3 Aralık 2011 Cumartesi

Minyatür sanatı, sinema adına henüz keşfedilmemiş bir maden


Son filmi `Cenneti Beklerken`de seyirciyle birlikte tarihi bir yolculuğa çıkan yönetmen Derviş Zaim, bu yolculuktan `minyatürün keşfi` gibi bir ganimetle döndü. Minyatür zaten bilindik şey demeyin; bu, sinemanın, minyatürü keşfi!

Bir derginin sloganı `her zaman keşfetmek için bak` der. Geçmişe de bu niyetle bakmakta fayda var. Derviş Zaim de öyle yaptı ve `Sinema adına büyük bir maden` dediği minyatürü keşfetti.

Zaim`in, 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali`nden `En İyi Özel Efekt` ödülüyle dönen filmi `Cenneti Beklerken`, 17. asırda Osmanlı`daki taht kavgaları arasında bir garip nakkaşın, Eflatun Efendi`nin hikayesi. Eflatun Efendi, hanımını ve oğlunu kaybetmenin acısıyla onları unutmamak, tıpatıp tasvir etmek için Batı usulü resimlerini yapar. Yasak olması bir yana aslında kendisi de tasvip etmez yaptığını. Bu esnada payitahttan emir gelir; Anadolu`da isyan çıkaran sahte şehzade öldürülecek, ibret olması için de resmi dolaştırılacaktır. Batı usulü yapılması gereken bu resmi de Eflatun Efendi çizecektir. Çırağı Gazal Efendi`yi rehin bırakan Eflatun Efendi, padişahın askerleriyle Anadolu yollarına revan olur.

Derviş Zaim, filmden önce sıkı bir araştırma süreci geçirmiş. Bu sürecin içinde Prof. Cemal Kafadar`ın derslerini takip etmek, İlber Ortaylı, Hilmi Yavuz, Gül İrepoğlu gibi isimlerle hasbıhal ve tabii ki bol bol kitap okumak var. Ama bunlar kaftanlı-kılıçlı, bol kelle uçurmalı bir film için değil, başta da söylediğimiz gibi `keşfetmek` için. `Tarih, bugün yaşadığımız şeylerle hesaplaşmak, yüzleşmek için kullanılırsa bir mana ifade eder.` diyor Zaim. Sözlerinin karşılığı da filmde mevcut; Doğu-Batı arasında kalma, sanatçının yaşadığı sıkıntılar, iktidar ve sanat ilişkisi gibi konulara dair sorulan sorular, dünden bugüne çok da değişmiş değil. Filmde Eflatun Efendi, bu ilişkide pek de ses çıkarmayan taraf. Yönetmen, bu tespiti başlangıç için doğru bulsa da, `Film bir yanıyla Eflatun`daki değişimin hikayesidir. Politik aygıtın zorlamasıyla bir yolculuğa gider, hiç istemediği koşulların arasında bulur kendini. Ama bir süre sonra o korkak adamın inisiyatif almaya başladığını görürüz. Yaşadıkları, ondaki değişimi tetikler.` diyor. Kuzey Kıbrıs gibi, üzerindeki politik meselelerin hiç bitmediği bir coğrafyanın yetiştirdiği bir sanatçı olarak siyaset-sanatçı ilişkisini kendi adına değerlendirdiğinde ise, `Tüm dertlerini, dolayısıyla siyasetle de ilgili dertlerini filmle anlatabilen biriyim. Yaşadığım toplumun problemleriyle muhasebe içinde olmam doğaldır. Yıllar sonra bu filmleri çektiğim için görevimi yapmış olmanın rahatlığını yaşayacağım.` diye konuşuyor. Ama bir büyük yenilik var ki Derviş Zaim bunu, `Sinema adına büyük bir maden keşfedildi.` diye tanımlıyor. O da geleneksel sanatlarımızdan minyatürün, süs değil bir anlatım biçimi olarak kullanılması. `Minyatürden yararlanmak denince şimdiye kadar hep saf renkler kullanmak, üç boyutluluk etkisi vermemek, oyuncuları bir eda içinde tutmak gibi şeyler anlaşıldı.` diyen Zaim, minyatürlerdeki başka bir imkanı değerlendirmiş: Farklı mekan ve zamanları, aynı karede resmetmeyi. Bu, şu anlama geliyor: Bir minyatürde Sultanahmet ile Kapadokya yan yana çizilebilir ya da bir Osmanlı padişahı ile cumhurbaşkanı! Zaim, bunu sinemada da kullanmaya karar vermiş. Peki nasıl? `Bir örnekle açıklayayım. Mesela bir sahnede Eflatun Efendi, vezirin konağına girer. Arkada Atmeydanı gibi bir yer vardır. Dışarı çıktığında yine o mekanı görmeyi beklersiniz ama mekan değişmiştir. Bu, Surname`de Nakkaş Osman`ın yaptığı şey; İbrahim Paşa Sarayı`nı her sayfada farklı renkte, biçimde anlatır. Bunu, anlatımını güçlendirmek için yapıyor. Bizim elimizde de böyle bir imkan varken kullanmamak aslında yoksullaştırıcı bir şey diye düşünüyorum.` Bu imkandan faydalanmak nasıl bir zenginlik getiriyor sinemacıya? derseniz, onu da şöyle cevaplıyor Zaim: `Sıkıştırılmış zaman, sıkıştırılmış mekan diye tabir edebileceğim bir imkan sağladı. Bir sinemacı neyin peşindedir? Çok özelde şunu yapar; zamanı ve mekanı oyar, yontar.

Heykeltıraş gibi… Sinemacının önünde sonsuz zamanlar var, sonsuz mekanlar var. Ben minyatürü yorumladığımda zaman ve mekana dair çok farklı bir yordam çıktı. Bu farklı ve çok değerli bir bakış açısı. Sadece Amerikan filmleri prensibiyle iş yaparsanız başka insanlardan çok da farkınız olmaz. Kendi adıma sadece bir filmle kalmayacak bir yol, onu da itiraf etmek isterim.`

tumgazeteler.com
                                                                                                                                       Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın