9 Aralık 2011 Cuma

Geleceğin sinemacıları


Nerede kalmıştık? Salı günü özel bir üniversitedeki ‘ahkam kesme’ turlarından bahsediyordum, ama yer yetmeyince Brezilya dizileri gibi ‘arkası pazartesi günü’ deyip, devamını bu güne bırakmıştım değil mi?
Oh, hem de pazartesiye de yazı konum hazır, ne yazacağım diye düşünmeyerek, şöyle en derininden bir Ohhhhh çekip, şapkayı da havaya fırlatmıştım... Ama tam olarak nerede kaldığımı ‘ukalalıklarımı’ anlatmaya nereden devam edeceğimi, zor hatırlıyorum. Hafta sonu, kendi kendime verdiğim ödevi gerektiği gibi yapmayınca, beynimin sağ tarafını yeteri kadar geliştirememişim demek ki!!!

O halde, ben beynimin sol tarafıyla anlatmaya çalışayım.

Beşiktaş sahilindeki ‘yalı’ üniversitenin, sinema ve televizyon bölümü son sınıf öğrencilerinin karşısına geçtim oturdum. ‘Öyle deneyim falan anlatmayacağım, siz sorun ben cevap vereyim’ diyerek, mevzuya bodoslama bir giriş yapıp, soruları beklemeye başladım. Sınıfta tıs yok! Öğrencilerle karşılıklı bakışıp duruyoruz birbirimize. Ben böyle zamanlarda ‘güç denemesi’ yapar gibi birilerinin gözlerine sürekli bakmaktan rahatsız olurum. Şimdi burada öğrencilerin bana soru sormamaları için iki neden olabilir, bu nedenlerden biri ‘Sen de kimsin ki? Neyinin deneyimi için sana soru soralım? Alt tarafı bir yarışmanın başımıza bela ettiği bir adamsın’ demek istiyor, ya da ‘Aman tanıyoruz biz bu geçimsiz, agresif adamı, şimdi soru sorup üzerimize sıçratmayalım’ demek istiyorlardır. Ben sebep hangisidir bilemedim. ‘Aman, ikisi birdendir’ deyip geçtim.

Baktım sınıfta ‘çıt yok’, ben de buraya kadar gelmişim, ‘la bile demeden’ torlanıp toparlanıp... Hem 10 dakika içinde sınıftan geri çıkınca ne diyeceğim insanlara? ‘Kimse beni soru sormaya değer bulmadı ben de çıktım’ mı diyeceğim yani? Yakışır mı bana ? Durumu ve kendimi kurtaracağım ya, hemen ben yapıştırdım soruyu... ‘Neler seyrediyorsunuz televizyonda? Neler okuyup neler dinliyorsunuz?’ E sınıfta yine ses yok, yine birbirimize bakıp duruyoruz.


* * *

Neyse ki bir sınıf dolusu öğrenciden birisine, bir anda küşayiş geldi de, birisi konuştu. Konuştu konuşmasına ama, verdiği cevaplar beni hayal kırıklığına uğrattı. Sinema ve televizyon bölümünde geleceğin, sinemacıları ve televizyoncuları olmak için ‘ eğitilen ve öğretilen’ öğrenciler, tek bir şeyden uzak duruyorlar, hatta nefret ediyorlardı ki, o da ‘popüler kültür’ dü.

Televizyonda, haber kanallarını belgeselleri seyrediyorlar, ama ‘Gelinim Olur musun’dan da niyeyse nefretle söz ediyorlar, kitap okumuyorlar, Kemalettin Tuğcu’yu, Muazzez Tahsin’i, Tuna Kiremitçi’yi, İnci Aral’ı bilmiyorlar. Hatta aralarından birisi, ben, ‘Ne okuyorsunuz’ diye sorduğumda gülerek söyle cevap verdi, ‘Ne okuyorsunuz diye sormayın, en son ne zaman bir kitapçıya girdiniz diye sorun!’ Sonra da aramızda, gizliden gizliye, iki tarafında ‘niyeyse’ çok da açığa çıkartmak istemediği, ‘popüler kültür iyi midir? Tu kaka mıdır?’ tartışması başladı. Ama öyle açık açık değil. Gizli gizli.

Tartışma ve konuşma ilerledikçe anladım ki, Türkiye’deki özel bir üniversitenin sinema ve televizyon bölümündeki eğitimin bir sonucu bu durum. Çocuklar o okula, ‘iyi bir sinemacı ya da iyi bir televizyoncu olmak için eğitilmek üzere gidiyorlar.’ Popüler kültürden uzak ya da korunarak, eğitimini aldıkları meslekte hiç gerekmeyecek ve kullanmayacakları teorik bilgilerle kafaları doldurularak yada boşaltılarak eğitiliyorlar! Eğitim sistemi onların iyi ve başarılı bir sinemacı ve televizyoncu olmaması üzerine kurulmuş ne yazık ki!

Televizyon bir popüler kültür aracıdır. Hem de ‘Allahına’ kadar. Yaptığınız işler ne çok insana ulaşırsa, siz o kadar başarılı bir televizyoncusunuzdur. Bence sinemada öyle. Yaptığınız filmi ne kadar çok insan seyrederse, o derece başarılısınız demektir. Tabii eğer televizyon programını ya da sinema filmini çok az insana ulaşmayı hedefleyerek, mesela sadece evde arkadaşlarınızın arasında seyretmek amacıyla yapmıyorsanız!

Peki, başarılı bir televizyoncu ve sinemacı olmanın yolu nereden geçiyor? Popüler kültürü iyi tanımaktan, yaşadığımız ülkenin kültürünü, beğenilerini, değer yargılarını kavrayıp, bunları sindirip, başarıyla uygulamaktan geçmiyor mu? E peki, niye o zaman bir üniversitenin sinema ve televizyon sektöründe, yani popüler kültürün tam da göbeğinde çalışacak öğrencilerine popüler kültürün ‘Tuuuuu kaka’ olduğunu öğretiyor? Başarılı olamasınlar diye mi? Şimdi bu eğitim sistemi doğru mudur? Çin yeni dalga sinemasını bilen bir öğrencinin, Türk sineması ve televizyonu hakkında ‘kafa yormaya’ yöneltilmemesi doğru bir şey midir? Burada bir yanlışlık yok mu? Bu çocuklar para kazanamasınlar diye mi böyle eğitiliyor? Yazık değil mi?

Yazı yazmaya yeni başladığım zamanlarda, ‘iş bulmak ve aramakla’ ilgili yine bir yazı yazmış ve sinema televizyon alanında iş arayan gençleri televizyon seyretmedikleri, sinemayla ilgilenmedikleri, kısacası popüler kültüre ilgi duymadıkları için suçlamıştım. Şimdi onların hepsinden özür diliyorum. Meğerse suç onlarda değil, eğitim sistemindeymiş.

Konuşmanın sonunda çocukların niye konuş(a)madıklarını da anlamış oldum böylece. Çocuklar ‘popüler kültüre ve mantarlarına’ karşılarmış meğerse. Tevekkeli, bana pis pis bakıyorlardı, öcü görmüş gibi!!!!

hurarsiv.hurriyet.com.tr
                                                                                                                                            Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın