Geçen hafta sinema kulislerinde iki mesele tartışıldı. Birincisi filmlerim.com’un düzenlediği ‘sinemada yabancı filmleri altyazılı mı yoksa Türkçe dublajlı mı izlemek istersiniz?’ konulu anket. Zira oylamada dublajı tercih edenlerin sayısı katılanların üçte ikisini oluşturmuş. Bu sonuç ister istemez ‘Türkiye’deki internet kullanıcılarının tavrını ortaya koyan bu durumun sinemamıza zararları neler?’ sorusunun incelenmesini ve tartışılmasını şart hale getiriyor. Bir diğer bu sefer gurur verici konu da 27. Sundance Film Festivali’nin pek Türk filmi görmediğimiz ‘dünya sineması’ yarışması bölümüne “Can”ın kabul edilmesi. Onu da büyük bir başarı olarak addedebiliriz.
Yaklaşık 10 gündür sinema kulislerinde tartışılan iki meseleyi yeri gelmişken masaya yatırmakta fayda var. Bunlardan birincisi; Türkiye’nin önemli sinema sitelerinden filmlerim.com’un düzenlediği ve 24 bin kişinin katıldığı ankette, 16 bin kişinin ‘yabancı filmleri Türkçe dublajlı izlemeyi tercih ediyorum’ cevabını vermesi. Bu durum ‘düşündürücü’ sonuçlara yol açarken, Raşit Çelikezer’in 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan son eseri “Can”ın (2011) 19-29 Ocak 2012 tarihleri arasında düzenlenecek 27. Sundance Film Festivali’nin ‘dünya sineması’ yarışmasına katılması da göğsümüzü kabarttı işin doğrusu...
Almanya ve Fransa gibi köklerimizi sağlam temellere bağlayabilirsek belki
Öncelikle kapsamlı olan ilk mevzudan başlamakta fayda var derim. Fransa, Almanya gibi maddi düzenlemesini yapmış, sosyal sistemini oturtmuş, sınıfsal uçurum olmayan planlı ülkelerde bir ‘ulusal dil’ deliliği görülür. Bu durum bu ‘diktatörlük’e varan düzenin, daha doğrusu aşırı milliyetçiliğin ve kendi politikalarının ‘her şey’ olduğu düşüncesinin beklenen bir dışavurumudur aslında. Zira Fransız sinemasının seneler boyu ‘en iyisi biziz’ tavrıyla İngiltere’nin ‘İngiliz’e verdiği ‘British’ ismi kıvamında bir yedinci sanat algısı mevcuttur. Bu bakış açısı, Fransızcayı yabancı aksanla konuşunca İngilizce cevap veren Fransız halkı için de geçerlidir kimi zaman.
Almanya’nın ise avroyla verdiği mücadelede kendi geleneksel para birimi markı bir türlü bırakmaması da ayrı bir mesele. Ancak Türkiye’de kullanıcıların % 66.6’sının böylesi bir tercih oluşturması, bizde henüz sektörel bir kalkınma netliği olmadığından bir hayli tehlikeli. Zira bir anlamda ‘korsan’a davetiye çıkaran bu durum, nihayetinde ‘korsandan Türkçe izleyemiyoruz, sinemada izlersek geliriz’ cümlesini karşılıyor gibi. Görüldüğü gibi buna destek olanların internet kullanıcıları olması bu yorumu yapmamızı sağlıyor. Aynı zamanda ‘Transformers’ ve ‘Karayip Korsanları’ serilerinin son ayaklarının, yaz aylarında yarı yarıya Türkçe dublajlı vizyona girip gişede ilk filmlerini sollamaları da buna paralel olarak verilmesi gereken bir örnek.
“Alis Harikalar Diyarında” ile dördüncü ‘Karayip Korsanları’nın gişesi incelenmeli
Buradan çıkarılabilecek sonuç ise trajik noktalara gidiyor kanımca. Ülkemizde düzgün bir düzen ve filmleri ‘orijinal’ haliyle izleyip doğru etüt etme şansı varken böylesi bir tehdit düşündürücü. Hatırlarsanız 2010 Mart ayında olgunlara uygun bir yapıya kavuşan Tim Burton imzalı kurmaca uyarlama “Alis Harikalar Diyarında”nın (“Alice in Wonderland”, 2010), üç boyutlu kopyalarının tamamının Türkçe dublajlı olması sebebiyle filmle ilgili yazı yazmama kararı alıp durumu protesto etmiştim. Hatta 35 mm salonlarda dahi altyazılı kopya sayısı iki ile sınırlı kalmıştı. Birkaç sinema yazarının kaleme aldığı bu tepkisel sürecin devamında filmin şirketinin yetkilileri hata yaptıklarını anlayıp yapıtın dünyadaki belki de en az gişesini bizde yapmasının nedenini kavramışlardı. Normale dönüş de bir ticari getiriye yol açtı aslında.
Öyle ki buna olanak sağlayan Buena Vista/Disney ayağının son ‘Karayip Korsanları’ filmi ile ‘üç boyutta sadece Türkçe olur’ tavrından uzaklaşıp gişe konusunda zirve yaptığı görülebiliyor. Anlayacağınız ‘çocuklara uygun’ animasyonlarda bir yere kadar kabul edilebilecek bu uygulamanın kurmacada ‘gerçek sesin yok edilmesi’ne dönüşmesinin hiçbir izahı yok. Artık ‘ses tonu’nun ana kalemlerden birine dönüştüğü, her detayın üzerine kafa yorulduğu ve ince ince işlendiği bir sanat dalından söz ediyoruz zira. Peki biz bi Türk filminin Yunanistan’da Yunanca vizyona girmesinden hoşnut olur muyuz? Elbette hayır.
Türk filmi kalitesi düşebilir veya sektörün üretim ağı daralabilir
Nihayetinde ülkemizin seyir bilincine sahip insanlarının ‘orijinal dil’ duruşunu korudukları bariz. Anadolu’da ise genelde dublajlı animasyonların ve Türk filmlerinin daha fazla çalıştığını biliyoruz. Bu cümle, ‘Türkiye geneli’ni kapsamayacağı gibi bir yargı da oluşturmaz.
Ancak bu anketin sonuçları, sinema sektörü gelişmemişken geri adım atmamıza olanak tanıyan tehlikeli bir yol açabilir. Türkçe dublajın getirisi sinema izleyicisinin seviyesini düşürürken, bunun devamında Türk filmi kalitesi düşebileceği gibi üretim ağı da daralabilir. Şimdiden temelleri sağlam atmak lazım deriz.
“Can”ın enfes başarısı
“Can”a gelince, filmin genelde Amerikan tür sinemasına, ana akım hikaye anlatma sinemasına veya Hollywood formüllerine yakın filmlerin yarıştığı Sundance Film Festivali’nin ‘dünya sineması’ yarışmasındaki başarısı adeta ‘enfes’! Özellikle bu sıfatı kullanıyorum zira gerçekten kolay iş değil. Berlin, Cannes ve Venedik’te ilişkilerle veya belli bağlarla bir adaylık çıkarmak mümkün olabilir belki. Ancak böylesi ikinci seviye festivallerde bu durum bir hayli zor.
Ali Özel’in görüntü yönetmenliğindeki ‘şık’ algısının yanında prodüksiyon kalitesinin yüksekliğiyle de bizim ‘çamur’ gibi Yeşilçam melodramlarının arasından sıyrılan bir eser “Can”. Ancak bu noktada ‘dengeli melodram anlatısı’ benimseme düşüncesine 2.35:1’de ulaşamadığı da çok net filmin. Buraya seçilme sebebi ise belli ki Amerikan bağımsız sinemasında böylesi konseptteki ürünlerin bazı kesimlerce önemsenir hale gelmesi ve melodram düşüncesinin artık bu yöne kayması.
Kitleleri ilgilendiren tür sineması açısından keşiflerin çıkış noktası
Daha önce yarışan “Kardeşler”in (“Brødre”, 2004) beğenilip Amerikan yeniden çevrimine ulaşması, “Kurt Kapanı”nın (“Wolf Creek”, 2005) kült bir korku filmi olması veya “Hayvanlar Krallığı” (“Animal Kingdom”, 2010), “The Maid” (“La Nana”, 2009) ile “Happy, Happy” (“Sykt lykkelig”, 2010) gibilerinin yarışmayı kazanıp belli kategorilerde Oscar’ı zorlaması sürpriz değil. Elbette böylesi ‘yükselme’yi yaşattığı çokça yönetmen var etkinliğin. Ancak yarışmanın yüzde 70’i de genelde çok duyulmamış filmleri içeriyor.
Sonuçta “Can”, çocuk kaybı meselesinin üzerine Yeşilçam’ın dramatik zeminini geçirince bu düşünceyi de kaybetmiş. Ama çıkış noktası açısından söylediğimiz özellikleri taşıdığı için halihazırdaki giriş ‘iyi pazarlanmış’ yorumunu hak ediyor. Bunu becerenleri tebrik etmekten başka çare yok. Zira en fazla ikinci-üçüncü filmini çeken yönetmenlerin aday olabildiği bir yarışma bu. Dünya sinemasının en iyilerini bulundurmaktan ziyade alternatif bir seçki içeriyor. “Can” da bunun kollarından birine dahil olmuş doğru stratejilerle.
haberturk.com
Alıntıdır...
Yaklaşık 10 gündür sinema kulislerinde tartışılan iki meseleyi yeri gelmişken masaya yatırmakta fayda var. Bunlardan birincisi; Türkiye’nin önemli sinema sitelerinden filmlerim.com’un düzenlediği ve 24 bin kişinin katıldığı ankette, 16 bin kişinin ‘yabancı filmleri Türkçe dublajlı izlemeyi tercih ediyorum’ cevabını vermesi. Bu durum ‘düşündürücü’ sonuçlara yol açarken, Raşit Çelikezer’in 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan son eseri “Can”ın (2011) 19-29 Ocak 2012 tarihleri arasında düzenlenecek 27. Sundance Film Festivali’nin ‘dünya sineması’ yarışmasına katılması da göğsümüzü kabarttı işin doğrusu...
Almanya ve Fransa gibi köklerimizi sağlam temellere bağlayabilirsek belki
Öncelikle kapsamlı olan ilk mevzudan başlamakta fayda var derim. Fransa, Almanya gibi maddi düzenlemesini yapmış, sosyal sistemini oturtmuş, sınıfsal uçurum olmayan planlı ülkelerde bir ‘ulusal dil’ deliliği görülür. Bu durum bu ‘diktatörlük’e varan düzenin, daha doğrusu aşırı milliyetçiliğin ve kendi politikalarının ‘her şey’ olduğu düşüncesinin beklenen bir dışavurumudur aslında. Zira Fransız sinemasının seneler boyu ‘en iyisi biziz’ tavrıyla İngiltere’nin ‘İngiliz’e verdiği ‘British’ ismi kıvamında bir yedinci sanat algısı mevcuttur. Bu bakış açısı, Fransızcayı yabancı aksanla konuşunca İngilizce cevap veren Fransız halkı için de geçerlidir kimi zaman.
Almanya’nın ise avroyla verdiği mücadelede kendi geleneksel para birimi markı bir türlü bırakmaması da ayrı bir mesele. Ancak Türkiye’de kullanıcıların % 66.6’sının böylesi bir tercih oluşturması, bizde henüz sektörel bir kalkınma netliği olmadığından bir hayli tehlikeli. Zira bir anlamda ‘korsan’a davetiye çıkaran bu durum, nihayetinde ‘korsandan Türkçe izleyemiyoruz, sinemada izlersek geliriz’ cümlesini karşılıyor gibi. Görüldüğü gibi buna destek olanların internet kullanıcıları olması bu yorumu yapmamızı sağlıyor. Aynı zamanda ‘Transformers’ ve ‘Karayip Korsanları’ serilerinin son ayaklarının, yaz aylarında yarı yarıya Türkçe dublajlı vizyona girip gişede ilk filmlerini sollamaları da buna paralel olarak verilmesi gereken bir örnek.
“Alis Harikalar Diyarında” ile dördüncü ‘Karayip Korsanları’nın gişesi incelenmeli
Buradan çıkarılabilecek sonuç ise trajik noktalara gidiyor kanımca. Ülkemizde düzgün bir düzen ve filmleri ‘orijinal’ haliyle izleyip doğru etüt etme şansı varken böylesi bir tehdit düşündürücü. Hatırlarsanız 2010 Mart ayında olgunlara uygun bir yapıya kavuşan Tim Burton imzalı kurmaca uyarlama “Alis Harikalar Diyarında”nın (“Alice in Wonderland”, 2010), üç boyutlu kopyalarının tamamının Türkçe dublajlı olması sebebiyle filmle ilgili yazı yazmama kararı alıp durumu protesto etmiştim. Hatta 35 mm salonlarda dahi altyazılı kopya sayısı iki ile sınırlı kalmıştı. Birkaç sinema yazarının kaleme aldığı bu tepkisel sürecin devamında filmin şirketinin yetkilileri hata yaptıklarını anlayıp yapıtın dünyadaki belki de en az gişesini bizde yapmasının nedenini kavramışlardı. Normale dönüş de bir ticari getiriye yol açtı aslında.
Öyle ki buna olanak sağlayan Buena Vista/Disney ayağının son ‘Karayip Korsanları’ filmi ile ‘üç boyutta sadece Türkçe olur’ tavrından uzaklaşıp gişe konusunda zirve yaptığı görülebiliyor. Anlayacağınız ‘çocuklara uygun’ animasyonlarda bir yere kadar kabul edilebilecek bu uygulamanın kurmacada ‘gerçek sesin yok edilmesi’ne dönüşmesinin hiçbir izahı yok. Artık ‘ses tonu’nun ana kalemlerden birine dönüştüğü, her detayın üzerine kafa yorulduğu ve ince ince işlendiği bir sanat dalından söz ediyoruz zira. Peki biz bi Türk filminin Yunanistan’da Yunanca vizyona girmesinden hoşnut olur muyuz? Elbette hayır.
Türk filmi kalitesi düşebilir veya sektörün üretim ağı daralabilir
Nihayetinde ülkemizin seyir bilincine sahip insanlarının ‘orijinal dil’ duruşunu korudukları bariz. Anadolu’da ise genelde dublajlı animasyonların ve Türk filmlerinin daha fazla çalıştığını biliyoruz. Bu cümle, ‘Türkiye geneli’ni kapsamayacağı gibi bir yargı da oluşturmaz.
Ancak bu anketin sonuçları, sinema sektörü gelişmemişken geri adım atmamıza olanak tanıyan tehlikeli bir yol açabilir. Türkçe dublajın getirisi sinema izleyicisinin seviyesini düşürürken, bunun devamında Türk filmi kalitesi düşebileceği gibi üretim ağı da daralabilir. Şimdiden temelleri sağlam atmak lazım deriz.
“Can”ın enfes başarısı
“Can”a gelince, filmin genelde Amerikan tür sinemasına, ana akım hikaye anlatma sinemasına veya Hollywood formüllerine yakın filmlerin yarıştığı Sundance Film Festivali’nin ‘dünya sineması’ yarışmasındaki başarısı adeta ‘enfes’! Özellikle bu sıfatı kullanıyorum zira gerçekten kolay iş değil. Berlin, Cannes ve Venedik’te ilişkilerle veya belli bağlarla bir adaylık çıkarmak mümkün olabilir belki. Ancak böylesi ikinci seviye festivallerde bu durum bir hayli zor.
Ali Özel’in görüntü yönetmenliğindeki ‘şık’ algısının yanında prodüksiyon kalitesinin yüksekliğiyle de bizim ‘çamur’ gibi Yeşilçam melodramlarının arasından sıyrılan bir eser “Can”. Ancak bu noktada ‘dengeli melodram anlatısı’ benimseme düşüncesine 2.35:1’de ulaşamadığı da çok net filmin. Buraya seçilme sebebi ise belli ki Amerikan bağımsız sinemasında böylesi konseptteki ürünlerin bazı kesimlerce önemsenir hale gelmesi ve melodram düşüncesinin artık bu yöne kayması.
Kitleleri ilgilendiren tür sineması açısından keşiflerin çıkış noktası
Daha önce yarışan “Kardeşler”in (“Brødre”, 2004) beğenilip Amerikan yeniden çevrimine ulaşması, “Kurt Kapanı”nın (“Wolf Creek”, 2005) kült bir korku filmi olması veya “Hayvanlar Krallığı” (“Animal Kingdom”, 2010), “The Maid” (“La Nana”, 2009) ile “Happy, Happy” (“Sykt lykkelig”, 2010) gibilerinin yarışmayı kazanıp belli kategorilerde Oscar’ı zorlaması sürpriz değil. Elbette böylesi ‘yükselme’yi yaşattığı çokça yönetmen var etkinliğin. Ancak yarışmanın yüzde 70’i de genelde çok duyulmamış filmleri içeriyor.
Sonuçta “Can”, çocuk kaybı meselesinin üzerine Yeşilçam’ın dramatik zeminini geçirince bu düşünceyi de kaybetmiş. Ama çıkış noktası açısından söylediğimiz özellikleri taşıdığı için halihazırdaki giriş ‘iyi pazarlanmış’ yorumunu hak ediyor. Bunu becerenleri tebrik etmekten başka çare yok. Zira en fazla ikinci-üçüncü filmini çeken yönetmenlerin aday olabildiği bir yarışma bu. Dünya sinemasının en iyilerini bulundurmaktan ziyade alternatif bir seçki içeriyor. “Can” da bunun kollarından birine dahil olmuş doğru stratejilerle.
haberturk.com
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın