9 Kasım 2011 Çarşamba

Türk Sinemasında Komedi Türünün Başlangıcı


Türkiye’de film yapımcılığının başlaması I. Dünya Savaşı yıllarına rastlar. İlk adım1915 yılında Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın emriyle kurulan Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin kurulmasıyla atılır.

Kurumun başlıca amaçları askerî muharebe ve harekatları filme almak, askeri fabrikaların çalışmalarını görüntülemek ve müttefik ülkelerden gönderilen yeni silahların kullanılışlarını gösteren filmler çekmek ve nizamnamesinde belirtilmese de, göstereceği filmler ile Osmanlı kamuoyunda İttifak Devletleri lehine propaganda yapmaktı. Ancak cephelerdeki muharebe ve askerî harekatları filme almak için kurumun yeterli sayıda yetişmiş personeli yoktu. Bunu sağlamak için de tüm kolordulara bir genelge gönderildi. Genelgede fotoğraftan anlayan teğmenlerin İstanbul’a Başkumandanlık emrine gönderilecekleri belirtiyordu. Kolordulardan gelecek olan teğmenler burada sinema sanatını teknik yönleriyle birlikte öğrenecekler ve ekipmanlarıyla birlikte yeniden görev yerlerine dönerek söz konusu muharebe ve harekatları filme alacaklardı. Böylece Türk sinemasında film yapım süreci başlamış oldu.

Konulu Filmlere Doğru…
Kuruluşu ani ve hızlı olan Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin başına sarayın yakından tanıdığı ve devlet erkanıyla yakın ilişkileri olan Romanya uyruklu bir Leh Yahudi’si olan Sigmund Weinberg getirilmişti. Weinberg aynı zamanda Türkiye’de ilk film gösterilerini düzenleyen, Pathe Film’in Türkiye temsilcisi olarak ilk sinema salonunu kuran ve sinema işletmeciliğinin gelişmesini sağlayan özetle sinema alanında uzman sayılabilecek bir kişiydi. Türkiye’de konulu ilk sinema filmi denemesi yine onun öncülüğünde başlatıldı. Harbiye Nezareti’nden gerekli izin alındıktan sonra Benliyan topluluğunun repertuarında önemli bir yer tutan “Leblebici Horhor” adlı oyunu, topluluk ile beraber, filme alma çalışmalarına başlanıldı. Fakat filmin çekimleri devam ederken oyunculardan birinin ölümü üzerine Weinberg işi yarıda bırakmak zorunda kaldı. Weinberg, bir sonraki konulu film denemesi yine Benliyan topluluğunun repertuarında yer alan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” adlı oyun oldu. Söz konusu oyun Moliere’nin “Le mariage force – Zor Nikah”ının tulûat kumpanyalarında kılık değiştirmiş haliydi. Çekimlerine başlanan bu film, oyuncuların silah altına alınmasıyla ilkinde olduğu gibi yine tamamlanamadı. Her iki denemesi de yarıda kalan Weinberg, belki de üçüncü bir denemeye girişecekti. Ancak, Romanya’nın tarafsızlığını bozup Osmanlı İmparatorluğu’na 29 Ağustos 1916’da savaş ilan etmesiyle bu olasılık da ortadan kalktı. Romanya kökenli olan Weinberg’in kurumdaki görevine düvel-i muhâsama (düşman devletler) tebaasından olduğu için son verildi. Böylece Türkiye’de konulu filmlere geçişin önü kesilmiş oldu. Merkez Ordu Sinema Dairesi de savaşın sonuna kadar kısa aktüalite filmler çevirmeye koyuldu.

Merkez Ordu Sinema Dairesi’nden sonra konulu filmlere geçiş Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı. 1913 yılında kurulan cemiyet, nizamnamesinin üçüncü maddesinde her ne kadar “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti politika ve fırka hissiyatından tamamıyla âzâdedir” ifadesi yer alıyorsa da doğrudan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin marifetiyle kurulmuştu. II. Balkan Savaşı’nın devam ettiği yıllarda ordu ile sivil halk arasında bağ kurmayı ve sivil halkın maddi ve manevi yardımlarını orduya ulaştırmayı amaçlayan cemiyet, 13 Ağustos 1914 tarihli nizamnamesinde gelirlerini artırmak için kültürel faaliyetlerde bulunacağını açıklıyordu. Cemiyetin mecmua, konser, tiyatro ve müsamereler ile başlayan gelir artırıcı faaliyetlerine 1915 yılı başlarında sinema da eklendi. Ardından Şehzadebaşı’nda cemiyete ait olan Müdafaa-i Milliye Sineması açıldı. Halkın filmlere karşı göstermiş olduğu yakın ilgiden de cesaret alan cemiyet, 1916 da film yapımına başladı. Cemiyet adına Kenan Erginsoy tarafından yapılan ilk filmler bazı muharebe görüntüleri ile İstanbul manzaralarından oluşuyordu. 1917 yılı başlarında bugünkü Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi, cemiyetin müdürü Dr. Hamdi Bey’e aktüalite türündeki kısa filmlerin yetersizliğini belirterek konulu uzun filmler çekildiği taktirde, halkın daha çok ilgisini toplayacağını, cemiyete daha çok gelir sağlayacağını, üstelik yurtta asıl anlamıyla sinemacılığın başlayabileceğini söyledi. Yönetim kurulunun Simavi’nin bu önerisini kabul etmesiyle de Türk sinemasında, Weinberg’ten sonra, konulu filmlerin yapılmasının önü yeniden açılmış oldu.

Cemiyetin Divanyolu’ndaki binasının alt katı stüdyo (dâr-üs-sınâa) haline getirildi. 1917 yılında Sedat Simavi’nin yönetmenliğinde Türk sinemasının ilk konulu filmi olan “Pençe” çekildi. Mehmet Rauf’un dört perdelik oyunundan aynı adla sinemaya uyarlanan “Pençe”, yayımlandığı yıl (1909) bile bir aile kütüphanesine sokulamayacak kadar “ahlak nokta-i nazarından muzır bulunarak çok ağır eleştirilere uğramıştı. Film, gösterime girdiği yılda aynı eleştiriler ile karşılaştı.

Cemiyetin aynı yıl yine Sedat Simavi’nin yönetmenliğinde gerçekleştirdiği ikinci konulu filmi “Casus” oldu. Konusu hakkında herhangi bir bilgiye sahip olamadığımız ve Türk sinemasının kayıp filmleri arasında yer alan Casus filmiyle ilgili bilgilerin tamamı sadece iki cümleden ibaret kalıyor. Cemiyetin sabah gazetesinde yayımlanan bir ilanında filmin “bir mukaddema ve üç kısımdan ibaret olan milli piyes”ten uyarlandığı ve filmin son defa olarak Royal sinemasında oynayacağı belirtiliyor.

Türk Sinemasında Komedi Filmleri Başlıyor
Pençe ve Casus adlı filmler gişe gelirleri bakımından istenilen sonucu vermedi. Bunun üzerine cemiyet, halk tarafından rağbet edilen komedi türünü sinemada deneme yoluna gitti. 1917 yılında Dârülbedâyi’de sahnelenmeye başlayan ve halkın tarafından rağbet gören “Hisse-i Şaya” adlı oyundaki “Bican Efendi” tiplemesini oyundan bağımsız olarak filme almaya karar verdi. “Hisse-i Şaya”, İbnürrefik Ahmet Nuri (Sekizinci) nin Fransız yazar Daniel Riche’in “Le pretex” adlı oyunundan yerli yerli yaşayışa uyguladığı bir eserdi. “Hisse-i Şaya”, Dârülbedâyi’de sahnelenirken oyunun bütününde çok az yeri olmasına rağmen Bican Efendi tipinin canlandırılışıyla dikkat çekiyordu. Şadi Karagözoğlu’nun şahsına münhasır bir evkaf memuru olan Bican Efendi’yi en küçük ayrıntılarına kadar verebilmesi bu tiplemenin halk tarafından tutulmasında oldukça etkili olmuştu. Bu tiplemenin canlandırılışında Karagözoğlu’nun esin kaynağı ise kısa komedileriyle dünyada şöhreti gittikçe artmakta olan Charlie Chaplin idi.

Bican Efendi tiplemesinin halk tarafından çok seviliyor olmasından hareket eden cemiyet, Türk sinemasının ilk kısa komedi filminin çekimlerine başladı. “Bican Efendi Belediye Müfettişi” adını taşıyan serinin ilk filmi 24 Eylül 1917 tarihinden itibaren Royal sinemasında gösterilmeye başlandı. Şunu belirtmekte fayda var ki Bican Efendi tiplemesinin filme alınması sinema tarihi kitaplarında belirtilen bilgilerin aksine 1921 yılında değil 1917 yılında çekilen bu film ile oldu. Bir diğer hususta ilk film olarak kabul edilen “Bican Efendi Vekilharç” filminin serinin beşinci filmi olmasıdır. Yine kitaplarda belirtilen bilgilerin aksine ilk film Malul Gaziler Cemiyeti tarafından değil Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından yapıldı.

Bican Efendi tiplemesi, tiyatroda olduğu gibi, beyazperdede de halkın yoğun bir ilgisiyle karşılaştı. Bunun üzerine cemiyet, 1917 yılının sonlarına doğru hızla ikinci filmin çekimlerine başladı. “Bican Efendi Tebdil-i Havada” adını taşıyan ikinci filmin konusu şöyleydi: “ Bican Efendi rahatsızlığından bahisle çalışmakta olduğu kalemin müdüründen, bir-iki maaşla birlikte izin ister. Doktorun da raporuyla istediğini koparır. İznini Büyükada’da, maşukasıyla zevk ve sefa içinde geçirirken günlerini bile unutmuştur. Tesadüfen eline geçen bir gazeteden, izin tarihinin geçtiğini öğrenince maşukasının bırakıp dairesine koşar. Fakat Bican Efendi artık müstafi addedilmiştir.”

Serinin ikinci filmi olan “Bican Efendi Tebdil-i Havada” ya halkın gösterdiği ilgi ilkinden farksızdı. Dolayısıyla da cemiyet, “Bican Efendi”nin yeni maceralarını beyaz perdeye taşımak için yeni bir filmin hazırlıklarına başladı. Savaşın Osmanlı’nın da dahil olduğu İttifak devletleri aleyhine sonuçlanacağı 1918 baharında cemiyet, “Bican Efendi Yeni Zengin” adlı yeni bir filme başladı. Bu filmin tamamlanmasından sonra da hiç zaman yitirmeden serinin dördüncü filmi olan “Bican Efendi Para Peşinde” nin çekimlerine başladı.

Cemiyetin Sabah gazetesinde yayımlanan bir ilanından bu iki filmin Beyoğlu Varyete Tiyatrosu’nda gösterildiğini öğrenmekteyiz. Aynı ilanda ayrıca yine cemiyete ait olan “Sultan Ahmet Parkı” adlı bir filmin de gösterildiği belirtilmektedir.

Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, bu son filmden sonra belki de “Bican Efendi” serisine yine devam edecekti; ancak meydana gelen askerî ve siyasi olaylar, buna izin vermedi. Ayrıca tüm sinema faaliyetlerinden de çekilmek zorunda kaldı. 4 Kasım 1918 tarihinde kendi üyeleri tarafından feshedilen ve “Teceddüt” adını alan İttihat ve Terakki Partisi mensuplarına ve kuruluşlarına karşı, iktidar olan hükümetler tarafından geniş çapta bir tasfiye hareketi başlatılmıştı. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti de bu kuruluşlardan biriydi. Tevfik Paşa hükümetinin aldığı bir karar ile cemiyetin, sinema araç ve gereçleri, Malûlin-i Guzata Muavenet Heyeti (Malul Gaziler Cemiyeti)’ne devredildi.

Malul Gaziler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’nda savaşta sakatlanan askerlere yardım etmek ve onların sivil hayata geçişlerini kolaylaştırmak için kurulan yarı-resmî nitelikte bir cemiyetti. Bu devir teslimden sonra Malul Gaziler Cemiyeti, tıpkı Müdafaa-i Milliye Cemiyeti gibi, gelirlerini artırmak için sinema faaliyetlerine başladı. Önce cemiyete bağlı olarak Malûlîn-i Guzata Sinema Film Fabrikası kuruldu. Ardından da şubat ayında cemiyetin ilk filmi olan “Mürebbiye”nin çekimlerine başlanıldı. Ancak cemiyetin sinema kolu, ülkede işgale karşı girişilen protesto gösterilerini filme almak için Mürebbiye’nin çekimlerine üç aya yakın bir zaman ara verdi. Protesto gösterilerinin filme alınmasından sonra da Mayıs 1919’da Mürebbiye’nin çekimleri tamamlandı. Arkasından da hiç zaman kaybetmeden ikinci film olan “Binnaz” çekildi.

“Bican Efendi” Filmleri Yeniden Başlıyor

İtilaf kuvvetlerinin fiili işgalinin devam ettiği İstanbul’da Malul Gaziler Cemiyeti de, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin yaptığı gibi, ikinci filmden sonra komedi türüne geçiş yapmak istedi. Tiyatro alanında büyük bir çaba gösteren “Donanma Cemiyeti” ile anlaşmaya varılarak zamanın komedi oyuncularından İsmet Fahri Gülünç’ün canlandıracağı “Tombul Aşığın Dört Sevgilisi” adındaki bir sahne eserinin çevrilmesi kararlaştırıldı. Fakat iki cemiyet arasında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden film yarıda kaldı.

Yarım kalan bu filmden sonra cemiyet, komedi türündeki ısrarını sürdürdü. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin yaptığı gibi “Bican Efendi”nin yeni maceralarını sinemaya taşımaya karar verdi. En son 1918 yılında çekilen “Bican Efendi Para Peşinde” adlı serinin dördüncü filminden iki yıl sonra cemiyet tarafından “Bican Efendi Vekilharç” adlı serinin beşinci filminin hazırlıklarına başlanıldı.

Bican Efendi’yi Şadi Karagözoğlu’ndan başkasının canlandırması beklenemezdi. Nitekim bu tiplemeyi yaratan ve şöhrete kavuşturan Karagözoğlu’ydu ve seyircide perdede “Bican Efendi” olarak onu görmek istiyordu. Cemiyet, bundan dolayı Karagözoğlu ile çalışmaya karar verdi. Bican Efendi’nin yeni macerası bu tiplemenin yaratıcısı tarafından yazıldı. Bican Efendi yeni macerasında bir köşkteki “vekilharç” olacaktı. Yönetmenliğini Karagözoğlu’nun yaptığı filmin oyuncu kadrosu İ. Galip Arcan, Vasfi Rıza Zobu, Behzat Budak ve Karagözoğlu’nun eşi Şehber Hanım’dan oluşuyordu. Filmin çekimleri Şehzadebaşı’nda Fevziye Caddesi’ndeki bir arsa üzerine kurulan üstü açık dekorlar arasında gün ışığından yararlanarak gerçekleştirildi.

Sonuç elbetteki şaşırtıcı değildi. Halk, daha önce de olduğu gibi, serinin bu yeni filmine de yoğun bir ilgi gösterdi. Bundan dolayı da cemiyet, Bican Efendi’nin yeni maceralarını yine aynı kadro ile beyaz perdeye taşımaya devam etti. 1921 yılında “Bican Efendi Mektep Hocası” ile serinin yedinci ve son filmi olan “Bican Efendi’nin Rüyası” çekildi.

Bu son film ile birlikte “Bican Efendi…” nin serüvenleri sona erdi. Çünkü yapılan bu yedi film ile seyirci “Bican Efendi”nin serüvenlerine doymuş ayrıca da bu tipleme seyirci ve cemiyet tarafından yeterince tüketilmişti. Böylece, Türk sinemasında komedi türünü başlatan bu filmin yolculuğu, çevrilen yedi filmden sonra tamamlanmış oldu. “Bican Efendi…” filmlerinden sonra komedi türü, yerli sinemadan uzaklaştı. Türk sineması uzun bir süre bu türe dönemedi. Yerli komedi filmlerinin yarattığı boşluk ise ithal edilen Hollywood komedileri ile doldurulmaya çalışıldı.

                                                                                                                                              Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın