Gezici Festival’in salondaki inşaatın devam etmesi nedeniyle tadı kaçan İzmir bölümünde azimle güzel filmler izledik. İnanır mısınız festivalin son gününde Konak Sineması’nın üç numaralı salonu bile açıldı da İzmirli sinemaseverlerin yoğun ilgisi üzerine kısa film programlarına ek seans kondu! İzmir izleyicisi eski günlerdeki film festivallerini özlüyor kuşkusuz.
İzmir Kısa Film Festivali de dolu salonlarda çok güzel geçmiş katılanların anlattıklarına bakılırsa. Zaten o festivalin sırtı yere gelmez artık çünkü başında profesyonel bir festivalci var... Yıllarca Hayfa Film Festivali’ni yapan ve Hayfa Sinematek için çalışan, aslen İzmirli olan Nesim Bencoya memleketine döner dönmez başarılı programlara imza atmaya başladı.
İki şahane minimalist Arjantin filmini uzun süre anımsayacağım: “Las Acacias / Akasyalar” ve “El Premio / Ödül”. “Akasyalar” Paraguay’dan Buenos Aires’e bir yolculuktan ibaret. Kereste taşıyan kamyonun şoförü, talimat üzerine patronunun hizmetçisinin kızını ve bebeğini yolcu olarak yanına alıyor. Yalnızlıktan katılaşmış, kabalaşmış, bencilleşmiş bir adamla babası olmayan bebeğiyle kendine yeni bir hayat kurmak için evini ve ülkesini terk eden kalbi kırık kadının yol boyunca birbirlerine “alışmalarını” konu alıyor “Akasyalar”. Şirin mi şirin bebeğin varlığı da kalplerini ısıtıyor...
Yönetmen Pablo Giorgelli kamyonun motor homurtusunu ve trafik gürültüsünü başarılı bir ses tasarımıyla filmin müziğine dönüştürdüğü filmde sinematografideki monotonluğu kırmak için oyuncularına yüklenip yüz ifadelerinden, beden dillerinden yararlanmış. Özellikle bebeği mükemmel değerlendirmiş. Bir yerde bebek bulunmasının ortamı nasıl değiştirdiğine dair gözlemlerini yansıtabilmiş.
***
Kamyon içinde farklı açılar bulmak, güzel ya da ilginç yol manzaralarına, değişik yan karakter ve olaylara yer vermek de bir bir çözüm olabilirdi ama Giorgelli saf sinema yapmayı tercih etmiş. Sonuç Cannes Film Festivali Altın Kamera, yani en iyi ilk film ödülü...
Paula Markovitch ise “Ödül” ile Berlin Film Festivali’nde görüntü yönetimindeki üstün başarısından dolayı Gümüş Ayı kazandı ama meziyetleri sinematografiyle sınırlı değil. Senaryo yazımındaki başarısı “Lake Tahoe / Tahoe Gölü”nden beri tescilli. Ancak “Ödül”de anlattığı öykünün küçüklüğünden beri hesaplaştığı bir anı olmasından mıdır içtenliği, yalınlığı, gerçekçiliği, gerilimi, duygusallığı perdeden birebir geçiyor izleyiciye. Auteur sineması dediğimiz şeyi bir gövde gösterisine dönüştürmeden gerçekleştirirken benzersiz kişisellikte bir siyasal sinema örneği vermesi de hayranlık uyandırıcı.
“Ödül”ü görünce darbe dönemlerinin baskılarını, ailelerin parçalanışını, insanların politik görüşlerinden dolayı nasıl korku içinde yaşadıklarını, çocuklarını kendi doğruları ve değerleriyle yetiştirme özgürlüğüne bile sahip olamamalarını; onları kandırmak, oyalamak zorunda kalmalarını hissettim adeta.
Bir etkileyici film de Türkiye’den çıktı karşıma: “Geriye Kalan”. Çiğdem Vitrinel’in yazıp yönettiği ilk film Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu (Devin Özgür Çınar) dallarında ödül kazandı. Bu filmi izlemek de İzmir’de kısmet oldu; inşaat artıkları içinde bile olsa Konak Sineması’nın gıcır gıcır projeksiyonu ve güzel ses sistemiyle...
Aldatılan kadın figürüne feminist bir yorum getirerek, onu aldatanın “öteki kadın” değil kocasının ve annesinin de dahil olduğu ataerkil sistem olduğunu anlatan “Geriye Kalan” izleyicilerden de olumlu tepkiler aldı. Film evlilik kurumu üzerinden cinsellik, toplumsal statü ve rollere değinirken sınıf ayrımı ve servet dağılımındaki adaletsizlik gibi meseleleri de ihmal etmiyor. Filmden sonraki soru - cevap seansında Vitrinel’in tutarlı feminist tavrını da çok takdir ettim.
Gezici Festival’den ve İzmir’den geriye kalan de sinemanın genç yaratıcılarının tattırdığı heyecan oldu böylece!
Alin TAŞÇIYAN
atasciyan@stargazete.com
stargazete.com
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın