21 Şubat 2014 Cuma

Michel Gondry ile Röportaj, 'Rüyamda önceki rüyamın filmini çekiyordum'

Günümüzün en önemli yönetmenlerinden Michel Gondry, !f İstanbul’un konuğu olarak Türkiye’deydi. Son filmi 'Uzun Boylu Adam Mutlu Mu? Noam Chomsky ile Canlandırma Bir Sohbet’in Türkiye galasına katılan Gondry, NTV’nin sorularını yanıtladı.

Fransız sinemacı Michel Gondry dünyadaki Fransız sinemacıların en Fransız olmayanı olsa gerek. Böyle bir cümle kurulabilir mi, ya da kurmalı mıyız, onu da bilemiyoruz aslında. Belki de bu ancak Noam Chomsky gibi bir dilbilimcinin içinden çıkacağı bir meseledir. Ama zaten Gondry de bize Noam Chomsky ile birlikte geldi. !f İstanbul kapsamında gösterilen son filmi 'Is The Man Who Is Tall Happy?' yönetmenin Noam Chomsky ile yaptığı sohbetin animasyon bir belgesele dönüşmüş hali aslında. Bu da akla neden Chomsky, neden animasyon gibi bir bakıma çok da sıkıcı ve sıradan olabilecek soruları getiriyor elbette. Yanlış anlaşılmasın, sorular sıkıcı ama kaçınılmaz; en az filmin izleyenler üzerinde yarattığı zihin açıcı ( ama yer yer de zihini bulandırıcı, güzelliği de orada zaten ) etki kadar kaçınılmaz.

Michel Gondry yorgun. 2 gün için geldiği İstanbul’da bir hayli sıkışık bir programı var ve onu olabildiğince zorlamamaya, zaten kısıtlı olan vaktini daha da çalmamaya gayret ederek sıralıyoruz sorularımızı. Sonradan, çok değil bir yarım saat sonra, aklımıza yazdığımız başka bir çok soruyu da unuttuğumuzu fark edeceğiz. Üzülmek için çok geç. Elimizdeki anılara sarılmaktan başka çaremiz yok artık.

Noam Chomsky bir dilbilimci. Sizse videoklipler, reklamlar, kısa-uzun filmler, belgeseller çekmiş bir yönetmensiniz. Yani alabildiğine görsel bir yaratıcısınız. Chomksy gibi dille alakalı birini görselliğe aktarmak zor olmadı mı?
Bence Chomsky kelimenin geleneksel anlamıyla tarif edilecek bir dilbilimci değil. Gerçi onun sayesinde son 50 yıldır dilbilimi çok gelişti ama ben antropolojik anlamda bir dilbilimcinin çalışmasıyla ilgilenmiyordum zaten. Chomsky’de benim hoşuma giden onun bilimsel yaklaşımıydı. Dilbilimi neredeyse genetik alanına yaklaştırmasıydı. Benim de ilgimi daha çok genetik çekiyor. Bedenin işleyişi ve temel olarak doğanın karmaşıklığı gibi şeyler. Bu anlamda onun bilimsel çalışmaları çok ilgimi çekiyor.

Filmin bir yerinde sizin de dediğiniz gibi biz de kimi yerlerde kendimizi aptal hissettik. 
Evet, bana da oldu.

Az önce basın toplantısında da “Aslında Chomsky’yi anlamak için yaptım filmi” dediniz. Ama bu bir animasyon. Yani Chomsky ile yaptığınız sohbeti olduğu gibi izlesek buna katılabilirdim belki ama bir animasyon yapabilmek için Chomsky’yi anlamış olmanız gerekmez miydi? 
Bu bir önerme sadece. Bazı şeyleri anlayarak çizdim ama çoğu zaman soyut animasyonu kullanarak kendi işimi onunkiyle paralel olarak konumladım. Bunu illa bazı şeyleri açıklamak kaygısıyla yapmadım. Daha çok onun yanındayken ve onu anlamaya çalışırken kendimi nasıl hissetiğimi göstermek için yaptım. Belki bu sayede izleyenler onu daha iyi anlamışlardır ama benim niyetim böyle bir işe kalkışmak değildi. Ama öte yandan aptallık ve saflık ( naif anlamında ) onun düşüncelerini anlamayı da kolaytırmış olabilir.

Animasyonda zorlandınız mı peki? Diğer filmlerden daha mı uzun sürdü örneğin? 
Animasyon daha uzun sürüyor belki ama daha dolaysız aynı zamanda. Beynim ve kağıt arasında sadece elim ve kalem var. Çok dolaysız. Bir enstrüman çalmak gibi. Virtüözite değil bahsettiğim ama beyninizin bir uzantısı gibi oluyor. Film çekmeye kalktığınızda çok fazla açıklama yapmalısınız. Önce yapımcıya, dağıtımcıya, para bulmak için. Sonra oyunculara, set tasarımcılarına, ışıkçılara, kameramana. Sonra montajı var. Çok daha uzun bir süreç oluyor.

Rüyalar çok önemli sizin için. 
Evet. Hala her gece çok iyi hatırladığım 2 ya da 3 rüya görüyorum. En azından bazı parçaları çok net hatırlıyorum. Yönetmenliğe başladığımda da rüyalarımı çekiyordum aslında. Hatta iki gece evvel bir rüya gördüm. Uykuda döngüsel evreler oluyor. Sanırım yaklaşık 90 dakikalık döngüler. Her döngüde bir kaç dakika rüya görüyorsunuz. İkinci döngüdeki rüyamda da ilk bölümde gördüğüm rüyayı filme çekiyordum. Yani yönetmenliğimle rüya görüşüm arasında yakın bir ilişki var. Chomsky ile bu filmi yapmam da o konuşurken benim gözüm açık bir şekilde o rüyayı görmem gibi oldu aslında.



Dünkü sunumunuzda Freud’a itibar etmediğinizi söylediniz. Rüyalarla sizin kadar ilgili biri için ilginç geldi bana. Ne de olsa Freud rüyalarla ilgili bilimsel çalışmalar yapan ilk isimlerden biri.
Ondan önce de bu konuda bilimsel çalışmalar yapanlar vardı. Bazı bilimadamları rüyalardan etkilenmiş ve çalışmalarında rüyalardan yararlanmışlardır. 20 – 30 yıl boyunca rüyaları kaydedip, onları sınıflandıran bilimadamları var. Freud’un yanlışı şuydu bence: 1900’lerin başında beyinle ilgili bir kitap yazmaya başladı ve sonra bundan vazgeçti. Yapamadı çünkü. Bu da normal, ne de olsa beynin içine bakılamıyordu. Sonra yanılmıyorsam 10 yıl kadar sonra rüyalarla ilgili teorilerini yayınladı. Bu sefer de beynin anlayamayacağımız kadar karmaşık rüyalar ürettiği çünkü içimizin çok karanlık olduğuna dair bir varsayımı vardı. Ama bilimsel olarak yanlışlığı ispatlandı Freud’un. Benim de anlamadığım şey bu, bir varsayım atıyorsunuz, o varsayımın yanlışlığı ispatlanıyor ve herkesin bunu geride bırakması gerekir, değil mi? Ortaçağdaki simya gibi örneğin. Çoktan geride kaldı. Yine de dünyanın birçok yerinde, özellikle de Fransa’da birçok insan yanlış olduğu ispatlandığı halde psikoanalize devam ediyor.

Kendiniz anlattığınız belgesel “Sonsuza dek 12 Yaşındayım” adını vermiştiniz. Hala 12 yaşında mısınız? 
Filme o ismi kız arkadaşım koymuştu. Çünkü ne zaman bir anımı anlatsam söze "12 yaşında falandım herhalde" diye başlıyorum. O da o zaman bana "Sen sonsuza dek 12 yaşında kalacaksın" demişti. Tabii ki nostaljik bir tınısı var.

Bilimadamı olmayı ister miydiniz peki? 
Bilimadamı olmayı çok isterdim ama becerebileceğimi sanmıyorum. Yaptığım işte beynimi fazlasıyla kullanabildiğimi düşünüyorum. Yönetmen olmadan önce bir müzik grubunda davul çalıyordum. Sonra yönetmenliğe geçtim ve beynimin yüzde 10'unu kullanırken yüzde 80'inin kullanmaya başladığımı hissettim. Kapasitem dahilinde iyi bir iş çıkarıyorum yani. Bilimadamı olmayı isterdim evet, gerçi daha mı çok hoşuma giderdi bilemiyorum. Ama François Jacob gibi, ee, işte benim en büyük sorunum da bu. Ne zaman bir isim söylemek istesem unutuyorum. Hah, Jacques Monod gibi genlerin evrimi ve dönüşümü üzerinde çalışmış, Nobel ödülü aldılar hatta, bilimadamları hakkında birşeyler okumak çok ilgimi çekiyor. Onların laboratuarda yaptıkları çalışmalar, bakterilerle yaptıkları deneyler beni heyecanlandırıyor. Aniamsyon yaparken ben de benzer şeyler yaşadım aslında. Çizerken sonucun nasıl olacağını bilemiyorsunuz. Çizdiklerimi laboratuara yollayıp da gelen sonuçları beklerken, acaba istediğim şeyi yaratabildim mi diye düşünürken ben de onlar gibiydim biraz. Orada da farklı bir boyut yaratıyordum sonuçta ve çok heyecanlıydı benim için.

Meraklısı için hatırlatma: Is The Man Who Is Tall Happy ? 21 Şubat Cuma 19.00’da Beyoğlu Fitaş, 23 Şubat Pazar 13.00’de Cinemaximum Budak’da izlenebilir.

Emrah KOLUKISA
kaynak: ntvmsnbc.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın