Altın Portakal’a aday ilk Türk korku filmi olan Araf’ın yönetmeni Biray Dalkıran’la keyifli bir söyleşi geçekleştirdik. Sorduğumuz her soruya içtenlikle cevap veren Dalkıran’a hayatı boyunca başarılar diliyoruz. Sıcaklığını ve samimiyetini kaybetmemesini de…
* Öncelikle “Biray Dalkıran” kimdir? Bugüne kadar neler yaptı? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1976′da, İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini Beykent Üniversitesinde sinema-tv olarak yaptı. Ardından sinema-tv masterı yaptı. İngiltere’ye gidip media bussines okudu. Şimdide Marmara Üniversitesinde radyo-tv bölümünde doktora yapıyor. Sektöre çektiği kısa filmlerle girdi. Kısa filmi sis Altın portakal’dan,. San Fransisco’dan, Avşa’dan v.s. v.s. ödül aldı. Arkasından master yaparken klip çekmeye başladı. Alpay, Işın Karaca v.s. Ondan sonra reklamlar başladı. Yaklaşık üç senedir reklam çekiyor. Bunlar ülker golf dondurmaları, roman kıyafetlerinin reklam filmi, minton mp3, brillant perde gibi reklamlar…
Reklamlarda da teknik açıdan zor şeyleri ben çekiyorum.
* Sinema filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?
Sinema-tv okuduk. Hepimizin derdi bir gün uygun koşullarda, istediğimiz ve inandığımız hikayeyi çekmekti. İnandığımız hikayeyi bekledik. İnandığımız hikayeyi bulduktan sonra teknik açıdan zor olduğu için -reklamlarda da teknik açıdan zor şeyleri ben çekiyorum- Türkiye’nin teknik olarak olgunlaşmasını bekledik. İstediğimiz kameranın Türkiye’ye gelmesini bekledik. Geldikten sonrada olgunlaştığına inandık ve çektik.
* “Araf” fikri nasıl oluştu?
Araf… Üç yıl önce bana anlatılan bir hikayeden yola çıktık. Onu öyküledim. Sonra senarist arkadaşımızla oturup konuştuk. Bu işi senaryoya döktü. Ondan sonra karşılıklı senaryolar 7-8 kez gidip-geldikten sonra, dinbilimciler ve cerrahlarla oturup senaryonun son halini verdik. Dramatik yapıyı kurduk. Oyuncularımızı seçtik ve bitti.
Bizim küçük çocuğa soruyoruz; sana bir yaşam şansı var. Ne yapmak istersin?, diye. O da annesinin yanında olmayı tercih ediyor.
* Araf suresinden de sanırım alıntı var filmde…
Fragmanda kullandık. Çünkü filmimizin tam karşılığı Araf’ta kalmakla ilgili. Bizim filmimizdeki ana karakter yaşam hakkı elinden alınan biri. Bu yaşam hakkı kürtajla bir şekilde elinden alınıp ölüme yollanıyor. Ölüme yolladığı zaman ruh cennet, cehennem, araf… Üçünden birine gittiği için, bizim ruh arafta kalıyor. İşte ona bir şans verilirse ne olur? Bizim küçük çocuğa soruyoruz; sana bir yaşam şansı var. Ne yapmak istersin?, diye. O da annesinin yanında olmayı tercih ediyor.
Bu filmde 100′ü geçkin efeket kullandık. Ve her kareyi ayrı ayrı boyayıp, renkleri düzelttik.
* Filmin bütçesinden, yapım ve çekim sürecinden bahseder misiniz?
Filmin üç yıllık senaryo çalışması var. Zaten oyuncularımız belliydi. Okuma provaları, storyboard çalışmaları, mekan seçimleriyle uğraştık. Mekan seçimleri için -her mekan için yaklaşık beş tane alternatifimiz vardı- bize en uygun olanları seçtik. 7 Nisan’da çekimlere başladık. Ekibimizle oturduk ışıkları konuştuk, senaryoyu konuştuk. Dünyada yapılan aşağı yukarı en iyi diye tabir edilen 60 tane korku filmini ekiple izledik. Ana noktalarını bulduk. Yalnız bunun bir türk hikayesi ve Türkiye’de çekildiğini unutmadık. Ve oyuncularımızda türk olduğu için, türk davranış ve etik, kültür kurallarına göre senaryoyu düzenledik. Ona göre oynattık oyuncularımızı. Ardından çekimlere girdik. Yirmi yedi günde gerçekten hem benim için, hem ekip için çok zorlu bir çekim süresi yaşadık. Çünkü duvarlar yıkıldı, setler kuruldu, mekanlar oldukça kalabalıktı. Arkasından post production aşaması biraz uzun sürdü. Tam dört ay. Çünkü efektleri oldukça yoğun bir filmdi. 100′ü geçkin efekt kullandık. Benim anlatım dilim birazcık hızlıdır. Böyle sıkıcı uzun planlar yerine oldukça hızlı bir kurguyu seçtim. Yani sinemada saniyede 24 kare akar. Biz bu 24 karenin her karesini ayrı ayrı boyadık. Kare kare renkleri düzelttik. Efektlerini kare kare yaptık. Yani bayağı uğraştık. İngiltere’den dollbyci geldi, sesleri düzenledi.
Tüm oyuncularımızın konservatuvar mezunu olması ilk koşulumuzdu. Ki bizim figürasyonumuz bile konservatuvarlıdır.
* Castı seçerken neleri dikkate aldınız?
Hikayeyi yazdıktan sonra bizim üç tane kriterimiz vardı. Birincisi tüm oyuncularımızın konservatuvar mezunu olması. Ki bizim figürasyonumuz bile konservatuvar mezunu. İkincisi daha önce mutlaka kamera önü deneyimi olsun. Çünkü set biraz fazl büyük olduğu için o anda orada heyecan yapması işlerimizi aksatabilirdi. Ki çok yoğun bir programda çalışıyorduk. Üçüncüsü hayalimizdeki karakteri, kimliği ete-kemiğe büründürecek insanlar olmalıydı. Zaten bu film için Türkiye’deki en keyifli seçimleri yaptım. Kadın rolü için Akasya Aslıtürkmen var. Zaten kendisi tam istediğim oyunculuğu verdi. Erkek için Murat Yıldırım. O da tam istediğimiz performansı sağladı. Bir küçük kız oyuncuda biraz zorlandım. Yaklaşık 200 kişi arasından seçtik. Ama şunu söyleyebilirim ki çok doğru bir seçimdi. Çok rahat çalıştık. Psikolog için Mehmet Birkiye. Benim hem hocamdır, hem oyunculuğunu çok beğendiğim bir insandır. Onla çalıştık. Yani oyuncularımız konusunda keyifli ve şanslıydım.
* Filmin vizyondaki şansını nasıl görüyorsunuz?
Ona ben değil, halk karar vericek.
Bir film bana telefon açıyor ve böyle bir teklif geldi, ne dersin?, diyor. Abi, dedim. Kekliyorlardır, saçmalamayın ya. Hollywood nere, Türkiye nere? Çünkü İngiltere sineması bile 2000 film yapıyor. Orayı bile fazla takip etmiyor adamlar. Türkiye’de 20 film çekiliyor.
* Ama iddalısınızdır heralde…
Yaptığımız film iyi oldu. Şöyle söyleyeyim, yönetmen iyi oldu, dedi diye film illa iyi olacak diye bir şey değil. Garanti deliller sunmak gerekiyor. Sonuçta seyirciyi tavlamanız gerekiyor. Peki bu filmin iyi olduğuna nasıl karar veriyoruz. 19 film arasından 9 filmde Altın portakala kaldık. Ve tür filmi kaldı. Bu filmin iyi olduğunun kanıtlarından biri. Diğerine gelince. Türkiye’de ilk Hollywood’dan teklif alan film olması. Onunda hikayesi şöyle… Biz sitede filmin fragmanını yayınlıyorduk. Hollanda’dan Burak diye bir çocuk siteden frragmanı download ediyor. Üşenmiyor filmin altına ingilizce yazıyor. coming soon turkish horror movie olarak youtube koyuyor. Youtube diye bir internet sitesi vardır. Bir gün bir mesaj alıyoruz gold circle’dan dağıtım firması. Bu film bizim istediğimiz filmlerden biri, bir şekilde bunun dünya haklarını satın almak istiyoruz. Sadece fragmanla böyle bir teklif alıyoruz. Bir film bana telefon açıyor ve böyle bir teklif geldi. Ne dersin?, diyorlar. Abi, dedim. Kekliyorlardır, saçmalamayın ya. Hollywood nere, Türkiye nere? Çünkü İngiltere sineması bile 2000 film yapıyor. Orayı bile fazla takip etmiyor adamlar. Türkiye’de 20 film çekiliyor. Dedim ki, adamın adını, soyadını bulun. Nasıl olsa Cannes’a gidiyordur. Cannes’daki üyelik numarasından e-mailine ulaşın. Böylece gerçekten böyle bir şey var mı öğreniriz. Bir film araştırıyor. 6-7 saatte adresi buluyor. Yollanan mailin üstüne mesaj ekliyor. ” Bu film 6 Ekim’de Türkiye’de vizyona girecektir. Ondan önce herhangi bir görüşme yapmayı düşünmüyoruz. Ama ondan sonra isterseniz görüşebiliriz. Karşılıklı konuşuruz.” Biz bekliyoruz ki; kardeşim siz hangi filmden bahsediyorsunuz, falan diyecekler. Bir cevap geliyor . Tabi, diyorlar. Hollywood’daki ilk gösterim hakkını, ilk bizim göstermemizi garanti ediyorsanız karşılıklı bu konuyu konuşalım, diye. Ilk onların göstermesi için bir anlaşma yapılıyor. Bu filmin böyle bir anda bu kadar başarılı olması keyif verici. Sorunuza geleyim. Bu film iyi bir film mi? Ben söylemiyorum, Altın portakal söylüyor. Ben söylemiyorum, Hollywood söylüyor.
* Türkiye’de beğendiğiniz yönetmenler kimlerdir?
Ben tüm türk yönetmenleri beğeniyorum. Yani isim saymak gerekirse Yavuz Turgul, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney… Ben hepsini çok beğeniyorum. Çünkü türklere ait hikayeleri anlattılar.
Solmaz Akça
solmazakça.net
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın