PRENSESLERLE YEMEK YEDİM, SOKAKTAKİ İNSANLARLA UYUDUM
Hem Türk hem de İtalyan vatandaşı... Filmlerle Avrupa'nın en önemlileri arasında gösteriliyor.
Son filmi Saturno Contro yakında gösterime girecek olan Ferzan Özpetek "40 yaşından sonra yolun yarısını geçtiğinizi anlıyorsunuz ve artık dostlarınız çok önemli hale geliyor" diyor. Roma ve İstanbul arasındaki hayatını ise "Çok kültürlü olunca kafandaki açılar değişiyor. Bir yere ait olup aslında her yere ait olmak çok güzel" sözleriyle anlatıyor.
Ferzan Özpetek 3 Şubat 1959'da İstanbul Kalamış'ta doğdu. Çocukluğunu ıhlamur ağaçları olan bir bahçede geçirdi. Yaşadığı mahallede hem kilise hem de cami vardı. Muslukçuları Ermeni, komşuları Rum ve Müslümandı. Yani çok kültürlülüğe çocukken alıştı. Daha 7 yaşına girmemişti ama sinemanın ne olduğunu merak ediyordu. Israrlarına dayanamayan anneannesi sonunda onu sinemaya götürdü. İzlediği filmin adı Kleopatra'ydı. Anneannesinin sırtında uyuyakalmış eve dönerken rüyasında filmin karelerini görüyordu. Ardından ilkokula başladı. Öylesine yaramazdı ki öğretmeni Melahat Hanım okuldan alınmasını istedi. Ferzan okulunu değiştirdi. Ancak Melahat öğretmeni acı bir sürpriz bekliyordu. Tayini çıkacak ve Ferzan'ın naklolduğu okula gidecekti. Üstelik Ferzan'ın sınıfına öğretmen olarak atanmıştı. Ferzan Özpetek için yine bir ayrılış söz konusuydu. Küçücük çocuktu ama üçüncü okuluna kayıt ettirildi. Aradan 3 ay geçmesine rağmen bu kez kimse annesi Nesrin Özpetek'i çağırmıyordu. Ta ki Ankara'dan bir heyet okula gelene kadar... O gün okuldan telefon geldi ve Nesrin Hanım yüreği ağzında müdürün odasına girdi. "Ferzan yine yaramazlık yaptı, değil mi?" diye sorduğunda müdür bambaşka bir cevap verdi. "Hayır. Ankara'dan gelen heyet öğrencilerin zekasını ölçtü ve sizin oğlunuz üstün zekalı çıktı" dedi. Duyduklarına inanamadı ve şımarmasın diye bu gerçeği Ferzan'dan yıllarca gizledi. Ferzan Özpetek, 14 yaşına geldiğinde annesi ve babası boşandı. Ama aynı evde yaşamaya devam ettiler. Özpetek'e ayrılığı ve kopamamayı öğreten de işte bu evdi.
GAZETECİ TAKLİDİ YAPTI
Ferzan Özpetek, 17 yaşına geldiğinde babasına "Üniversite okumayacağım. İtalya'ya gidip sinema eğitimi alacağım" dedi. Önce Perigua'da Yabancılar Üniversitesi'de İtalyanca, ardında da Roma'da La Spaienza Üniversitesi'nde sinema tarihi, Accademia Navano ve d'Arte Drammatica'da sanat tarihi ve kostüm eğitimi aldı. Eğitim tamamlanmıştı ama bir eksik Ferzan'ı rahatsız ediyordu. Bir an önce sektöre girmek ve pratik yapmak istiyordu. Ama nasıl? Aklına bir fikir geldi. İtalyan yönetmenleri arayacak, gazeteci olduğunu ve röportaj yapmak istediğini söylecekti. Böylelikle hem onlarla tanışacak hem de röportajın sonunda "Asistanınız olabilir miyim?" diye sorabilecekti. Bir kaç röportajda istediği cevabı alamadı ama bir gün Julien Beck ona "Evet" dedi. Bu cevapla birlikte Ferzan Özpetek'in sinema serüveni başladı. 1996 yılında ilk filmi Hamam'ı, ardından Harem Suare, Cahil Periler, Karşı Pencere, Kutsal Yürek ve Mart ayında vizyona girecek Saturno Contro (Satürn Ters Açıda) filmlerini yaptı. Birçok büyük ödül aldı. O artık yalnızca Avrupa ve Türkiye'nin değil, dünyanın önde gelen yönetmenlerinden biriydi.
Hiç kuşku yok ki geriye dönüp baktığında Ferzan Özpetek'in 6.5 yaşında izlediği ilk film Kleopatra'nın onun hayal dünyasını genişletip bir gün dünyanın en ünlü yönetmenleri listesine sokacağını kendisi bile tahmin edemezdi. Bayram tatili için İstanbul'a gelen Ferzan Özpetek PazarVatan'a kendi hikayesini anlattı.
Çocukken evden kaçıp birilerinin sizi bulmasını beklermişsiniz...
"Ben gidiyorum" diye mektup yazıp saklanırdım. Saatlerce beklerdim. Ama kimse beni aramazdı. Sonunda kendim çıkardım ortaya.
Genelde nerelere saklanıyordunuz?
Aslında herkesin çok rahat bulacağı yerlere. Çoğunlukla yatağın altına. Bir defasında saatlerce yatağın altında bekledim. Hatta kedinin biri gelip yanımda doğurdu. İnanılmaz bir olaydı.
Neden saklanıyordunuz?
Bilmem. Ama hâlâ saklanıyorum. Aslında bütün filmlerimin gizli başrol oyuncusu benim.
Kardeşleriniz mühendis olduğu için babanız önceleri sizin işinizi önemsememiş...
Onları mühendisler diye tanıtıyordu. Bana gelince "Soytarı İtalya'ya gitti" diyordu. Ama bir gün ona "Senin soyadın Özpetek. Ferzan Özpetek'in neyi oluyorsun" diye sormuşlar. O da "Babası" demiş. Ondan sonra beni ciddiye aldı.
17 yaşında İtalya'ya gidip buralara gelmek konusundaki boşlukları dolduralım. Kendini dünyaya tanıtmak için ne yapmak gerekiyor?
15 yıl yönetmen asistanlığı ve yardımcılığı yaptım. Eğer Türk'sen ve İtalya gibi sinema alemi kapalı bir ülkedeysen başarılı olman için çok çalışman gerekiyor. Orada aranılan, iyi para ödenilen bir yönetmen yardımcısı haline gelirsen işin kolaylaşıyor. Ben çalıştığım ilk filmde yönetmenin sorabileceği her şeye hazırlanıp gidiyordum. Alternatif mekan önerileri sunardım. Çünkü kendimi gösteriyordum. İlk filmim Hamam'ı çekerken kamera bozuldu, film bitti, ışık seti arızalandı. Herkes çok paniğe kapıldı ama ben duruma çok hakimdim. Çünkü bunlara alışıktım. Ama o gün "İyi ki 15 yıl yönetmen yardımcısı olmuşum" dedim. Yoksa mahvolurdum.
BAŞARIM YÜZDE 60 ŞANS
Yani başarı için sürünmek lazım...
Kesinlikle. Asistanlığımdan önce babamla kavga ettik ve bana yolladığı aylığı kesti. Bulaşıkçılık yaptım. Ansiklopedi sattım. Garsonluk yaptım. Bir dönem parasız yaşadım. Yönetmen yardımcısıyken de herkes tatil yaparken ben hafta sonları senaryo yazdım. Bence zaten yüzde 40 yetenek, yüzde 60 şans benim başarım.
Şansa bu kadar yüzde vermek kendinize haksızlık değil mi?
Film çekimi sırasında 18 saat ayakta duruyorum. Hep çalışkanımdır. Ama bunu yetenek olarak görmüyorum. Şans ki o filmi çekiyorum.
Nelerden besleniyorsunuz?
Yaratıcılığı kamçılayan bir şey var. Ben bu yaşımda çok mutluyum ve hayat ne güzel diyorum. Ama neşemin içinde bir melankoli var. Hayatın bana verdiği acılar ve hüzün var. Çok tuhaf bir duygu bu. Ama beni besliyor. O olmazsa ben zaten bu filmleri yapamam.
Acı mı besliyor sizi yani?
Kesinlikle. Mesela çok sevdiğin bir insanı kaybetmek zor bir şey ama bunun yanında beni çok düşündürüyor.
Son filminizde 40 yaşlarında artık aşık olmadıkları halde birbirinden kopamayan çiftleri anlatıyorsunuz. Bu ailenizin hikayesi mi?
Saturno Contro için çıkış noktam tamamen kendi hayatımla ilgili. Çünkü benim hayatıma giren biri kolay kolay çıkamaz. Aşk çok önemli bir şey ama ondan daha önemlisi dostluk. Param var, kariyerimin zirvesindeyim ve şöhretliyim. Ama dostlarım olmazsa ben bir hiçim. İtalya'da yönetmen ve oyuncu bir arkadaşım var. Geçenlerde şarhoşken evinin merdivenlerinden düşmüş ve 14 saat sonra hizmetçisi bulmuş. Orada bu adamı bulacak kimsenin olmaması beni çok düşündürdü.
KENDİME YENİ AKRABALAR SEÇTİM
Siz buna dayanamazsınız değil mi?
Hayatımda en çok korktuğum şeylerden biri... Başıma bir şey gelse 10 dakika sonra dostlarım orada olur. Onların olması bana güven ve kuvvet veriyor. Bugün artık kimse ailesini yanında istemiyor. Ama benim dostlarımla kurduğum ilişki 50 yıl önceki aile ilişkilerine benziyor. Oturduğum apartmanda hep arkadaşlarım otursun istiyorum ve onlar oturuyor. Sanki bir konakta yaşıyor gibiyiz. Genelde beraber yemek yiyoruz. Hepimiz farklı meslek gruplarındanız. Akrabalarını seçemezsin. Halbuki benim yeni akrabalarım kendi seçtiğim insanlar.
Yalnızlıktan çok mu korkuyorsunuz?
Kalabalıkların arasında yaşasam bile insanın kendine özgü bir yalnızlığı, melankolisi var. Mutlaka belirli bir zamanda yalnız kalabilirim ama en azından avunacak bir şey var elimde. Son 6 yılımı harika dostlarla geçirdim. Bu günler yanıma kâr diyeceğim.
PROFESYONEL OLAMIYORUM
"40 yaş hayata yeniden başlamaktır" diyorsunuz. 40 yaş nasıl değiştiriyor insanı?
Değerlerin çok değişiyor ve geriye çok fazla zaman kalmadığını anlıyorsun. Eskiden 60 yaş bana çok yaşlı gelirdi. Ama artık gelmiyor. Çok değişik, hoş bir çocukluğum, ağırlıkları ve acıları olan bir gençliğim oldu. 17 yaşında bir çocuktum ve İtalya'da yaşıyordum. Prenseslerle yemek yiyip sokaktaki insanlarla uyuduğum oldu. Çünkü dostluklarım her şeye açık. Bu nedenle çok mutluyum. 40 yaş bunları düşündürüyor işte insana.
Peki bu filmler böylesine yoğun bir duygusallıkla nasıl yapılıyor?
Ben bir profesyonel değilim. Amatör kaldım. Mesela film çekimleri sırasında filmin başrol oyuncusunun iki defa üstüste telefonu çaldı. Ben de şakasına "Aa kim bu?" dedim. Bana ters ters baktı. 3-4 gün sonra bir sahne çekecektik. "Sana kırgınım. Bu sahneyi sonra çekelim. Profesyonelce davranamıyorum" dedim. Herkes gülmeye başladı ve "İyi ki amatörsün" dedi. Mesela sette bir sahne çekiyorduk ve o kadar çok ağladık ki sadece 3 tekrar yapabildik, sonra durmak zorunda kaldık.
SERRA'NIN ÖPÜŞMESİ BİTMEDİ
Sizin setleriniz çok eğlenceliymiş...
Cahil Periler'in setinde sabahtan akşama kadar güldük, yemekler yedik, şakalaştık, aşklar yaşandı. Harika bir setti.
Saturno Contro seti de öyleymiş. Tüyoyu Serra Yılmaz'dan aldım...
Serra Hanım maşallah çok ayartıyordu herkesi. Serra'nın bir öpüşme sahnesi vardı. "Stop" diyorum halen devam ediyor. Serra "Yeter" diyorum. Hiç dinlemiyor. Meğer çocuk çok hoşuna gitmiş. Ama bu sahne filmde yok.
Gözünüzü kapatın ve ilk sinemaya gittiğiniz günü hatırlayın. Bugün ne hissettiriyor?
Bir böcek uçuyor ama bilime göre o böceğin ağırlığına ve kanatlarının büyüklüğüne göre uçması imkansız. Ama o böcek uçuyor çünkü uçamayacağını bilmiyor. Bugüne kadar ben de öyle uçtum. Ama şimdi uçamayacağımı bilerek uçuyorum. Aradaki fark bu...
CEM YILMAZ'A BAYILIYORUM
Oyuncularınızı nasıl seçiyorsunuz?
Hayatımda deneme filmi çekmedim. İçgüdüyle hareket ediyorum. Son filmimde İtalya'nın starları çok küçük rollere sahip. Ben onlara teklif götürdüm. Normalde bu kadar küçük bir rolü kabul etmezler ama "Ferzan sen iste" dediler. Çünkü benimle çalışan oyuncular İtalya'da ödülleri silip süpürüyor.
Türkiye'de film çekecek misiniz?
Harem Suare filminde Yıldız Sarayı'nda çekim yaparken kovdular beni. Cahil Periler filmimi çekerken İtalya'da bir müzede çekim yapmak istedim. Yapımcılar izin almak için gittiklerinde "Burada kimseye film çekimi için izin vermiyoruz" dediler. Yapımcım "Ferzan buna çok üzülecek" dediğinde müdür, "Ferzan Özpetek mi? Onun için izin çıkarabilirim" demiş. Bunu duyduğumda çok ağladım. Film için New York Times bana röportaja geldiğinde müzede müdürle birlikte röportaj verdik. Böylece müzenin tanıtımı oldu. Türk bürokrasisine bunu anlatamadım. Bilinçaltımda Türkiye'de film çekmek zor fikri var. Ama bunu aşacağım. Çünkü çalışmak istediğim oyuncular var.
Kimler onlar?
Cem Yılmaz'a bayılıyorum. O benim favorim. Çok dahice olan yanları, üstün bir oyunculuğu ve inanılmaz bir komedyenliği, bunların yanı sıra zekasının verdiği bir melankolisi var. Cem'in bir yalnızlığı, izole hali çok şeyler çıkartabilecek bir oyuncu yapıyor onu. Şerif Sezer ve Derya Alabora gibi isimlerle de çalışmak isterim. Türkan Şoray zaten bir efsane.
SULTAN'IN GÖZLERİNİ KULLANDIM
Türkan Şoray'la çalışacak mısınız?
Türkan Şoray, Sultanım diyeceğim bir kişi benim için. Son filmimde de ona bir gönderme yaptım, gözlerini kullandım. Bakalım ne diyecek.
Türkler'e göre İtalyan, İtalyanlar'a göre Türk'sünüz. Sizin için bir aidiyet gerekli mi?
İnsanlar bir yere ait olmak istiyorlar ve sana bir etiket yapıştırıyorlar. Bense bunun tam tersi bir adamım. Ben tek sevdiği, tek annesi, tek ülkesi ve tek lisanı olanlara ne yazık diyorum. Çünkü benim için önemli olan çokluk. Çok kültürlü olunca kafandaki açılar değişik işliyor. Bir yere ait olup aslında her yere ait olmak çok güzel. O kadar şanslıyım ki, İstanbul gibi bir şehirde doğmuşum ve Roma gibi bir şehirde yaşıyorum. Ama sonuçta kendimi Akdenizli olarak görüyorum.
AVRUPA'NIN BİZE İHTİYACI VAR
İtalya'da Türk olmak nasıl?
60-70'li yıllarda Kalamış gibi bir yerde oturmak zaten sana çok kültürlülüğü getiriyor. İtalya'da bir yere cami yapılmasına karşı olan bir politikacı vardı. "Bizim halkımız camiye alışık değil" dedi. Ben de "Çok şanslıyım. Ayrıca sizden daha üstünüm. Çünkü hem camiye hem de kiliseye alışığım" dedim. Adam bana garip garip baktı. "Ben kilise çanlarıyla ve müezzinin sesiyle büyümüş bir insanım. Türkiye dinlerin birbirine karışmasına alışık bir ülke. Alışık olmayan sizsiniz. Türk halkı dinine düşkün insanlara başka bir dine mensup olsa bile çok saygı duyar" dedim. Ben böyle önyargılara çok kızıyorum. Ama "Türkiye'de bir papaz öldürüldü" dedikleri zaman utanıp sıkılıyorum.
Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası İtalya'dan nasıl gözüküyor?
Artık şunu kabul etmek lazım. Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı var. Ok yaydan fırlamış durumda ve geri dönmesi çok zor. İki tarafında birbirine karşı zorunlulukları var. Açıkçası Romanya, Bulgaristan Avrupa'ya giriyorsa Türkiye'nin girmemesi çok komik. Yüz bin kere üstün bir kültür ve bakışımız var. Küçük izole olmuş bir takım olaylar yüzünden Türkiye'yi batırmaya çalışıyorlar.
İtalyan basınıyla aranız nasıl?
Benim hakkımda çok iyi şeyler yazıyorlar. Ama saldıranlar olduğu zaman da anlıyorum ki çok meşhur olmuşum. Ama bu tip tepkilerin olması normal. Çünkü adamın biri Türkiye'den gelmiş İtalya'nın en iyi kazanan, en çok ödül toplayan, en iyi filmlerini yapan, filmleri çok iş yapan, herkesin bayıldığı bir herif olmuş çıkmış ortaya. Ben de olsam kendimi kıskanırım. Kızarım bir de... İtalyan da değil ama İtalya'nın önemli yönetmenlerinden birisi sayılıyor diye. Türkiye'ye geldiğim zaman "Bu İtalya'da yaşıyor bize ait değil. Gitsin İtalya'da film yapsın" diyorlar. Valla bunları umursamıyorum.
Bağış yaparlarsa reklam işlerine gidiyorum
Beni defilelere çağırıyorlar. "Bilmem ne modacısının tasarımlarını 3 yönetmene giydiriyorum, gel" diyorlar. İnanılmaz paralar teklif ediyorlar. Hep "Hayır" dedim. Son zamanlarda bir telefon firmasının kısa film yarışması yapılıyor. Bana da "Buraya gelip bu marka telefonlardan bahsedip seçtiğiniz filmi söyleyip gideceksiniz" diyorlar. Karşılığında da çok büyük paralar ödüyorlar. Artık kabul ediyorum bu teklifleri. Ama bir şartla. İtalya'da sokakta yaşayanlara yemek veren bir kurum var. O kuruma "Verdiğiniz paranın şu kadar fazlasını yatırırsanız geleceğim" diyorum. O zaman o tip işlere yönetmen Ferzan değil de, başka biri gidiyormuş gibi hissediyorum. Bu amaç dışında asla işim hariç başka bir yerde görünmek istemiyorum. İtalya'nın en çok kazanan yönetmenlerinden biriyim ve benim için değer ölçümü bana verdikleri para. Ama diğer yandan da beni ilgilendirmiyor. Çok tuhaf bir ilişkim var parayla. Ben genelde yardım ettiğim kişileri tanıdıklarım arasından seçiyorum.
Çocuklarımıza çok kötü bir dünya bırakıyoruz
Yeni doğan çocuklara çok kötü, iğrenç bir dünya bırakıyoruz. İnsanlar villa yaptıracaklar diye şehir, Boğaz bina yığını haline geldi. Yeğenlerim 20 yaşına geldikleri zaman belki beni ve ağabeyimi suçlayacaklar ve bize "Niye hiçbir şey yapmadınız doğanın bozulmaması için" diyecekler. Bize hesap soracaklar. İnsanlar sağ-sol, cinsellik, para bunlarla uğraşıyor ama bir yandan da dünya gidiyor. Bu çok çok ağır, acı ama kimse bir şey yapmıyor. Her gün ormanlar yanıyor, birileri gelip ağaçları kesiyor. Ama bir taraftan beni acı acı gülümseten bir şey var. Gaz, petrol, fiyatlar, dinler tartışılıyor. Ama o erken yıkılan Berlin Duvarı'ndan sonra bir sürü gözükmeyen, çok daha derin olan duvarlar çıktı dünyada. Bütün Avrupa'ya Amerika'ya diz çöktürtecek bir şey gelecek. Çin bütün dünyayı acayip şekilde kirletiyor. Bu benim bir yandan hoşuma gidiyor. Çünkü bu kadar aptal şeylerle vakit kaybeden insanlara bir intikammış gibi geliyor.
Yeni film Mart ayında vizyonda
Ferzan Özpetek yeni filmi Satorno Contro'da (Satürn Ters Açıda) insanların hayatla hesaplaşma vakti geldiği andaki ruh hallerini ele alıyor. 40'lı yaşlarında çiftlerin ayrılmazlığı, hiç bitmeyen birliktelikler ve birbirini hiç bırakamayan çiftleri anlatan film, İtalya'da Mart ayında vizyona giriyor. Türkiye'deki gösterim tarihi ise henüz belli değil. Filmde Pierfrancesco Favino, Margherita Buy, Stefano Accorsi, Isabella Ferrari, Luca Argentero, Ambra Angiolini, Ennio Fantastichini, Serra Yılmaz, Milena Yukotovic, Lunetta Savino, Luigi Diberti, Michelangelo Tomasso oynuyor.
kaynak: vatanim
Alıntıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın