
Kaybedenler Kulübü'nün hikâyesi, 90'lı yılların başında başlayan bir radyo programının 7 yıllık yayın hayatı boyunca yaşanan gerçek olaylarına dayanıyor. Hikâyenin merkezinde, Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlı isimli iki arkadaşın kendi aralarında sohbet ediyormuşçasına, yalnızlık ve cinsellik fonunda modern kent insanının varoluşsal problemleri üzerine gerçekleştirdikleri biraz şairane biraz alaycı konuşmalarından oluşan programın kısa bir süre sonra nasıl binlerce insanın dinlediği bir radyo programı haline geldiği ele alınırken; film, süresi boyunca, başta Mete ve Kaan olmak üzere misyon yüklediği bütün karakterleri, programa konu olan meselelerin somut birer örnekleri olarak sunup kurulan dramatik yapının yapıtaşları olarak kullanmayı tercih ediyor. Bu noktada oyuncu performanslarının da filmde kritik bir öneminin olduğunu söyleyebiliriz. Son zamanların en revaçta iki erkek oyuncusu olarak göze çarpan Nejat İşler ve Yiğit Özşener rollerinin üstesinden gelmeyi biliyorlar. Nerdeyse filmdeki tüm diyaloglara sızmış o iddialı cümlelerin karakterlerin dillerindeki olağanlığında bu iki oyuncunun büyük etkisi olduğu bir gerçek. Filmde önemli bir yeri olan Zeynep karakterinde daha önce oynadığı rollerden farklı bir yapıda karşımıza çıkan Ahu Türkpençe ise belki de oyunculuk kariyerinin şu ana kadarki en iyi performansını ortaya koyuyor. Oyuncu, bulunduğu sahnelerde etkisini bariz şekilde hissettirirken, şaşırtıcı bir şekilde diğer oyunculardan rol çalmayı da başarıyor. Türkpençe'nin, filmin etkileyici sahneleri arasında gösterebileceğimiz Kaan ve Zeynep'in barda tanıştıkları diyalogsuz sahnedeki doğal ve samimi performansı özellikle dikkat çekici.
Yeni neslin yozlaşma olarak yorumlanan birçok özelliğinin aslında bir çeşit çeşitlilik, hatta zenginlik olabileceğine işaret eden yönleri ise Kaybedenler Kulübü'nün kalıplara hapsedilmiş ezber bakış açılarına getirdiği yorumlarının en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Başta filmde sıkça kullanılan ekran bölmeler olmak üzere daha çok reklam filmlerinde tercih edilen keskin teknik müdahaleler ise, hem hızlı ve takibi kolay bir kurgu yaratıyor hem de filme stilize bir görsel anlatım tarzı hediye ediyor. Ancak bu tür efektlerin fazlalığının kimi sahnelerin duygusal etkisine zarar verdiğini de söylemek gerek.
Film, müzik kullanımı ve yalnızlık tümceleriyle Issız Adam'dan, ilişkilere yaklaşımındaki dürüstlük ve diyaloglarındaki umutsuz sertlikle Closer'dan, tekniği, anlatım ve mizah yaratmada belirgin bir şekilde kullanması ve aşkın, ilişkilerin taraflarında oluşturduğu farklı algısına değinmesi gibi yönleriyle ise son yılların beğenilen romantik-komedilerinden (500) Days Of Summer'dan tatlar çalıyor damağınıza. Ancak bütün olarak değerlendirdiğinizde Kaybedenler Kulübü'nün Türk sinemasında daha önce hiç denemediğiniz bir tadı olduğuna emin olabilirsiniz. Zira filmin taşıdıkları ruh hali bakımından sıklıkla karşılaşabileceğiniz sıradanlıktaki karakterlerinin birçoğu şaşırtıcı bir şekilde sinemamıza ilk defa uğruyor.
Soner Yıldırım,
Filmhafızası.com
Alıntıdır.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın