8 Aralık 2011 Perşembe

OSCARLI HİNT KUMAŞI MİLYONER / Slumdog Millionaire


Oscarları onca Amerikan filmi arasından sıyrılan bir Hint filminin aldığını düşünüyorsanız, siz de dünya çapında süren yanılgıya kapıldınız demek ki. Bizde Milyoner adıyla gösterilmeye başlanan “Slumdog Millionaire”, Hindistan'da geçen bir hikaye anlatan bir İngiliz filmi. Yani bir Hint filmi değil. Oyuncuları Hindistanlı ama yönetmeni, yapımcısı, senaryo yazarı İngiliz, dili çok kısa birkaç yer dışında İngilizce. Ama

Hint aksanlı İngilizce.
Hint aksanlı İngilizce bir filmle Hint filmi arasındaki fark ne kadar büyükse, filmin anlattıklarıyla yarattığı imaj arasındaki fark da onunla boy ölçüşebilecek kadar oldu.

Filmin anlattığı öyküyü neredeyse bilmeyen kalmadı. Kim 500 Milyar İster yarışmasının Hint versiyonuna katılan Bombaylı yoksul bir genç, polis sorgusunda soruları nasıl bildiğini işkenceyle anlatmaya zorlanıyor. Soruları nasıl bildiği sorusunun yanıtı, aslında gencin hayat hikayesinde gizli. Çocukluğundan başlayarak anlattıkça, bir yandan Hindistan emekçi sınıflarının panoramasını çıkarıyor, kelimenin tam anlamıyla “hayat okulu”nda öğrendiklerinin de bir yarışmada nasıl işe yaradığını alttan alta bize gösteriyor.

Dünyada pek çok izleyicinin Hintli sandığı yönetmen, Danny Boyle, adını Trainspotting filmiyle duyurmuş, başarılı bir sinema adamı. Senaryo yazarı Simon Beaufoy ise Anadan Doğma (The Full Monty) ile tanınıyor. İkili, Milyoner'de de yeteneklerini konuşturmuş, bu farklı düzlemlerdeki öyküleri iç içe geçirmeyi, aralarında geçişler yapmayı çok iyi becermiş. Esas oğlan Cemal ve abisi Selim'in Bombay'ın kenar mahallelerinde, çöplüklerinde, dilenci mafyasının elinde, oradan Agra'da ve başka yerlerde sürdürmeye çalıştıkları yaşamları, Milyoner filminin kesinlikle en başarılı kısmı. O Hindistan fotoğrafları o kadar etkileyici ki, yoksulluğu ve ihtişamıyla yönetmenin yeteneğini takdir etmemek mümkün değil.

Sorular ve hayat arasındaki bağlantı şöyle işliyor. Örneğin, ilk soru, ünlü bir Hindistanlı oyuncu, Amitabh Bachchan hakkında. Herkesin tanıdığı, sevdiği bir ünlü olduğunu anladığımız Bachchan, Cemal'in yaşadığı semtin yakınlarına gelince, Cemal tuvalette kilitli de kalsa bir şekilde kaçıp sevdiği oyuncunun yanına geliyor. Bu, küçük çocukların hayatlarının eğlenceli kısımlarından biri. Arkasından gelen soru ise, Tanrı Rama'nın ünlü tasvirinde elinde ne tuttuğu üzerine. Cemal'in hayatının en dramatik olaylarından biri bu soruya bağlanıyor, çünkü Cemal, Hindularla Müslümanlar arasında çıkan bir kavgada annesini kaybetmiş. Kısacası, soruların Cemal'in hayatının içindeki yerleri, yalnızca basit rastlantılara dayanmıyor, yoksul Hindistan'ın bir panoramasını da çıkarıyor.

Gelgelelim, hikaye ilerledikçe, Milyoner, biçim olarak da, içeriğiyle de bir “Hint filmine” bağlanıyor. Cemal'in aşık olduğu Latika'yı arayışı, finale doğru artık tek amaç olarak onunla tekrar birleşme çabasına dönüşüyor. Bütün meseleler, televizyon yarışması bile kavuşma sahnesine odaklanır hale geliyor. Filmin sonunda da mutlu çift yan yana gelip, Bollywood filmlerinde olduğu gibi hikayeyi, kovalamacayı, her şeyi unutup dans etmeye başlıyorlar!

Kim 500 Milyar İster gibi bir yarışma etrafında bir öykü anlatmanın ilk akla getirdiği risk, sınıf atlama sevdası temasına saplanıp kalması. Filmdeki yarışma sahnelerinde sürekli yapılan vurgu, “bir çaycının bir günde milyoner olması” üzerine. Yarışma sunucusu, çoğunlukla aşağılar bir tonla, Cemal'in çaycı oluşunu her soruda hatırlatmayı görevi sayıyor. Cemal'in hayat öyküsünü izlediğimiz geri dönüşlerde ise, çocukluğundan başlayarak, mafyayla bağlantı kuran abisinin de üzerinden, varoş kökenli yoksul bir gencin “kendini kurtarma” kavgasının izini sürüyoruz aslında.

Her sorusunda kazanılan ikramiyenin katlandığı bir yarışma programının sorularının yanıtları, varoşlarda yaşanan bir hayatta gizliyse, kimse açık açık dillendirmese de, film bize “milyoner olmayı hak eden” bir yaşam anlatmaya çalışıyordur olsa olsa. Cemal'in soruları bilmesinin başka bir nedeni olduğunu özellikle düşünmemiz istenmiyor. Aslında soruların tamamı, Cemal'in hayatının kimi yerlerinde bir şekilde karşısına çıkmış ve böylece eğitimsiz varoşlu genç Cemal de kolay kolay kimsenin bilemeyeceği soruları biliyor diye bir şey yok. Bilemedikleri de var, tamamen kafadan attıkları da, nasıl bildiğini pek anlamadıklarımız da. Zaten Cemal'in yarışma sırasında neler düşünerek yanıt verdiğini yalnızca flashback'lerde görüyoruz, yoksa Cemal akıl yürütmesini yarışmanın formatında olduğu gibi stüdyoda herkesle birlikte yapmıyor. Ama sonuç olarak, soruların yanıtlarının, bildiğiyle, bilmediğiyle, Cemal'in hayatının neresinde nasıl durduğunu derli toplu anlatıyorlar bize. Yani bir şeyler havada kalmıyor, vahiyle gelmiyor, bilgiler kanlı canlı adamın yaşamından kök alıyor.

Gelin görün ki, bu kadar sahici bir yarışma-hayat paralelliği, gidip vara vara kaderci bir bağlantıya varıyor. Afişte de görülen, “Bu adam bu soruları nasıl bildi” sorusunun şıklarından biri, “Yazısı buydu”. Film boyunca bu gerilimi gündemde tutmak için filmin mantıksal tutarlılığıyla bile biraz oynamayı göze almışlar. Cemal'e işkence yapan polisler ise, bu soruyu her sorduklarında “Cevapları biliyordum” yanıtını alıyorlar, hile yapmadığı anlamında. Ama filmde ve afişte görüyoruz ki, asıl cevap kadermiş.

Sınıf atlama meselesinde bizi ters köşeye yatırmasına sevinecekken, kader kumpasına geliyoruz, ne yazık. Aşk, Milyoner filminin hayati derecede önemli bir unsuru. Belki geleneksel olarak Hint sinemasında olduğu gibi. Böyle, bir gencin yarışma sorularıyla iç içe geçen hayat öyküsünü izlerken, aşkın giderek bu kadar merkeze oturması izleyiciyi biraz yadırgatabilir. Kadının genel olarak edilgen bir pozisyonda olduğu, geleneksel bir aşk hikayesinden çok da fazlası yok yine de karşımızda.

Kısacası, Milyoner'de çok sahici karakterler, eksik bir toplumsal bağlam içine oturtulmuş şekilde karşımıza çıkıyor. Cemal, Latika, Selim, diğer çocuklardan gözleri dönmüş mafya babalarına kadar gerçek insanlar olarak çizilmişler. Yoksul çocukluklarının ardından bir şekilde hayatta kalmışlar, iyi ya da kötü değiller. Kimi zaman boyun eğmek, kurallara uymak zorunda kalmışlar, kimi zaman onları toptan reddetmişler. Neyi neden yaptıklarını anlıyoruz, hak verirken de, kızarken de, anlıyoruz.

Ama bu başarılı bir Hindistan fotoğrafı çizildiği anlamına gelmiyor pek. Başta gördüğümüz yoksul mahallenin dışında, Hindistan'ın, Bombay'ın, o mahallenin halini anlamamızla çok ilgilenilmiyor; ki karakterlerin yaşamlarını anlamlandırmak için herhalde önemli bir bilgi olurdu bu. Ülkenin politik, tarihsel durumu, bizimkilerin sınıfsal konumları, karakterlerin kendi hayatlarının dışındaki dünya, aslında bu kadar anlatımı güçlü bir filme göre çok zayıf kalmış. Milyarlık ülkede, yüzlerce yüz görüyoruz da, bir iki sahne dışında lumpen olmayan, gerçek emekçiler görmekte zorlanıyoruz.

Tac Mahal'de turist rehberliği gibi sahnelerin daha ayrıntılı işlenmesi, hikayenin Batılı gözler tarafından anlatıldığını unutuyorsanız, size hatırlatmalı.

Filmi klasik bir Hint filmi olmaktan kurtaran herhalde en önemli unsur, masalsı değil, gerçekçi karakterler. Ve bunlar, İngiliz sinemasının en başarılı isimlerinin Milyoner filminde imzalarının bulunmasıyla elbette ilgili. Biraz ironik, ama öyle. Eski sömürge, yılda binlerce film üreten, ABD'den sonra dünyanın ikinci büyük, yani İngiltere'den büyük bir film endüstrisi olan Hindistan, Hindistan'ı bu kadar gerçekçi anlatan filmler yaptıysa da, dünyanın kalanının bundan haberi olmadı. İngilizler anlattı, onlar da eksik anlattı. Eh, en iyileri bile olsa, eski sömürgecinin, şimdiki emperyalistin memleketinden sinemacılar değil mi ne de olsa?
İngiliz filmi ama Hint kumaşı da kumaş hani... Yoksulluk kader olur mu, siz söyleyin.

(Evrensel Kültür dergisinin Mart 2009 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)
siyad.org
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın