuruması yıllar önce kuzeyden güneye akan sinemasal göçü tersine çevirdi. Sadece eskilerden Ripstein ve Arau değil, Alfonso Cuarón (d.1961), Guillermo Del Toro (d.1964) ve Alejandro Gonzales İnnaritu (d.1963) gibi genç yetenekler de, ilk veya ikinci filmlerini çektikten sonra Hollywood’a transfer olarak hem ABD’de hem kendi ülkelerinde parlak bir sinema karyerine devam etmektedirler

1961 Mexico City doğumlu Alfonso Cuarón, felsefe ve sinema eğitimi almış ve ilk uzun metrajli filmi “Sólo con tu pareja”yı 1991’de çekmiştir. Bir hemşire ile ilişkiye girdikten sonra AİDS kaptığını sanan çapkın bir işadamının başına gelenleri anlatan bu seks komedisi genç yönetmene Hollywood’un kapılarını açmış, ve Frances Hodgson Burnett’in klasik romanı “A Little Princess”(1995), ABD’de yönettiği ilk film olmuştur. Peşinden yine bir edebiyat uyarlaması gelir: Charles Dickens’in “Great Expectations” romanının günümüzde geçen çok başarılı bir modern uyarlaması(1998). Mexico’ya döndüğünde, başkişileri cinselliğe takmış iki yeniyetme ile yirmili yaşlarının sonlarında çekici bir evli kadın olan kışkırtıcı bir yol filmi, “Y tu mamá también”i çeker(2001). Açık seçik cinselliği ve kimi zaman kabalaşmaktan çekinmeyen gülmecesinin yanında, içerdiği toplumsal ve politik eleştiriler nedeniyle film, gerek eleştirmenler gerek izleyiciler tarafından çok tutulur ve büyük bir uluslararası başarı kazanır. Bu başarı onu tekrar ABD’ye götürecek ve orada yazarı J.K.Rowling’in “Tüm seride en çok beğendiğim film” dediği “Harry Potter and the Prisoner of Azkaban” ile çok ilginç bir bilimkurgu filmi “Children of Men”i yönetecektir.

1964’de doğan, katolik büyükannesi tarafından yetiştirilen ve Instituto de Ciencias’da eğitim gören Guillermo del Toro Gómez, ilk filmini 21 yaşındayken çekmiştir. Sinemayla sekiz yaşından beri ilgilenen yönetmen çizgi roman uyarlamalarından tarihsel fantastik ve korku filmlerine pek çok türde eser vermiştir.1998’de babasının Mexico’da kaçırılmasından sonra ABD ye taşınmıştır. Franco.döneminde geçen “El espinazo del diablo” (The Devil’s Backbone) ve “El laberinto del fauno” (Pan’s Labyrinth), en çok beğenilen yapıtlarıdır. “Kendimi bildim bileli canavarlara aşığım.Filmlerimde onları didik didik edip, nasıl çalıştıklarını, içlerinin nasıl göründüğünü, toplumsal hayatlarının nasıl olduğunu öğrenmeye çalışırım”,diyen Gomez’in düşlediği projeler arasında “Frankenstein”ın romana sadık bir Miltonien trajedi olarak uyarlanması var.

1963 de Mexico City’de doğan Alejandro González Iñárritu, en iyi yönetmen dalında Oscar adayı olan ilk Meksikalı’dır. Mexico City’nin karmaşık dünyasını anlatan 11 kısa film yapmak için başladığı çalışmalar giderek üç ana öyküye indirgenerek “Amores Perros” filmini oluşturmuştur. Iñárritu, bir trafik kazasının birbirine bağladığı çok karakterli ve çok öykülü filmini daha sonra benzer tarzda çektiği “21 gram” ve “Babel” ile ölüm üzerine bir üçleme haline getirmiştir. Ne yazıktır ki bu üç filmin başarısını 2010 yapımı “Biutiful”de sürdürememiştir. Javier Bardem’e aynı yıl Cannes’da hakedilmiş bir “en iyi erkek oyuncu” ödülü getiren bu ikibuçuk saatlik hantal melodram, ”ölüm üçlemesi”nin asıl başarısının Iñárritu’dan çok başka bir Meksikalıya, bu üç filmin de senaryosunu yazmış olan Guillermo Ariaga’ya ait olduğunu düşündürmektedir.

İlk kez kendi senaryosunu yazan Iñárritu’nun bitmez tükenmez filminin iticiliğine karşın Arriaga, kendi yazıp yönettiği çok ilginç ilk filmi “The Burning Plain” ile parlak bir çıkış yapmıştır.

Meksika sinemasıyla ilgili bir yazıyı Carlos Reygadas(d.1971) dan söz etmeden bitirmek olanaksız. İstanbul seyircisinin sadece festivallerden tanıdığı bu son derecede aykırı yönetmen sinema tutkusunu 1987’de Andrei Tarkovski’nin filmlerini izlerken farketmiş. Mexico’da hukuk okuyup Silâhlı Çatışmalar konusunda uzmanlaşan Reygadas, uzunca bir süre Birleşmiş Milletler’de çalıştıktan sonra ilk filmi “Japón”u 2001’de yapmıştır. Hayvanlara gerçek işkence ve yaşlı bir kadınla açık seçik ilişki sahneleri içeren bu filminden sonra, çirkin ve yaşlı karakterlerin rol aldığı sansürsüz çekimleri ve filmin başındaki uzun oral seks sahnesiyle Cannes’da skandal yaratan “Batalla en el Cielo”yu çekmiştir(2004). Modern Meksika sinemasının en ilgi çekici isimlerinden biri kabul edilen bu genç yönetmenin Dreyer’in “Ordet”inden esinlenen ve gerek seyirciden gerek eleştirmenlerden tam not alan bol ödüllü 2007 yapımı filmi “Silent Light” geçtiğimiz yıl İstanbul Uluslararası Film Festivalinde gösterilmişti.

kaynak : hepsi-hikaye.com

Amerikada oynayan Türk dizileri

Los Angeles'ta sabah işe giderken önümüzde hareket halinde olan toplu taşıma aracının arkasındaki reklam afişi dikkatimi çekti, dikkatlice baktığımda "Suleiman El Gran Sultan" yazıyordu. yazılanları okudum daha sonra araştırdığımda dizinin Los Angeles'ta uzun süredir bir televizyon kanalında yayınlandığını öğrendim, dizi MundoFox televizyonunda ispanyolca kablolu tv üzerinden yayın yapıyor. dizi prime time da yayınlanıyor ve oldukça beğeniliyor. ayrıca ispanyolca tüm bölümlerine MundoFox televizyonunun internet sitesinde rastladım. televizyon dizinin reklamını ve tanıtımını iyi gerçekleştiriyor websitenin ana sayfasındada Muhteşem Yüzyılın tanıtımı var. şu anda dizi ispanyolca dublaj ile amerikanın güney yakasında gösteriliyor. umarız çok beğenilir ve ingilizce dublajda yapılır.

Los Angeles'ta oynayan diğer bir Türk diziside ' Kurt Seyit ve Şura. dizinin ispanyolca ismi 'Amoe En Guerra' Bu dizide MundoFox kanalında ispanyolca yayın yapıyor. ve dizi primetime da çok tutulan ve beğenilen dizilerden, reytinglerde üst sıralarda yer alıyor. MundoFox websitesi'nde bu dizilere gösterdiği ilgiden bunu rahatca anlayabiliyoruz.  Muhteşem Yüzyılda olduğu gibi MundoFox'un websitesinde  Kurt Seyit ve Şura dizi'sininde tüm bölümlerini ispanyolca olarak kullanıcılara sunuyor.  dizi Amerika'da bu kadar beğenildi ama  Türkiye'de sadece bir sezon 21 bolüm gösterimde kaldı ve yayından kaldırıldı.

Şu sıralar Amerikaya giriş yapan üçüncü dizide başrolünde Gürkan Uygun'un oynadığı Kaçak dizisi.
dizi ünlü Amerikan kanalı Azteca’ya satıldı. dizi bu sezon Türkiyede final yaptı.

İspanyolca dublajla Amerika televizyonlarında yayın yapan, Türk dizilerini bu linkten inceleyebilirsiniz : http://www.mundofox.com/shows

18 Mayıs 2015 Pazartesi

'Kaçak' dizisi Amerika yolcusu

Bu sezon final yapan “Kaçak ” dizisi ünlü Amerikan kanalı Azteca’ya satıldı.

Yayınlandığı dönemde, güçlü oyuncu kadrosu ve güçlü senaryosu ile izleyicisini ekranlara kilitleyen “Kaçak” dizisi şimdi de yurtdışında izleyici ile buluşmaya hazırlanıyor.

Birçok dizinin distribütörlüğünü yapan Eccho Rights Kaçak dizisini Azteca kanalına sattığını duyurdu.

New York’da düzenlenen ve Amerika’nın ünlü TV isimlerinin davet edildiği geceye katılan Kaçak dizisi başrol oyuncusu Gürkan Uygun bu tür gelişmelerin Türkiye’nin imajını yurtdışında tanıtan önemli bir araç olduğunu vurguladı.

kaynak : haberturk.com

17 Mayıs 2015 Pazar

Bağımsız Film Teknikleri; Rick Casteñeda’dan On Tavsiye

Yalanlar doğrulara kıyasla daha inandırıcıdır, doğru söylediğinizde başınız ağrıyabilir.

John Steinbeck

Yalan söyleme yeteneğiniz varsa, insanlar sizi daha çok sever ve saygı duyar. Daha az açıklamaya ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden ben de, Cement Suitcase filmini Red ve Alexa gibi havalı kameralarla çektim diyorum. İşin doğrusu, film yapmanın teknik maliyeti çok hızlı bir şekilde düştü. Yakında neredeyse kağıt-kalem gibi olacak.

Filmi 7D ile çektiğimi söylediğimde, beni küçümsüyorlar. “Oh, demek sen de…” Halbu ki bu kamera ve muadilleri, Oscar alan Black Swan gibi birçok filmde kullanıldı. İnsanların bilmesi gereken şey görüntü yönetmeni tercihiniz, ekipman tercihinizden çok daha önemlidir. Bizim görüntü yönetmenine üstünde delik olan ne verirsen ver, ondan da iyi bir görüntü çıkarır. (Bağımsız Film Ödülleri, En İyi Görüntü Yönetmeni Adayı)

Bunlar, tabi ki o pahalı ve gösterişli oyuncakları sevmediğim anlamına gelmez. Hepsini seviyorum. Sadece pahalı ekipman olmadan da iyi bir şeylerin yapılabileceğini söylüyorum.

Bir: Herşeyi Bilin

Bir yönetmenin film yapmayla ilgili herşeyi bilmesine gerek yoktur, ama bildiklerinin de faydasını görür. Kurgucu, fotoğrafçı, yönetmen, yazar, yapımcı, görsel efekt sanatçısı ve kurgu danışmanı gibi bir çok pozisyonda çalıştım. Ses hakkında daha çok şey öğrenmek adına, bir radyoda staj bile yaptım.

Herşeyi bilmek imkansızdır. Ayrıca, filmdeki tüm yükü üzerinize almanız filmin yararına olmaz. Ancak, en azından işi yapanlarla iletişim kurabilecek düzeyde bir bilgi birikimine sahip olmalısınız.

İki: Çekime Başlamadan Önce Plan Yapın

Bizim harika bir çekim planımız vardı. Yaptığımız çekimi Prorese çevirip, daha sonra da Plural Eyes ile ses ile senkronluyorduk.

Hem çekim hem de kurgu bilgisi olan insanlarla beraber çalışmak çok yararlı. Filmin kurgucusu olarak çalıştığımda, hangi sahneleri keseceğimi çekim aşamasındayken görebiliyorum. Hafıza kartlarını boşaltan arkadaşımız bile kurguya hakim biri. Ayrıca, miksajı da sesleri kaydeden arkadaşımız yapacak.

Bunlar ne anlama geliyor? Çekimden kurguya kadar atıl durumda hiçbir şeyin olmadığı anlamına geliyor. Herşey belli bir düzenin içinde işliyor. Sesçimiz, kurguda ihtiyaç duyabileceğini önceden bildiği için, çevredeki doğal sesleri kayıt etmek için fazladan bir gün harcadı.

Üç: Çekim Planınızı Test Edin

Harika bir çekim planımız olduğunu düşünüyordum. Her çekim için 6 kanal ses kayıt ettik: biri boom kaydı, diğeri kameranın stereo kaydı, diğerleri de oyuncuların konuşma kayıtları. Kameranın kaydettiği sesin işe yaramaz olduğunu düşünmeme rağmen, herhangi bir şeyin ters gitmesi ihtimaline karşı tüm çekim boyunca kullanıldı.

Kurguyu kolaylaştırmak için görüntü ve sesin birleştirilmesini istedim. Sonunda zaten sıkıştırma yapacağımız için, kurguya oturmadan önce ham videoları sesle birleştirerek Quicktime Prores çıktılar aldık. Epey bir zamanımızı aldı, ama kurgu kısmı daha kolay oldu.

Çekimlere başlamadan önce bu teknikle hazırlanmış bir videoyu kurguda işlerken, sesçi için de omf uzantılı çıktı aldık. Quicktime video çıktılarına eklediğimiz seslerde hiçbir sorun yoktu, ancak referanslar gözükmüyordu. Görüntü dosyası ve ses dosyasının isimleri aynıydı.

Örneğin, sesçi sesin orijinaline ulaşmak istediği zaman, bulmakta baya zorlanacaktı. Herşeyi kaydettiğimiz bir excel dosyamız var. Ona bakarak bulmaya çalışacaktı. Şükürler olsun ki, çekim planımızı önceden test ettik ve bu açığı ses dosyalarına referans ekleyerek kapattık. Bu da sesçimizi fazladan harcayacağı olası birkaç haftadan kurtarmış oldu.

Rick’in fotoğraf yorumu: "Yönetmen Rick, yönetmen gibi gösteriyor."
Rick’in fotoğraf yorumu: “Yönetmen Rick, yönetmen gibi gösteriyor.”

Dört: Final Cut Pro Proje Dosyası 100MB’ı Geçmesin!

Bu filme kadar yaptığım en uzun film 30 dakika uzunluğundaydı ve Final Cut Pro proje dosyası ile şişme problemi yaşamamıştım. Kurguya oturduktan bir süre sonra, dosyanın açılması 10 dakikayı geçmeye başladı ve sürekli crash almaya başladım. Proje dosyası 200mb ı geçmişti. Görünüşe göre bu olmaması gereken bir şey. İşlenmiş sekansları başka bir proje dosyasına taşıdım. Böylece, sorun çözüldü ve gerek duyduğumda eski sekanslara ulaşabilecektim.

Beş: Kurgu Dosyalarınızı After Effects’e Taşımanın Bir Yolunu Bulun

Dijital dünyada, başlıklara, görsel efektlere veya grafiklere her zaman ihtiyacınız olabilir. Görüntülerinizi kurgu programından, grafik programına nasıl taşıyacağınıza karar verin. Çıktı alarak bu işlemi gerçekleştirebilirsiniz. Ancak, bunun beceriksizlere göre olduğunu düşünüyorum. Ayrıca videonun başına veya sonuna bir şey eklemeniz gerekirse tüm işlemleri baştan yapmanız gerekir.

Çalıştığınız sekansı bir şekilde programa tanıtmanız gerekir. Premiere’de çalışanlar için bu çok kolaydır. Premiere proje dosyasını After Effects’te açabilir veya dinamik bağlantıyla After Effects’e aktarabilirsiniz. Ancak her program birbirini bu şekilde desteklemez.

Bu durumda XML çıktısı alarak, FCP dosyalarını After Effects’e aktarabilirsiniz. Bu durumda, After Effects değişiklikleri, proje dosyasına değil videoya referans vererek yapar. Böylece, görüntü kaybı yaşamazsınız.

Altı: Filmin Dosya Formatı Ne Olacak? Niçin?

Bu sorunun cevabını, çekimlere başlamadan öne vermelisiniz. Dijital teknoloji çok hızlı ilerlediğinden, siz filmi bitirene kadar format da değişebilir. Ancak, olası bir değişime hazırlıklı olursunuz. Bizi ProRes 422HQ QuickTime formatını tercih ettik.

ProRes bildiğim akdarıyla, arşivler ve bağımsız yapımlar için en çok tercih edilen format. Bunun asıl sebebinin Apple’dan kaynaklandığını düşünüyorum. Ancak, ProRes formatının çok sağlam, geçerli ve saygın bir format olduğu da kesin. ProRes 422HQ dağıtımı firmasının, iTunes, Amazon ve Netflix gibi platformlarda kullanmak için bizden istediği formattı.

İşin doğrusu, bizim film ProRes 422 olarak kurgulandı. HQ su yoktu. Sıkıştırma yapmadan önce yaptığım okumalardan, Canon 7D’nin h.264 kullanmasından dolayı video dosyalarında 422HQ için gerekli bilginin olmadığını öğrendim. Bu yüzden, ProRes 422 formatına sıkıştırarak RAM’den ve harddiskten tasarruf ettim.

Cement Suitcase filminden bir sahne
Cement Suitcase filminden bir sahne

Yedi: Kendi DCP’nizi Yapın

Cement Suitcase filmini çekerken-aslında kurgudan sonra- DCP’nin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Dijital Sinema Paketi anlamına geliyor. Filminizi, günümüz filmlerinin çoğunun gösterildiği dijital server üzerinden yayınlamak için gerekli olan 6 dosyadan

Önceleri, dijital ortamda çektiğiniz bir filmi salonda yayınlatmak için ya makaraya çektirmeniz(çok pahalı bir seçenek) ya da DVD’ye çevirmeniz(yaklaşık %75lik bir kalite kaybı) gerekiyordu.

Cement Suitcase filminin gösterildiği on film festivalinden yola çıkarak söyleyebilirim ki, festivaller filmleri DCP veya Blu-ray formatlarında istiyorlar. Blu-ray iyi bir alternatif, ama filmin sıkıştırılmasını önlemiyor.

Filminizi DCP olarak yayınlamanız, büyük bir kolaylık. Iron Man 3 gibi büyük bütçeli filmler nasıl yayınlanıyorsa sizin filminiz de aynı şekilde yayınlanıyor. Bir makiniste DCP’nin hata verdiğine şahit olup olmadığını sordum. O da, “Duydum ama benim başıma gelmedi. Hata durumunda, hızlı bir şekilde uyarı veriyor. Sistem kontrolünü geçtikten sonra hata verme ihtimali çok düşük zaten.” dedi.

En iyisi de böyle bir şeyi kendi başınıza da yapabilirsiniz:

phttp://nofilmschool.com/2012/07/project-in-digital-theater-make-digital-cinema-package-for-cheap-with-opendcp

Bu işler size karmaşık geliyorsa, 1.000 ila 2500 dolara başkasına da yaptırabilirsiniz. Bu noktada dikkat etmeniz gereken bir şey var. Jeneriğe ekleme yapmak istediğinizde veya filmden bir parça almak istediğinizde, birkaç binlik daha harcayarak bu işlemi tekrar yaptırmak zorunda kalabilirsiniz. Bizim başımıza geldi, oradan biliyorum.

DCP’nizi test edebileceğiniz bir sinema salonu ile arkadaşlık kurun. Aşağı mahalledeki Film Independent’ta çalışan makinist ile aram çok iyidir. Böylece, gösterimdeki filmlerden sonra götürdüğüm DCP’yi test ettirme imkanım var.

Ayrıca, birçok film festivali de bu işi sizin için yapıyor. Gerçekten önemli. Çünkü ilk DCP’yi yaptıktan sonra, sekanslardaki dosya isimlerinin aynı sayıda karaktere sahip olması gerektiğini bilmiyordum(Uzun hikaye). Sonuç olarak, film ortadan başladı, sonra bir ara başa döndü. Seyirci önünde böyle bir şey olmasına izin veremezsiniz. Uzun iş olduğu için DCP yapmak için en azından bir veya iki hafta ayırın.

Rick Castañeda (Psychic Bunny T-şörtü olan)
Rick Castañeda (Psychic Bunny T-şörtlü)


Sekiz: Filmler, Gerçekten Ama Gerçekten Çok Uzun

Aptalca gelebilir ama inanın çekimler başlayana kadar bunu fark etmemiştim. Bu ilk uzun metrajıma başlayana kadar, herşeyi kafamın içinde oluşturup tıkır tıkır gerçekleştiriyordum. Başından sonuna kadar tüm film kafamın içinde oynuyordu. Herşeyi avucumun içine alıp, tüm yönleri görebiliyordum. Uzun metrajda bunların hiçbirini yapamadım.

Bunların hepsi de, aptal gibi, kostümcü ve senaryo danışmanına ihtiyaç olmadığını düşünmemden kaynaklandı. Henüz çekimlerin ilk günüydü ki, yanıldığım ortaya çıktı.

Ana karakterimiz Franklin’in evin dışında çekimini yapıyorduk. Akıcı olması için, iç mekanda başlayan çekimler ile dış mekan çekimleri arasında, Franklin’in evden çıkması, eve girmesi gibi sahneleri de eklememiz gerekiyordu.

Saat 10.00 civarında, performansı, bütçeyi, “Çekim güzel oldu mu?, Bahçe yeterince temiz miydi? Zaman çizelgesine uygun hareket ediyor muyuz? Aşağı sokaktan neden Mariachi sesleri geliyor? Filmin sesine girdi mi?” gibi sorunları düşünürken aktörüm bana döndü ve “Bu sahnede hangi t-şörtü giymeliyim?” diye sordu.

Hmm…Franklin 62 nci sahnede hangi t-şörtü giymeli? Nereye gidiyor? Günlerden ne? O gün başka neler yapacak? Üzerindekiler tüm bir gün için uygun mu? Sıkışık bir çizelgede, hem senaryo ile uğraş, hem kıyafetlere karar ver, hem de çekimlere yoğunlaş… Bunların hepsinin böyle bir filmde bir arada olması gerçekten imkansız olurdu. Çalışanlardan birini senaryo danışmanlığına diğerini de gardıroba verdik. Çok büyük bir fark yarattı.

Plan yaparken bu iki görevin bir işe yaramadığını düşünüyordum, pratikte ise onlarsız kafayı yerdim.

Dokuz: Film Çekerken Her Aşama Daha İyi Bir Film Yazmak İçin Bir Fırsattır

Çekim günümüzü belirlediğimizde senaryoyu çok beğenmiştim. Yine de, geri besleme alabilmek için senaryoyu sağa sola gönderiyordum. İster sevin ister sevmeyin film hakkındaki eleştirileri ne kadar erken alırsanız o kadar iyidir. Eleştirilerin bir kısmı kafama yattı. Ben de senaryoyu yeniden düzenlemeye karar verdim. Ertesi gün çekime başlayacaktık ve saat gecenin 2 siydi.

Bazı sahnelerdeki hataları çekmeye başlayana kadar göremedik. Provalarda oyuncuları izlerken, bazı sahnelerin sıkıcı olduğunu farkettim. Bu sahneyi nasıl canlandırabiliriz? Aktörlerin bu konuda yetenekli olduğunu söyleyebilirim. Kulak vermenizde fayda var.

Kurgu aşamasında sorun yaşadığım sahneler de var. Birini çok düz buldum. Herkes sahne hakkında ne düşündüğünü söyledi. Ben de kurguda, iki karakterin sözlerini üstüste bindirerek tartışma efekti verdim. Sonuç çok iyiydi.

Bazı sahneler de ses olmadan akmıyordu. Franklin’in bilincini kaybettiği sahnede, sesçi sesleri bükerek, diyaloğu merkezden(geleneksel yöntem) uzaklaştırarak, arka hoparlörlere verdi. Franklin’in tekrar bilincinin gelmesiyle birlikte sesler de eski haline döndü. İzleyen hiç kimse ne yaptığımızı bilmiyordu, ama hissediyorlardı.

Demek istediğim şu ki, çekimden kurguya kadar filmin her aşaması, filmin daha iyi hale getirmek için bir fırsattır. Hepsini kullandığınıza emin olun!


On: Film Yapımında Yayılma Etkisi Vardır

Yönetmenlikte, siz mutluysanız ve enerjiniz yüksekse diğer herkes de böyledir. Eğer stresli ve sağa sola bağırıyorsanız ekibiniz de böyle davranır. Kendinizi adadığınızı gösterdiğinizde ekibiniz de kendini adar. Bir çöpü dışarı çıkarmak sizin gibi önemli birinin işi olmadığını düşünüyorsanız diğerleri de böyle davranır ve o çöp orada kalır.

Yönetmen olarak setin ruh halini siz belirlersiniz. İyi bir ruh hali belirlediğinizden emin olun. Nihayetinde, deveye hendek atlatmayacaksınız. Düşük ücret, uzun çalışma saatleri, inanılmaz bir stres olmasına rağmen bu dünyanın en güzel işi ve bu yüzden eğlenceli olmalı, dostum.

Rick Casteñeda kimdir?

Los Angeles’ta bulunan yapım şirketi Psychic Bunny’nin kurucularından Rick Casteñeda uzun metraj, animasyon, kısa metraj filmlerde senarist, yönetmen ve yapımcılık yapmaktadır. Çalışmaları, A.B.D., Kanada, Japonya ve Romanya gibi Dünyanın dört bir yanındaki festivallerde yer aldı. Ekibi Six Finger Fist ile yaptığı otuzdan fazla kısa film internet üzerinde başarı elde etti. Komadan çıkamayan birini anlatan on bölümlük internet dizisi bir milyondan fazla izleyici tarafından izlenerek New York Times’tan övgü dolu bir eleştiri aldı. Ayrıca Disney ve MSN için web kısaları da çekti.


Yazar : Fahrettin Ünlü
Kaynak: creativecow.net, sinezof.com

11 Temmuz 2014 Cuma

4 kişiden 1'i 'Recep İvedik 4' izledi

Her 4 seyirciden birinin tercihi olarak yılın en çok izlenen, 1989'dan günümüze de en çok izlenen 2. film unvanını alan "Recep İvedik 4", 67 milyon lirayı geçen hasılatıyla toplam sinema hasılatında aslan payını aldı.

Türkiye'de, yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 24 milyon seyirci ve 250 milyon lira hasılat toplayan sinema sektörünün büyüklüğü, geçen yılın tamamının yarısına yaklaştı.
     
Box Office Türkiye verilerinden derlenen bilgiye göre, son olarak 2009 yılında bir önceki yıla göre yüzde 3,9'luk düşüşle 36 milyon 904 bin 345 seyircinin gittiği Türkiye'deki sinema salonları, bu yıldan sonra izleyici sayısını sürekli artırıp, geçen yıl 50 milyon 293 bin 837 kişiyle tepe noktasına ulaştı.
     
Bu yılın ilk çeyreğinde de Türk sinemasının en çok izlenen serilerinden olan "Recep İvedik 4" ve "Eyyvah Eyvah 3"ün vizyona girmesinin etkisiyle seyirci sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 31 artırartarak, 23 milyon 792 bin 242'ye ulaştı.
     
Sektör, geçen yılı, bir önceki yıla göre yüzde 13,4'lük artışla 50 milyon 295 bin 805 seyirciyle, yüzde 18,5'lik artışla 504 milyon 347 bin 109 liralık toplam hasılatla kapatmıştı. Buna göre yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 24 milyon seyirci ve 246 milyon 53 bin 475 lira hasılat toplayan sinema sektörünün büyüklüğü, geçen yılın tamamının yarısına yaklaştı.

 kaynak : ntvmsnbc.com

9 Temmuz 2014 Çarşamba

720 saatlik filmin fragmanı yayınlandı

Şimdiye kadar yapılmış en uzun filmin ilk fragmanı yayınlandı. 72 dakikalık fragman, 720 saat süren filmin yanında okyanusta bir damla gibi kalıyor.

İsveçli deneysel sinemacı Anders Weberg’in yönettiği 720 saatlik ‘Ambiancé’ adlı film sinema tarihinin en uzun filmi olacak. Weberg, filmin şimdiye kadar sadece 280 saatlik kısmını tamamlayabilmiş.

Müziklerinin Alman sanatcı Marsen Juhls tarafından bestelendiği fragman ruh ve aydınlık üzerine kaygı verici bir deneyim. Yönetmen Anders Weberg blogunda fragmanın filmin ruhunu ilettiğini yazdı.

Bir sonraki fragman 7 saat 20 dakika olacak ve 2016’da yayınlanacak. 72 saat uzunluğundaki üçüncü fragman ise 2018’de yayınlanacak.

kaynak : ntvmsnbc.com

5 Temmuz 2014 Cumartesi

2014'ün en çok izlenen sinema filmleri

Türk sineması, yılın ilk yarısında vizyona giren güçlü Hollywood yapımlarına rağmen, hem zirveyi korudu hem de en çok izlenen 10 filmden 6'sına damgasını vurdu.
2014'ün en çok izlenen sinema filmleri


Zirveyi aylardır koruyan "Recep İvedik 4", "Eyyvah Eyvah 3", "Düğün Dernek" ve "Patron Mutlu Son İstiyor" filmlerinin başı çektiği en çok izlenen yapımlar listesinde, gişenin galibi 4 film, yaklaşık 15 milyon seyirciyle buluştu.

Box Office Türkiye verilerinden derlenen bilgilere göre, 3 Ocak-29 Haziran tarihlerinde en çok izlenen film, "Tüm zamanlar" rekorunu da elinde tutan Recep İvedik 4 oldu.

Yılın ilk çeyreğinden itibaren zirveyi sahiplenen Recep İvedik 4'ün ardından, uzun zamandır yerini koruyan yerli komedi filmlerinden Eyyvah Eyvah 3 ikinci, Düğün Dernek üçüncü, Patron Mutlu Son İstiyor ise dördüncü olarak seneyi yarıladı.

EN ÇOK KOMEDİ FİLMLERİ İZLENDİ

Geçen yılın aynı döneminde tercih edilen ilk 10 filmi arasında 7 Türk filmi bulunurken bu yıl sayı bir azaldı. Toplamda 4 yabancı yapımın yer aldığı listede, yeni filminin çekimleri için Türkiye'ye gelmesiyle uzunca bir süre gündemde kalan aktör Russel Crowe'un Nuh: Büyük Tufan filmi 5'inci oldu.

Animasyon filmi Karlar ülkesi dönemi 6'ncı olarak kapatırken, bir milyon izleyici sınırının altında kalmalarına rağmen 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi filmi 9'uncu, İnanılmaz Örümcek-Adam 2 ise 10'uncu sırada yer buldu.

Yarısını komedi filmlerinin oluşturduğu listede, fantastik türdeki yapımların ağırlığının yanı sıra 8'inci sırada bulunan Bi Küçük Eylül Meselesi tek romantik film olarak dikkatleri çekti.

SAYİRCİ SAYISI 32 MİLYONU AŞTI

Sinema izleyicisi sayısında geçen yılın aynı dönemine göre 6 milyon civarında artış yaşandı. Yerli yapım komedilerin, toplam seyirci sayısının neredeyse yarısını beyaz perdeye çekerek hakimiyetini sürdüren ilk 4 Türk filmini 14 milyon 820 bin 187 kişi izledi.

Gişenin galibi 10 film, 20 milyon 480 bin 932 seyirciyle buluşurken, ocak-haziran döneminde vizyona yansıyan 100 yapımın toplam seyirci sayısı 32 milyon 857 bin 709, toplam hasılatı ise 344 milyon 351 bin 109 lira olarak gerçekleşti.

Yılın ilk 6 aylık sinema verilerine göre en çok izlenen filmlerin seyirci ve hasılat sayıları ise şöyle:

Sıra    Film                                         Toplam Hasılat       Toplam  Seyirci
1 Recep İvedik 4                         71.353.658 TL               7.219.428
2 Eyyvah Eyvah 3                         35.022.168 TL                3.414.212
3 Düğün Dernek                                 28.874.996 TL                2.889.011
4 Patron Mutlu Son İstiyor                 12.899.602 TL               1.297.536
5 Nuh: Büyük Tufan                         13.663.068 TL               1.178.671
6 Karlar Ülkesi                                 12.338.624 TL               1.111.783
7 Mandıra Filozofu                         9.123.051 TL               934.439
8 bi küçük Eylül meselesi                  9.354.900 TL               919.474
9 300: Bir İmparatorluğun Yükselişi 10.202.846 TL              864.817
10 İnanılmaz Örümcek-Adam 2          7.655.800 TL                651.561



kaynak: sinema.bugun.com.tr