25 Ocak 2012 Çarşamba

Yeşilçam hafızasını arıyor


Türkiye sineması tarihinde birçok karanlık nokta var. Kayıplara karışan, depolarda çürüyen, yangınlarda kül olan filmler, belgeler, dergiler ve sonuç: hafızasız bir sinema... Neyse ki bugünlerde bunu telafi etmeye çalışan birileri var.

Türkiye sineması tarihinde birçok karanlık nokta var. Kayıplara karışan, depolarda çürüyen, yangınlarda kül olan filmler, belgeler, dergiler ve sonuç: hafızasız bir sinema... Neyse ki bugünlerde bunu telafi etmeye çalışan birileri var.
                             
Belgin Doruk’un puantiyeli kabarık eteği, Hulusi Kentmen’in “sempatik” iş adamı rolleri, Hacı Fettah’ın dört dönen gözleri, Cüneyt Arkın’ın “N’ayır, n’olamaz”ları, İnek Şaban’ın “anarşik” hâlleri, Yılmaz Güney’in mekânları, Yavuz Turgul’un “gölge oyunları”, Nuri Bilge Ceylan’ın yakın plan çekimleri, Zeki Demirkubuz’un kasvetli odaları… Âdeta sonsuza uzanan bir detaylar bütünü. Türkiye sinemasının filmlerinden sahneler bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçecek olsa memleketin tarihine dair önemli kesitler, çok ciddi göstergelerdir muhatap olacağınız. Ait olduğu dönemin sosyal, siyasal, ekonomik, psikolojik bütün unsurlarını barındıran, okunmaya müsait uzunca bir pelikül, görsel tarihin kayda değer bir bölümü. Ne yazık ki bu uzun film şeridi günümüze bir bütün olarak ulaşabilmiş değil. Türkiye’nin sinema tarihi çok sayıda karanlık noktaya sahip, bu sebeple sinemamızın hafızasının olmadığı bile söylenebilir. Sebeplere gelince; kendi filminin bir kopyasına bile sahip olmayan yönetmenler, elindekiyle yetinen akademisyen ve araştırmacılar, depolarda çürüyen, yanıp küle dönen filmler, belgeler…

Mesela Türkiye sineması tarihi açısından kilit bir isim Muhsin Ertuğrul. Onun özellikle ilk dönem filmlerini izleyenlerin sayısı neredeyse parmakla sayılacak kadar az. Ertuğrul’a dair eleştiriler de, filmlerine ulaşılamadığı için, büyük oranda o yıllarda gazetelerde, dergilerde yayımlanan makaleleri kaynak almış.  Bu bellek kaybı muhtemeldir ki bugünkü araştırmalara da ciddi zarar vermekte. Düşüncede sağlanamayan süreklilik, büyük oranda, çekilen filmleri de etkilemekte. Yıllardır sinema üzerine uzmanlaşanların kapısını çaldığınızda ilk duyacağınız problemlerden biridir sinemamızın “hafızasızlığı”, 100 yıllık geçmişine rağmen hâlâ bir sinema merkezinin olmayışı. Neyse ki günümüzde bu kemikleşmiş meselelerin üzerine gidenler artık var. Bilim ve Sanat Vakfı (BSV) bünyesinde bir buçuk senedir çalışan Türk Sineması Araştırmaları Projesi de problemleri çözmek için mütevazı bir giriş yapmış. Proje ekibi, Türkiye sinemasıyla ilgili görsel, işitsel, yazılı materyalleri toplayarak tasnif ediyor ve veri tabanına geçiriyor. Şimdilik veri tabanında 1965’e gelinmiş, 1500 filmin girişi yapılmış. İleriye dönük projenin kapsamı ise oldukça büyük: Müstakil bir sinema kütüphanesi ve en önemlisi bütün bilgilere ulaşılabilecek bir sinema merkezinin kurulması.

Projenin koordinatörlerinden Barış Saydam, “Türk sinemasındaki yazılı, görsel, işitsel kaynakların bir arada bulunmaması, bizi bu projeye yönlendirdi. Kaynakları temin etmek çok güç, biz de bu nedenle arşiv çalışmasına başladık. Amaç, insanlara Türk sineması ile ilgili araştırma yapabilecekleri bir adres gösterebilmek.” diyor. Araştırma projesinin üç etapta internete taşınması planlanıyor. İlk önce 60 yılına kadar olan filmler, daha sonra 60-80 arası, son olarak da 80’den günümüze kadarki filmlere internetteki veri tabanından bakılabilecek. Filmleri izlemek için çalınacak kapı ise BSV olacak. Ekip, Türkiye sineması ile ilgili çıkan bandrollü bütün film DVD’lerini satın alıyor. Görsel ve işitsel dokümanlar, tezler, dergiler, kitaplar, film klasörleri, kişilere ait klasörler bir araya toplanıyor. Proje kapsamında çeşitli kitaplar, görsel materyaller, sözlük tarzı kaynaklar hazırlamak da planlar arasında.

Peki, yıllar yılı bu problem vurgulandığı hâlde neden şimdiye kadar kimse elini taşın altına koymadı? Bu yönde çalışmalar yapılmadı? Sadece geniş çaplı veri tabanı değil, Türkiye sineması ile ilgili her anlamda ciddi bir kaynak sıkıntısı var. Araştırma yapmak isteyenlerin ilk başvurdukları, sinema tarihçilerinin yazdığı eksik kitaplar. Sinemamız açısında karanlık çağ 50’li yıllar, âdeta yok sayılıyor.  50’den önceki filmler bir önceki nesil tarafından çok da ilgiye değer görülmemiş, sinema tarihçileri arasında Osmanlıca bilenlerin azlığı da çalışmaları nakıs bırakmış. Fakat değindiğimiz problemler ne yazık ki 50’li yıllarla da sınırlı değil. Günümüzde de Yeşilçam’ın günü kurtarma düzeni bir anlamda devam ediyor. 90’ların filmlerine ulaşmak da zor, çoğunun asıl kopyaları yönetmenlerinde bile yok. Piyasaya çıkmış bazı filmlerin DVD’lerine ulaşmak neredeyse imkânsız. Proje koordinatörlerinden Murat Pay’a göre bu hâl biraz da travmatik zihin yapımızla ilişkili: “Bunun problem olduğunu algılayamıyoruz. Şu an bunu dert eden kaç yönetmen sayabiliriz ki?”Bu eksiklik kendi sinemamıza yönelik değerlendirmelerde derinleşmeye de mâni oluyor, dönemler arasındaki ilişki kurmayı güçleştiriyor.

Mesela Turgut Demirağ isimli bir yönetmen var, filmleri sırra kadem basanlardan. Fakat o ve bir grup yönetmenin 2. Dünya Savaşı döneminde birçok filme imza attığı biliniyor. O zamanlar film çekmek çok pahalı. Bu isimler zengin ailelerin çocukları ve hepsi yurtdışında sinema, fotoğraf eğitimi görmüş. Ülkelerine döndüklerinde ilk işleri, mali sıkıntıları da olmadığı için,  üst üste filmler çekmek. Bu filmler sinemamızda bir dönüşüme vesile olur, zira salonlarda sadece bu kişilerin eserleri gösterilmektedir. Günümüz sinemasına baktığımızda da benzer bir tablo ile karşılaşıyoruz esasında. Yeşilçam’dan sonra, 90’lı yıllarda da her yönetmen filminin hem yönetmeni, hem senaristi, hem de yapımcısıdır. Barış Saydam bu iki geçiş döneminin birbirine benzerliğinin altını çiziyor: “Aslında oradaki dönüşüm şimdikiyle aynı.” diyor. Fakat o kuşağın filmlerine ulaşılamadığı için belirli bir noktadan öteye gidemiyor kurulan ilişkiler.

Giovanni Scognamillo, Burçak Evren gibi işinin duayenleri ekibi tırnak içerisinde ‘deli’ olarak niteliyor. Yıllardır bu sahada çalıştıkları için proje ekibinin ne kadar ağır bir işin altına girdiğinin farkındalar. Arşivciler, ellerindeki belgeleri paylaşma hususunda ise hep bir tereddüt içindeler. Yıllardır belgelerin başına gelenler; taşınma sonucu kaybolanlar, yangında kül olanlar, üniversite depolarında çürüyenler yüzünden güven duyguları sarsılmış. En büyük soru işareti ise onlar vefat ettikten sonra bu arşivlerin akıbetinin ne olacağı. Daha önceki örnekler akla gelince durumun pek de iç açıcı olmadığı ortada. Sahipsiz kalan belgelerin nerelere kaybolduğu meçhul. Hollanda, Belçika gibi farklı ülkelerde ortaya çıkan filmler kafa karıştırıcı.

Ekipte çalışan Büşra Gülcan’a göre materyallerin kurumların değil de sadece kişilerin elinde olması da bir problem. Onlar sahip oldukları belgeleri paylaşmadığı müddetçe bu bilgilerden faydalanmak pek mümkün görünmüyor. Bu bilgilerin aktarılacağı güvenilir bir kurum olmaması ise arşivcilerin en büyük sıkıntısı. Kültür Bakanlığı ya da belediyelerin bu birikimlere sahip çıkmaması, durumun vahametini artırıyor. İşte size can sıkıcı bir örnek daha: Türk Sineması Ansiklopedisi yazarlarından Turhan Gürkan’ın kapsamlı bir arşivi vardır. Vefat etmeden önce belediyeye başvurur, elindekileri bağışlamak istediğini söyler ve karşılığında sadece başını sokacak bir ev talep eder. Olumlu cevap gelmez belediyeden. Neyse ki Burçak Evren gibi bazı isimler belgelerin bir kısmını kendi arşivine alarak kurtarır fakat yine de büyük bölümü çöpe gider. Proje ekibi arşivcilerle sürekli irtibat hâlinde. Necip Sarıcı, Burçak Evren, Agâh Özgüç gibi isimlerden zaman zaman bilgi, belge temin ediyorlar. Henüz arşivlerin tamamının nakli söz konusu değil, fakat proje ilerledikçe bazı arşivlere de talip olacaklarının işaretini veriyorlar. Proje çalışanlarından Esra Tice sadece kişisel arşivler de değil, kütüphanelerdeki belgelere ulaşırken de sıkıntılar yaşadıklarını dile getiriyor. Özellikle Osmanlıca eserlerde çok ciddi sorunlar var. Gerek tasnif, gerekse muhafaza edilme biçimlerinde… Belgelerin bir bölümü okunmayacak şekilde ciltlenmiş. Bir kısmı dijital ortama aktarılmamış, aktarılsa da eksik, yanlış bilgiler var. Depolarda bekletilip zarar görenler de azımsanmayacak oranda.

Bu materyallerin eksikliği günümüzde en çok teorik çalışmaları, dolayısıyla üretilen filmleri etkiliyor. Kaynaklara doğrudan ulaşılamadığı için insanlar bu filmlerle ilgili kitaplar yazamıyor, yeni bir bakış açısı geliştiremiyor. Teorik ortamdaki bu fakirlik ister istemez pratik sahaya yani film üretimine de yansıyor. Nihayetinde kendi birikiminden habersiz, farklı coğrafyalarda referans arayan yüzlerce göze dönüşüyor.

TUBA DENİZ
Kaynak: AKSİYON
analitikbakis.com
                                                                                                                                      Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın