Anadolu’da yeni açılımların yaşandığı 1950 sonrasında, kamu kurumlarının biçimlerinde ve etkinliklerinde de gelişmelere tanık olunmaktadır. 1955 yılında Hakkâri’de ilk kez Hükümet Konağı binası yapılmaktadır. Mimar, Aydın BOYSAN’dır. O yıllarda Hakkâri’de, Hükümet Konağı inşaatında çalışan işçilerin akşamları zaman geçirebileceği herhangi bir olanak, etkinlik alanı yoktur. İnşaatın müteahhidinden, işçilerin akşamları eğlenerek zaman geçirebilmeleri için bir sinema yapması istenir. Müteahhide de akılcı gelen bu öneri üzerine Hakkâri’ye, ilk hükümet konağıyla birlikte ilk sinema da yapılır. Sinemanın çevresi, bir ihata duvarıyla çevrilir. İlk olarak gösterime giren “Selahaddin Eyyûbî” adlı filmi izlemeye işçilerle birlikte Hakkâri halkı da gelirler. Filmde, Selahaddin Eyyûbî’nin atlı ordusuyla birlikte düşmanın üzerine doğru koşarak ilerlemesi sahnesi vardır. Karşı açıdan, kameraya doğru alınmış görüntüsüyle birlikte atlıların üzerlerine geldiğini görerek heyecanlanan izleyiciler sandalyelerinden ayağa kalkıp sinemanın ihata duvarına doğru koşarlar ve duvarı yıkıp dağılırlar (Bora, 2008). Türkiye’nin uzak bir köşesinde, yaşamlarında ilk kez sinema filmi izleyen insanların ortak heyecanı bir sinema filmiyle birlikte duvarları yıkmıştır. Sonraki yıllarda da sinema, Türkiye’nin pek çok yerinde izleyicileri ortak duygularda birleştirerek, yaşamın değişik anlamlarını insanlara aktaran bir araç olmuştur.
1970’li yıllarda, Tarkan, Kara Murat, Battal Gazi gibi Türk kahramanlarının canlandırıldığı sinema filmlerinde, kahramanların her yumruğunda salonun alkıştan yıkıldığı, kahramanların yaralandığı veya öldüğü planlarda bu kez salonun yuh sesleriyle çınladığı hâlâ anımsanmaktadır. 19. yüzyılın sonlarında, sinema perdesinden izleyicilere doğru hızla yaklaşarak izleyicileri korkutan tren, sinemanın, insanın tinsel varlığında bıraktığı etkiyle sevilen bir hayalete dönüşmüş, uzaydaki tüm değişimlere karşın sinemadaki hayalet yaşamaya devam etmiştir. Bazen tutkulu âşık, bazen yılmaz bir kahraman, bazen ürkütücü bir canavar, bazen sevimli bir ihtiyar, kimi zaman bir otistik, kimi zaman akli dengesi yerinde olmayan bir komutan, bazen gladyatör, bazen imparator, bazen afacan bir çocuk olarak izleyicilerin karşısına çıkan sinemanın hayaleti, modern çağın bilimkurgu karakterlerini de içine katarak sinemadaki tahtını hiçbir zaman terk etmemiştir (Cereci, 2007, 112). Ancak sinemanın büyüleyici etkisi, insanlar arasında birliktelik, ortak duygular, benzer görüşler oluşturarak, sıcak ve içten bir toplumsal ortam aracılığıyla insanlara, yeryüzünün renklerine ortak olmanın iletilerini aktararak süregelmiştir.
Sinemadan sonra insanların yaşamlarında etkin bir rol oynayan radyo, özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında tüm dünyayı çevresinde toplayarak savaşın gelişimini aktarmış, savaşın dehşet verici, ürkütücü kimliğini insanlara aktarmıştır. Savaşa katılan ve katılmayan hemen hemen tüm toplumların bireyleri, savaş literatüründen savaş tekniklerine, dünyadaki diğer ülkelerden onların yaşam tarzlarına kadar pek çok bilgiyi radyo aracılığıyla öğrenmiş, kader birliğinden kaynaklanan bir noktada buluşmuşlardır (Corbett, 2001, 23). Gazete ile başlayan medyanın kültür yolculuğu, insanlığın değişik dönemlerindeki gelişmelerden de yararlanarak, insanları ortak bir kültür çevresinde toplama biçiminde devam etmiştir. Bu kapsamda, medyanın, kültür konusundaki etkinliğini fark eden medya patronlarının veya sömürgeci güçlerin, medyanın gücünü kültürel sömürü amaçlı kullanma eğiliminden de sözetmek gerekmektedir. 21. yüzyılın gözde sömürü biçimi kültürel sömürgecilik, kültürel sömürgeciliğin en çok çıkar sağlayan aracı da, siyasete de karışmış güçlü tekellerin elinde bulunan medyadır.
Sinemanın ortak kültür oluşturan etkisi, yaşamın içindeki tüm unsurları, tüm duyguları, yaşam tarzlarını, insan karakterlerini kullanarak yeryüzünün her yanına yayılmıştır. Alfred Hitchcock’un gerilim ve korku filmleri hemen herkesi korkutmuştur (Morrison, 2001, 62). Hitchcock’un amacı da, insanların ortak duygularını kullanarak herkesi korkutmaktır zaten. Onun filmlerinde korku ve gerilim çevresinde bir duygu birliği oluşturularak ortaklık sağlanmıştır. Benzer biçimde hüzün duygusu, vefâsızlık, aşk, sadâkat gibi duygular pek çok yönetmence defalarca kullanılarak, insanların ortak duyguları profesyonel bir bakışla somutlaştırılmıştır. Sinemanın, insanları benzer duygular çevresinde birleştiren, benzer tepkiler oluşturan etkisi, uzun bir süre ortak bir kültürün kaynağı olarak canlı tutulurken, 1960’lardan sonra yerini televizyona bırakmıştır. Televizyonun, hemen hiç bilgi ve görgü gerektirmeyen karakteri ise, daha geniş kapsamlı bir ortak kültür yaratarak, insanların çoğunu birbirine benzeştirmiştir.
Sanayi devriminin neden olduğu teknoloji ve onun sağladığı kolaylıklarla birlikte insanlar, düşünce ve düşünme süreci gerektiren eylemlerde uzaklaşmaya, düşünmeden, daha kolay yapılabilen uğraşlara yönelmeye başlamışlardır. 21. yüzyılın en kolay anlaşılabilen, en yaygın ve en etkili ortak kültür üreticisi televizyondur. Televizyon, tam anlamıyla bir kültür aracı olarak insanların yaşamına girmiş, toplumların kendi kaynaklarıyla kültür üretemedikleri çağda da kültürün temel kaynağı olarak yaşamın vazgeçilmez unsuruna dönüşmüştür. Sanayi Devrimi yıllarına kadar köylerde yaşayan insanlar, devrimin ardından kitleler halinde ilk fabrikaların kurulduğu kentlere göçmüşler, ancak bu göçler sırasında, köylerdeki yaşamsal uğraşlarının temel unsurları olan tarlalarını, bahçelerini, bağlarını, tarım araçlarını, hayvanlarını, ocaklarını, geleneksel yaşam eşyalarını ve bunlarla ilgili kültürlerini tümüyle kentlere taşıyamamışlardır. Kentin farklı koşulları, köylerde alışmış oldukları kültürün yokluğuyla da birleşerek tarihin ilk kez tanık olduğu bir kent sıkıntısına neden olmuş, kent insanlarını çözümsüz bir bunalımın içine sürüklemiştir.
Televizyon, insanlar arasında ortak kültür yaratan araçların en yaygını ve en etkilisi olarak, Sanayi Devrimi’nin ardından başlayan kentleşme sürecinin doruk noktalara ulaştığı yıllarda ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimi’nden sonra hızlı kentleşme ve denetimsiz büyümenin sonucu olarak kendini gösteren kent karmaşası ve anarşi, insanların ölesiye çatışacakları veya toplumsal çöküntüye neden olacağı noktada, televizyonla karşılaşarak uyuşmaya başlamış, kitleler, önce kendi sorunlarını, ardından toplumsal gerilimleri unutarak, televizyonun büyüleyici eğlence dünyasının içinde tepkisiz ve devinimsiz kalmışlardır (Cereci, 2008, 132). Bu anlamda televizyon, en büyük tarihsel rolünü oynamış, kentleşmeyle birlikte büyük bir çıkmazın içine giren insanların sıkıntılı, bunalımlı yaşamlarına oyalayıcı görüntüler ve seslerle çözüm bulmuştur. Hemen ardından da, gün be gün tarihin en görkemli gösterilerini hazırlayarak, insanları düşünme ve üretme kaygılarının çok uzağında, banal materyallerle oluşturulmuş bir kültür çevresinde buluşturarak avutmuştur.
Prof. Dr. Sedat Cereci / Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynaklar
CERECİ, Sedat (2007). “Sinemadaki Hayalet”. BROADCASTERINFO. Mart 2007. Sa: 39. S.110-113.
CERECİ, Sedat (2008). MAĞARADAN EKRANA GÖRÜNTÜNÜN ÖYKÜSÜ. Ankara: Nobel.
CORBETT, Kevin J. (2001). “The Big Picture: Theatrical Moviegoing, Digital Television, and Beyond the Substitution Effect”. CINEMA JOURNAL. Vol. 40. No: 2. Winter 2001. Pp. 17-34.
MORRISON, James (2001). “Hitchcock’s Notebooks: An Authorized and Illustrated Look Inside the CreativeMind of Alfred Hitchcock by Dan Auiler”. FILM QUARTERLY. Autumn 2001. Vol. 55. No: 1. Pp. 62-64.
Sedat BORA’yla 16.03.2008 tarihide Van’da yapılan söyleşiden
broadcasterinfo.net
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın