28 Mart 2014 Cuma

Türklerin "korku" imtihanı

Türk korku filmlerine bir yenisi katıldı: Ammar. Filmin yönetmeni ve oyuncuları Özge Mine Sarıçam'a konuştu

Türk korku filmi denildiğinde ilk aklıma gelen, Exorcist filminin Türk versiyonu ve tüm dünyanın kahkalarla güldüğü 1974 yapımı Şeytan filmi. Kabul etmek gerek, Türk sineması korku türünde son yıllarda atılımlar yapmaya başladı. Ancak kültürümüz korku filmlerine pek alışkın gibi görünmüyor. Türk ve Müslüman milletine en korkunç gelen cinler, son dönem Türk korkularında ana öğe. Ancak bunun da yeterince korkutucu olabilmesi için ciddi şekilde iyi efektler, sağlam oyunculuklar ve etkili bir atmosferle müzik gerekiyor. Özgür Bakar’ın çektiği 21 Mart’ta vizyona giren Ammar filmi bugüne kadar yapılan Cin temalı Türk korku filmleri arasında, Amerikanvari senaryosu ve başarılı atmosferiyle farklı duruyor. Ancak ben hala kadın cinayetleri, çocuk istismarı ve saçma sapan sebeplerle cinnet geçirip birbirini öldüren insanlarla dolu bir ülkede korku öğesi olarak cin gibi mistik öğelerin seçilmesini garipsiyorum. İleride Türk korku sinemasının izleyenlerin psikolojilerinde ufak çapta etkiler bırakacak nitelikte gelişmesini istiyor ve yapımcıları bu alana dikkat çekmeye çağırıyorum. Ancak şimdi konumuz Ammar filmi ve oyuncuları… Yönetmen Özgür Bakar “Aile filmi çektik” derken haklı, çünkü başroldeki Duygu Paracıkoğlu (Halil Sezai’nin de kardeşi)aynı zamanda Bakar’ın eşi. Burak Sarımola ve Ufuk Şen de yakın arkadaşları. Aralarına yeni dahil olan Eylül Su Sapan da duru güzelliğiyle oldukça dikkat çekiyor. Filmi 15 gün gibi kısa bir sürede çekmişler. Gerisini onların ağzından dinleyelim.



Önceki röportajınızda “Korku öğeleri kesinlikle değişiyor.” demişsiniz, biraz açar mısınız?

Özgür Bakar: Her kültürün kendine özgü bir korku unsuru var. Biz cinlerden korkuyoruz. Diğerlerinde şeytandan ya da ölüden korkuyorlar. Korku öğeleri ülkeden ülkeye değişir ama önemli olan baş karakterle empati kurup, korkmaktır.

Daha önce cinleri konu alan korku filmleri yapıldı ancak çok eleştiri aldı. Siz de filminizin adını Ammar koyup korku öğesi olarak “cin”i seçerken önyargıyla karşılanmaktan korkmadınız mı?

Ö.B. : Sinema her şeyden önce sanatsal olduğu kadar ticari kaygı da güden bir yatırım. Ticari açıdan bakacak olursak Türkiye’deki korku filmlerinin %99’u başarılı.

Ancak onlar B sınıfı filmler. Bizden neden bir Omen ya da Blair Witch Project çıkamıyor?

Ö.B. : Tamamen evrensel bir dil yakalayamamalarından. Bizim bu filmde yapmak istediğimiz tam olarak buydu; evrensel bir dil yakalamak. Cin’i tercih ettik ama cini başka ülkeler çok rahatlıkla şeytan olarak algılayabiliyor.

“KORKU FİLMİ DEĞİL, SENARYO FİLMİ”

Cin olmadan da korku filmi yapamaz mıyız?

Ö.B: Kesinlikle yapılabilir. Ümit Ünal, “Ses” filmini yaptı mesela. Ama böyle bir şey denenmek istendiğinde ticari olarak da arkanızda duracak biri lazım ancak kimse o riski almak istemiyor. Şu anda herkes komedi veya dram yapma peşinde çünkü bunun bir karşılığı olduğu düşünülüyor. Biz şanslıydık ve böyle bir şey yapabildik. Biz de cin kullandık ama kullanmasak da bir şey değişmeyecekti.

Zaten Ammar’da  Amerikan korku filmlerinden alışık olduğumuz bir konu var; 5 genç arkadaş uzak bir eve giderler ve o evde garip şeyler olmaya başlar…

Ö.B. : Ben filmin fragmanını keserken özellikle buna hiç vurgu yapmadım. Filmin konusu öyle başlıyor ancak öyle devam etmiyor. Eğer filmi sadece böyle lanse etseydim, filme büyük haksızlık yapmış olurdum. Altyapısında çok başka sürprizler var.

Belirli filmlerden örnek verip bağ kuracak olursak?

Ö.B. : İzleyiciler filmin finalinden bir 6. His, bir Fight Club izlemiş hissiyle ayrılacaklar.



“SENARYOYU OKUYUNCA TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLDU”

Siz özellikle korku sinemasıyla ilgilenir miydiniz? Bu yüzden mi ilginizi çekti?

Duygu Paracıkoğlu: Daha önce birçok korku filmi teklifi daha geldi ancak yer almak istemedim. Çünkü Türkiye’deki korku sineması ticari olarak başarılı olsa da teknik olarak başarılı değil. Ancak bu çok farklı ve güzel geldiği için yer almak istedim. Bunu klasik, normal bir korku filmi gibi değil de normal bir film olarak izleyecek seyirciler. Korku filminden ziyade senaryo filmi izleyeceksiniz.

Burak Sarımola: Arkadaşım bir sinema filmi çekiyor ve benden oynamamı istemiş. Tabii ki oynarım. Onun dışında korku filmleri ve seri katil, cinayet filmlerinin de fanatiğiyim. Senaryoyu okuyunca tüylerim diken diken oldu ve hemen eşime anlattım.  O da “Ben bu filmi izleyemem” deyince doğru olduğunu anladım ve teklifi hemen kabul ettim.

Eylül Su Sapan: Ben iki yıl komedi yaptım ve onun üstüne dram veya korku ne gelirse oynayacak psikolojideydim. Ayrıca taze bir ekip olduğu için destek verebileceğim bir şeymiş gibi geldi.

Özgür Bakar: Ben kötü karakteri oynaması için sesi nodüllü birini arıyordum. Senaryoyu birlikte yazdığım arkadaşım Eylül’ün sesinin nodüllü olduğunu fark etmiş ve bana söyledi. Nokta atışı yapmış olduk.

Ufuk Şen: Ben normalde korku filmlerini hiç sevmem. Oynamayı severim ama izleyemem. Çünkü ya çok korkarım ya da çok saçma gelir ve zamanımı boşuna harcadığımı düşünürüm. Özgür 8 senelik arkadaşımdır ve teklifi getirdiğinde düşünmek istedim. Ama senaryoyu okuduktan sonra, özellikle sonunu okuyunca “Tamam” dedim. Çünkü bugüne kadar izlediğim bütün korku filmlerinden farklı ve çok güzel bir şekilde bitiyordu.  Mustafa karakterini canlandırdığım için çok memnunum.



Peki “Rolden çıkamadım, rolün etkisinde kalıp çok korktum” şeklinde bir psikolojiye girdiniz mi?

Ö.B. : Normal bir sürede çekmiş olsaydık o tribe girebilirlerdi ama filmi 15 günde çektik. Fantastik bir şeyler olduysa da görmedik. Bana göre kimse rolden çıkamama gibi bir şey yaşamamıştır.

B.S. : Bir oyuncu, setten çıktığında oynadığı rolün etkisinde kalıyorsa o oyuncuda psikolojik rahatsızlık var demektir.

D.P. : Ben normalde de üç harflilerden korktuğum ve eskiden birkaç kötü olay yaşadığım için film başlamadan kendime muska yaptırdım. Kendimce önlem aldım, ancak sette o tarz bir olay yaşamadım.



Senaryoyu çok beğendiğiniz için bu filmde oynama kararı almışsınız ancak filminizdeki asıl nokta görsel efektler gibi duruyor. Yani efektler kötü olsaydı film de kötü olacaktı. Efektlerin böyle güzel yapılacağını önceden biliyor muydunuz yoksa risk mi aldınız?

Ö.B. : Efektler bu filmin bonusu oldu, o yüzden bolca kullandım. Tür sineması bizde yeterince gelişmediğinden elbette Amerika’yı kendimize örnek alıyoruz. Amerikalılar ; türün gerekliliklerini yansıttığınız görüntüleri oturmuş dramatik kodlarla çeker. Mesela korku filmiyse 15. Dakikada veya 26. Dakikada bir şey olması gerekmektedir. Biz de bunlara dikkat ederek senaryomuzu ördük ve o yüzden yer almak istediler. Ancak daha sonra Türkiye’nin en iyi makyözlerinden Derya Ergün ile çalışmaya başladık ve onlar da bu filmin B sınıfı bir yapım olmayacağını anladılar diye düşünüyorum. Ben gücümü efektlerden almadım.

"TÜRKİYE’DE 4-5 İSMİN DIŞINDA KOMEDİ YAPILMASI İMKANSIZ"

İnsan daha az görebildiği şeylerden korkmaz mı? Cinleri bu kadar açıkça göstermekten endişe duydunuz mu?

Ö.B. : Bugüne kadar hep o tarz filmler yapıldı ben böyle yaptım. Cinler resmedilemez şeklinde bir kaide yok. Ki bizim de çok fazla görünmeyen ve tedirgin eden sahnelerimiz var. Bu çok yadırganıyor ama bizim farkımız da bu. Böyle bir şey denemek istedik. Korkmayan yine korkmaz zaten.

E.S.S.  : Bütün film boyunca hiçbir şey vermeyip sonunda saçma sapan bir şeye bağlamak bana ticari kaygı gibi geliyor. Biz daha marjinal bir iş yaptık.

Komedi çekmek istiyormuşsunuz ancak ilk filminizde korku çekmeye karar verdiniz. Neden komedi değil de korku?

Ö.B. : Benim altyapım komedi üzerine. Birçok sit-com işinde yer aldım, komedi karikatürleri çizdim, metin ve senaryo yazarlığı yaptım. Türkiye’de komedi ile ilgili kalıplar daralmaya başladı. 4 veya 5 ismin dışında Türkiye’de komedi filminin gişe yapması neredeyse imkansız gözüyle bakılıyor. Onun dışında korku filmi çektiğiniz zaman yönetmenlikten bir şey anlıyorsunuz. Korku filmi tamamen yönetmen işi. Diğer türleri çok iyi bir senaryoyla kurtarmak mümkün ancak korkuda bunun yanında çok iyi bir atmosfer de hazırlamak gerekiyor.  Komediye her zaman fırsatımın olabileceğini düşünüyorum. Ancak teknik becerilerimi hem kendime hem de izleyiciye kanıtlamak adına böyle bir işe yöneldim.

B.S. : Ben ilk defa bu tarz bir prodüksiyonun içinde yer aldım ve gördüm ki, korku filmi setinde oyuncu hiçbir şey. “Ne yapıyorum ben burada ya, hiçbir şey yapmıyorum” diyorsun. Henüz efektler de yok ve yaptığın her şey saçma geliyor.



Biz sizi hep ailenin temiz çocuğu rolünde gördük, korku filminde yer almanın seyircinin kabullenmesi açısından riskli bir seçim olduğunu düşündünüz mü?

Burak Sarımola : Çok doğru evet, ama aslında en popüler işlerim öyleydi. Komedi diziler ve filmler.Uzun yıllar sakalım çıkmadığı için öyle parlak tipli roller teklif edildi. Hala teklifler geliyor ama kabul etmiyorum. 35 yaşındayım ve 17 yaşında birini oynamak istemiyorum. Önemli olan temiz yüze zıt bir rolü oynayabilmek.

"EN ÇOK SEVİŞME SAHNESİNDE ZORLANDIM"

Peki greenbox kullanmadan o efektleri nasıl yaptınız?

Ö.B. : Çok fazla mekanik efekt var, özellikle Ufuk’un sahnelerinde. Her yerde misinalar, vantilatörler vardı bir şeyleri uçurabilmek için. Onun dışında bizim genç ve yetenekli sinemacıların toplandıkları Film Fabrikası adında bir internet platformumuz var. Oradaki gençlerden Tuncay Paksoy süpervisörümüz oldu ve bütün efektleri yaptı.  “Compositing” denilen yöntemle yapıldı.

En çok zorlandığınız sahne ne oldu?

Ufuk Şen: İntihar sahnesi benim için zorlayıcı oldu.

Duygu Paracıkoğlu: Film benim gözümden yansıdığı için ben bütün sahnelerde zorlandım. Ayin ve çember sahnesi çok zorlayıcıydı ama en zoru askılı üstle dışarı çıkıp buz gibi havada çimenlerde koşmamdı.

Özgür Bakar: Ben filmde Hitchcock’tan esinlenerek Duygu’ya çok kötü davrandım. Gergin bir kadını canlandırması gerekiyordu ve gerçekçi olması için tüm setin Duygu’ya kötü davranmasını istedim. Sonrasında açıkladık durumu tabii.

Eylül Su Sapan: Benim de sevişme sahnesiydi. Her ne kadar dudak dudağa öpüşmesek de biraz zorlandım. Aramıza yastık koyduk.

Burak Sarımola: Benim hardcore, zorlayıcı bir sahnem yoktu. Sadece 6 sayfalık tek plan çektiğimiz sahne her oyuncuyu zorlayabileceği gibi beni de zorladı.

Ö.B. : Korku filminin doğasına aykırı, festival filmi tadında bir sahne de koyduk. Yedi buçuk dakika kesintisiz tek plan bir yemek sahnesi izliyoruz. O sahnede hiç kesme yapmadım.

Aslında ülke olarak çok vahşi olaylar yaşayan bir milletiz. Kadın cinayetlerinden, çocuk tecavüzlerine birçok daha ürkütücü konu varken neden bu konular korku filmlerine konu olamıyor?

Ö.B. : Türkiye’de gerçek korkular veya kan üzerinden korku filmi yapmanın şu anda bir karşılığı yok. Yapımcıları da zor durumda bırakmamak gerekiyor. Devletin destek vermesi gerek ki, batma lüksümüz olsun. Sadece aile filmlerine değil, her türden filme destek verilmesi lazım.


Özge Mine Sarıçam / HABERTURK.COM
osaricam@haberturk.com
kaynak: haberturk.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın