18 Ekim 2011 Salı

Nuri Bilge Ceylan Röportajı



18 Mayıs 2008 Pazar 18:48
Nuri Bilge Ceylan, Uluslar arası Cannes Film Festivali’ne üçüncü kez “Üç Maymun” isimli filmi ile katılarak sinemanın devleri ile Altın Palmiye için yarışıyor.
Her ne kadar kendisi “Ben bu festivalde ödül beklemiyorum” desede 3"ncü kezdir Cannes Film Festivali"ne katılan Ceylan"ın bir kez daha ödülle alacağı yorumları yapılıyor. Çektiği filmi her fırsatta öven Ceylan, “Ben beğenmediğim filmin ilk 5 dakikasında çıkarım. Benim filmimi beğenmeyen varsa onlarda aynısını yapsınlar” diyerek, “Üç Maymun” filmine ve kendisine olan güvenini dillendiriyor. Kendisine olan bu güveninin nedenini de kuşkusuz şimdiye kadar yakaladığı başarıya bağlamak yanlış olmaz.

Gerçekten de, “Üç Maymun” filmi kaybolmakla yüz yüze kalmış insani değerleri sorgular nitelikte. Sistemin bireyi atomize ettiği ve birbirine bağlı bir suçlular zinciri yarattığı günümüzde “herkesin üç maymunları oynadığını” söyleyen Ceylan, kamerasını acımasız kapitalist sistem içerisinde var olmak için mücadele eden yoksul bir aileye tutuyor. Cinsellik ve insan bedeni üzerinde söz hakkı, kıskançlık ve suçluluk duygusunun insanları sürüklediği çıkmaza kamerasını tutan yönetmen bir anlamda aile ilişkileri ve kirli sistemi sorguluyor.

Ölü bir çocuk siluetinin hesap sorduğu bir kaybedenler dünyası kurgulayan yönetmen, bunu başarılı yakın plan çekimleri ve unutulmaz İstanbul görüntüleri ile yansıtıyor.

Söyleşi verme konusunda oldukça titiz davrandığı gözlenen ve sadece ciddi yayın kuruluşlarına röportaj vermeyi kabul eden Nuri Bilge Ceylan ile gazetecilerin akınına uğrayan Festival Sarayı"nın dibinde bulunan Cannes sahillerinde “üç maymun”, festival ve sinemayı konuştuk.

- Cannes Film Festivali"ne 3"üncü kez katılıyorsunuz. Festivalleri ve filmlerin yarıştırılmasını, bazı filmlerin arasından bazılarının seçilerek ödüllendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu beğeni meselesi. Bazen bir filmi jüri beğeniyor seyirciler, eleştirmenler beğenmiyor. Bazen de bir filmi seyirciler, eleştirmenler, gazeteciler beğeniyor ama jüri beğenmiyor. Neticede jüri kendi beğendiği filmleri seçerek ödül veriyor.

- Siz bu festivalde ödül bekliyor musunuz?

- Ben bu yılki jüriyi düşündüğümde ödül almayı beklemiyorum.

- Sizce bu tür film festivalleri veya filmlerin yarıştırılması bir yönetmeni nasıl etkiliyor?

- Bu tür yarışmalar çok önemli. Ben iki yıl önce Cannes Film Festivali"ne geldiğimde henüz bunun bu kadar önemli olduğunu farkında değildim. Ama şuanda daha farklı bakıyorum. Yarışmalar yönetmenlere, sinemacılara, yapımcılara ve sanatçılara yardımcı oluyor. Onların tanıtım ve yeni çalışmalarını geniş kesimlere ulaştırması açısından önemli olanaklar sunuyor.

HERKES ÜÇ MAYMUNLARI OYNUYOR

- "Üç Maymun" çarpıcı bir isim. Bu fikir nerden çıktı?

- Senaryomuz aslında gerçek hayattan bir kesit. Hayatın içinde yaşanan bir hikayeyi anlatıyor. Günümüzde toplumların içinde yaşadığı bir durum. Bu hikayenin ismi konusunda aslında çok düşünmemiştik. Bu bir anlamda kendiliğinden ortaya çıktı. Toplumumuza bakarak kendimize bakarak koyduğumuz bir teşhis. Sonuçta günümüzde hepimiz bir şekilde üç maymunları oynuyoruz.

- "Üç Maymun"daki Servet karakteri seçimlerde milletvekili adayı… Siz bununla Türkiye"deki mevcut siyasal yapıyı mı ele almak istediniz?

- Hayır. Bunun Türkiye"deki güncel siyasal durumla ilgisi yok. Karakteri seçerken, kaybeden bir insanın psikolojisini yansıtmak istedim. Politik bir karakter seçmemin nedeni sadece bundan ibaret. Bu karakterin mutlaka bir kaybeden olmasını istedim. Bu yüzden seçimler döneminde işlediği bir cinayetten dolayı cezaevine girecek bir karakter yarattım. Türkiye"deki politik yapıyı işlemek istemedim dedim; çünkü Türkiye"de politik bir meseleyi işlediğiniz zaman herkes yaptığınızın sadece siyasi yönünü konuşuyor. Bu yüzden bu meselelere girmekten kaçındım. Diğer boyutlar es geçiliyor.

EZAN VE GÜNAH METAFORU

- Üç Maymun"da birkaç defa ezan sesi duyuyoruz? Özellikle de her günah işlendiğinde buna bir ezan buna eşlik ediyor. Her günaha ezan sesi eşlik eden bir metafor bir tesadüf mü? Değilse bununla ne anlatmak istediniz?

- Hayır, elbette bu bir tesadüf değil. Burada bir anlamda toplumsal yapı ve inançlar sorgulanırken diğer yandan da dinin, inancın sığınılan mistik ve huzur aranan yönünü de, göstermek istedim. Nietzsche bilginin yetmediği yerde inancın bir teslimiyet olduğunu ve bilginin dayanılmaz bir ağırlığı olduğunu söylüyor. İnançta sığındığınız teslimiyet bazen sizi yatıştırabilir, size huzur verebilir. Örneğin ateist bir arkadaşım var. Bu arkadaşım bir kızı sevdi ancak bir türlü birleşemediler. Ve bu arkadaşım bu imkansız aşktan dolayı çok ciddi sorunlar yaşadı. Sonunda çareyi dine sığınmakta buldu. Şimdi dindar bir insan, ve kapalı bir kadınla evlendi. Ama bence bu arkadaşım hala o eskiden sevdiği kızı seviyor. Yani neticede din yada inanç bazen, bazı insanlar için bir kurtuluş olabiliyor.

- Filmleriniz sizi ve yaşamınızı nasıl etkiliyor?

- Kişisel olarak, filmlerimin benim karakterimi etkilediğini yada etkileyeceğini veya değiştireceğine inanmıyorum. Ama filmlerim benim sanatsal bakışımı, sinemacı ve yönetmen kişiliğimi etkileyebileceğine ve değiştirebileceğine inanıyorum. Kendinize güvendiğiniz zaman bu sizin için olumlu bir şey. Bu noktada kişinin kendisine güvenmesi çok önemli

- Oyuncuların seçimini nasıl yaptınız? Oyuncuları seçerken, filminiz başrol karakterlerinden Eyüp"ü oynayan Yavuz Bingöl"ü neden tercih ettiniz? Onun aynı zaman da ünlü bir ses sanatçısı olması onu seçmenizde etkili oldu mu?

- Oyuncuları seçerken tabi ki birçok deneme yaptık. Ve onu 50 adayın arasında seçtik. Ben, Yavuz Bingöl"e karar verdiğimizde gerçekten onun bu kadar da, ünlü olduğunu bilmiyordum. Elbette onun bir ses sanatçısı olduğunu biliyordum. Ama gerçekten bu kadar ünlü olduğunu bilmiyordum. Onunla deneme çekimleri yaptığımızda bu karakter için en iyi oyuncunun o olduğunu gördük ve ona karar kıldık.

YILMAZ GÜNEY"İN “BABA”SI SEVDİĞİ BİR FİLM

- Filminiz başında Yılmaz Güney"in "Baba" filmini hatırlatan sahneler var. Hikayenin başı bize hemen Yılmaz Güney"den sonra bir kez daha çekilen İbrahim Tatlıses"in de oynadığı bu filmin hikayesini hatırlatıyor? Bu bir tesadüf mü, yoksa bilinçli bir tercih mi?

- Bu tamamen bir tesadüf. “Baba” filmini biliyorum. Ve bu sevdiğim bir film. Dediğiniz diğer filmi görmedim, bilmiyorum. Ben bu filmi bitirdikten sonra hikayenin başının Yılmaz Güney"in “Baba” filmi ile benzerlik taşıdığını fark ettim. Ancak “Baba” filminin hikayesi cezaevindeki babayı takip ederek, devam ediyor. Bizim film ise daha çok aile içinde kalıyor ve hikayemiz çok farklı.

- Diğer filmlerinizde olduğu gibi bu filmde de, çok etkileyici İstanbul görüntüleri var. Bu görüntüleri yakalamak için uzun süren bir hazırlık dönemi mi gerekiyor yoksa bu konuda uzman olmak mı gerekiyor?

- Tabii ki hazırlık önemli. Hazırlanmak doğru zamanı yakalamak gerekiyor. Ama bu konularda çok iyi bir bilgiye sahip olmak da lazım. Ne istediğinizi, neyi nasıl çekmek istediğinizi bilmeniz, bu bilgiye ve donanıma da sahip olmanız gerekiyor. Bu çok önemli.

- Filmde duygular oldukça yoğun. Filmin bitimine kadar olabildikçe duygusal bir atmosfer hakim…

- Her şeyden önce ben çekimlerde duyguya çok önem veriyorum. Duygu benim için çok önemli. Bir filmde duygu öğesi ağır basmıyorsa bana göre o film de eksiklikler var. Onun için bu tür şeylere önem veriyorum. Ve titizlikle üzerinde duruyorum.

- Çekimlerde HD formatı kullanmanızın sebebi ne?

- Ben çalışırken her şeyi kontrol etmek istiyorum. HD bana bu imkanı sunuyor. Diğer yandan imajla, görüntüyle çalışırken çok zaman kaybediyorsunuz. HD bize zaman kazandırma olanağı da sunuyor. Ve bu çekimlerin üzerinde istediğiniz şekilde oynayabiliyor değişik şeyler yaratabiliyorsunuz. Dolayısıyla bununla çalışmak çok kolay ve pratik olduğu için bunu tercih ediyorum.

Nuri Bilge Ceylan Kimdir?

1959 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Nuri Bilge Ceylan, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi"nde sinema yüksek lisansı yaptı. Yaptığı dört filmin de yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlenen Ceylan, sinemaya ''Koza" adlı kısa filmiyle adımını attı. Ardından 1997'de "Kasaba" filmini, 1999 yılında da, "Mayıs Sıkıntısı"nı çekti. 56. Cannes Film Festivali"nde yarışan ve favori filmler arasında gösterilen Nuri Bilge Ceylan"ın 2002 yapımlı dram filmi “Uzak”, Altın Palmiye"den sonra festivalin ikinci önemli ödülü olan "Büyük Jüri Ödülü"nü ("Grand Prix") aldı. Uzak aynı zamanda 39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü aldı. Nuri Bilge Ceylan"nın şimdiye kadar çektiği filmler: Koza:1995, Kasaba:1997, Mayıs Sıkıntısı:1999, Uzak:2002, İklimler:2006, Üç Muymun 2008.
ANF/ MURAT AKTAŞ/ALİ GÜLER

                                                                                                                                               Alıntı
                                                                                                                                               
                                                                                                                                                                                                                                                                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın