18 Ekim 2011 Salı

HALİT REFİĞ İLE ÇOK ÖZEL


  
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Türk sinemasının en büyük yönetmenlerinden Halit Refiğ ile 2 sene önce yaptığımız çok özel röportajı sunuyoruz.
Halit Refiğ ile 3. Datça film festivali sırasında güzel bir sabah kahvaltısında buluşup kendisi ile Türk sineması hakkında konuşma şansı bulabildik.
 
Halit bey, 3. Datça film festivali hakkında ne düşüncelerinizi alabilirmiyim?
Gala gecesi, Datça Anfi tiyatrosunda 2500 kişinin toplandığını öğrendim. 2500 kişinin bir sinema yıldızına gösterdiği ilgi beni çok heyecanlandırdı. Bu sinemaya gösterilen bir sevgidir. Aynı zamanda bizim halkın sevme potansiyelinin ne denli yüksek olduğunu  ortaya çıkaran bir olgudur. Bu sevgi bence çok önemlidir.

Yeni dönem Türk yönetmenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şunu ifade etmek isterim. Ben bu meslekle ilgilendiğimden ve bu mesleğe girdiğim günden beri beni hep şu konu ilgilendirdi. Sinema toplumsal bir sanattır. Sinemanın oluşumunu çok büyük ölçüde içinden çıktığı toplum belirler. Bir sinemacı, çok büyük ölçüde toplumunun ortak değerlerini sezebildiği ve seyircisi ile bu ortak noktada buluşabildiği ölçüde başarılıdır. Bir başka gerçekte toplumların, Türk toplumunun bir değişim sürecinde olduğudur. Dolayısı ile bir dönem için ortak toplumsal değerlerin başka bir dönemde başka ortak toplumsal değerler haline gelir. Toplumun kendisinin iş yaptığı dönemdeki toplumsal değerleri ne ölçüde anladığı ve sezebildiği ve o istikamette iletişim kurduğu meselesidir.

Bu genellemeler açısından geçmişe bakarsak Türk sinemasın altın cağı olan 60’lı yıllarda ki başarısının sebebi, sinemanın toplumun temel ortak değerlerini kavramış olmasıdır. Mesela aşk, namus, töre, aile  gibi değerler. 40 yıl içinde Türk toplumundan çok büyük değişim yaşadı. 40 yıl önceki toplum ile bugünkü farklıdır. 40 yıl önce tarım toplumu iken bugün sanayi toplumuna geçiş sürecindeyiz. Bu geçiş sürecinden toplumun ortak değerleri de değişmeye başladı. Günümüz genç sinemacıları, toplumsal özellikleri sezme ve hissetmede aynı başarıyı gösteremedi. Başarıyı gösterenler bugünün sinemacıları, toplumunun oluşum sürecini bugünkü ortak değer yargılarını sezip o istikamette film yaptılar.

Bugün dünyada kendi ülkesinde ABD sinemasından daha çok seyirci toplayan yegâne sinema Türk ve Hint sinemasıdır. En çok hâsılat yapan filmler sıralamasının en tepesinde hep Türk filmi var. Bu filmlerin sinematik değerlinin tartışılması ayrıdır. Temel kıstas toplumla ilişkidir. İşin estetiği de hiç kuşkusuz önemlidir ama benim kıstasım toplumla kurulan iletişimdir. Netice itibari ile bunu başarmış olan sinemacıları görüyoruz.

Halit bey, 50’li yıllarda yıldız dönemine girdik. 60’lı yıllar altın çağ idi. 70 ler ise buhran yılı oldu. Sonra duraklama ve eşkıya ile büyük çıkış. Türk sinemasının son 50 yılda yaşadığı bu çalkantılı dönemi yaşayanlardan bir olarak nasıl değelendiriyorsunuz?

50 li yıllara kadar sinemamız gelişemedi. Baktığımız zaman 50’li yıllara kadar elektrik sadece büyük kentlerde idi. Yurdun büyük kısmında elektrik yoktu. Malumdur ki elektrik olmadan sinema olmaz. 50 li yıllarda Türkiye’de tarımda kalkınma açısından bir hareket başladı. Tarımda birinci şart nedir? sulama. Sulama için şart nedir? baraj. Barajlarda elektrik elde ediliyor. Dolayısı ile 50’li yıllarda Türkiye’de yurt çapında elektriklenme yarışı başladı. Ortaya şu sonuç çıktı. Türkiye’de hangi yerleşim birimine elektrik girdi ise oraya sinema geldi. Nerede sinema açıldı ise en derme çatma Türk filmleri bile en gösterişli Amerikan filmlerine tercih edildi. Dolayısı ile elektriklenme ile birlikle sinemanın artışı, sinemanın artışı ile seyircinin artışı, seyircilerden gelen talepler Türkiye’de film sayısının artışına yol açtı. 40’lı yılların sonunda yılda ortalama 10 film yapılırken, 50’ler sonunda bu rakam 50*60 ‘a kadar çıktı. Bu artışın en büyük sebebi seyircinin Türk filmini talep etmesi idi.

60’ların başında sinemada tam bir sistem oturmuştu. Nedir sistem? Film yapımındaki sermaye gücü talebi karşılayacak güçte değildir henüz. Varolan sinema sermaye gücü 25 film yapmaya gücü yetiyorken, film talebi çok fazla idi.. Sermaye yok ama 200-300 film çekilmeye başlandı. Dünya tarihinde olmayan bir sistem oluşuyor. Bono sistemi. Sermaye yok. Filmi meydana getirenlere hemen herkese günlük harcamaların dışında bütün harcamalar film gösterime hazır hale geldikten 3-9 ay sonra verilmek üzere bonolar verilirdi. Bu Türkiye’ye ait Dünya sinema tarihinde benzeri olmayan bir şey. O dönemler Bono’lara güvenilirdi çünkü henüz TRT ile bir rekabet başlamamıştı ve sinema halk kesimi için en ucuz temaşa alanı idi.

70’li yıllardan itibaren önce TRT’nin ortaya çıkması sinema sektörünü sarstı. İlk zamanlar renkli film çekerek veya farklı türde filmler çekerek rekabet edebiliyorlardı. Bu arada Nüfus artışı ve göçlerle oluşan gecekondulaşma, farklı bir seyirci potansiyeli oluşturdu. Ve bu seyirciye yönelik filmler çekilmeye başlandı.

80’li yıllara gelindiğinde sinema sistemi bir sarsıntı geçirdi ama yıkılmadı. Yeşilçam dış pazarlara açılmış. Hülya Koçyiğit yolu ile Yunanistan, Cüneyt Arkın yolu ile İran, Emel sayın yolu ile Arap ülkelerinde girdik.

90’lı yıllarda ie kökten değişim başlamıştı. Özel Tv’ler ortaya çıktı. Star tv  korsan yayın ile hayatımıza girdi. Uydu ile yapılan Star Tv’nin hiçbir kanuni sorun ile karşılaşmaması diğer yayın kuruluşlarını harekete geçirdi. Show, Tgrt, Hbb gibi kuruluşlar bir anda türemeye başladı. Kısa zamanda bir birleri ile rekabete girişen bu kanallar bir şeyi fark ettiler. Eski Türk filmleri inanılmaz bir reyting alıyordu. Ve böylelikle eski filmleri toplamaya ve yayınlamaya başladılar. Bu yarış halkı tamamen sinemadan kopardı. Türkiye’ deki sinemalar 90 yılında 3000 iken, 1995 e gelindiğinde 300’lerin altına indi. Özel yayıncılık ile sinema seyircisi evine kapanınca sinema salonları kapandı ve işyerleri haline geldi. 95’li yıllarda itibaren Televizyonlar kendi filmlerini yapmaya başladılar. En iyi örnek Yavuz Turgul. Hem Televizyon geçmişi hem de nostaljik Türk sineması geçmişi olan Turgul, Bu 2 konsepti birleştirip Eşkıya filmini ortaya çıkardı. Böylece yeni bir dönemi başlattı. Artık  piyasada yeni bir yönetmen türedi. Yeni ortamda her kişi kendi becerisi sinema yapmaya başladı. Sermayesini kendisi buluyor, ekibini kendi kuruyor, kendi pazarlamasını kendi yapıyordu. Durum tamamen bireysel başarılar haline dönüştü. Eski ekip çalışması yerine bireysel çaba ve başarı ön plana çıktı. 300’lü rakamlarda film çekilmedi bir daha ancak yinede bu şekilde yapılan filmler seyirciden büyük ilgi görmesi ve yılda 30-40  film çekilir hale geldi. Bu noktada sözü tekrar aşa getiriyorum sinema toplum ilişkisi. Sinemanın oluşumun birinci derecede etkileyen toplumsal özellikler çerçevesinde filmler yapılıyor. Bugünkü toplum yapımız eskisinden farklı olduğu için bugüne has filmler üretilmektedir.

Yeşilçam sinemasının asıl sırrı nedir?
Türk insanının milyonlarca dolara mal olan Hollywood filmlerinin yerine çok zor şartlar altında çekilen Türk filmlerini beğenip ona rağbet etmesinin altına yatan sebep şu idi.Amerikan filmleri her zaman bireysel mutluluğun peşinde idi. Adam bir şekilde para kazanıyor ve ve en güzel hayatı yaşıyor. Bizim filmlerde ise bireyin birden zengin olması ve şımarması onun toplumdan uzaklaştırılması anlamına geliyor. Birey ailesinden ve cemaatten kopuyor. Türk insanı gerçek hayatta bu değerleri yaşatma mücadelesi verdiği için, bu ‘Yeşilçam’ filmlerini seviyor; onlardaki kahramanlarla özdeşleşiyor. Anladım ki bizim toplumumuz Batı toplumundan temelden farklıdır.”

Devletin Kültür, sanat ve sinemaya bakış açısından bahsedermisiniz?

Türkiye’de devlet sanat ve kültür konusunda yapması gerekeni yapmıyor. Hiçbir iş yapmıyorlar demiyorum. Fakat katiyen benim şahsi görüşüme göre TC devleti, kültür alanında yapması gerekeni yapmıyor. Devletin kültür konusunda piyasa şartlarından farklı düşünmesi gerekiyor. Siz serbest ekonomiyi örnek gösterip karışmamak gerektiğini öne sürebilirsiniz. Ancak  devletin piyasa’nın ötesinde toplumun uzun vadede güvenliğini, esenliğini, dirliğini, düzenini sağlayacak tedbirler alması gerekir. Maalesef Türkiye’deki demokrasi anlayışı devletin asli görevlerini unutur hale gelmesine sebep oldu. Meselelere bir tarafa bırakıp gündelik piyasa şartlarına göre hareket etmesi devlet ve sinema açısından acıklı bir durumdur.

 
Gelelim son soruya. Hep merak ettiğim bir konudur. Cüneyt Arkın ile nasıl karşılaştınız, ilk tepkiniz ne idi. 2 sene sonra tekrar karşılaştığınızda neler oldu? Bize anlatırmısınız?
1963 yılında Eskişehir 1.Hava üssünde “Şafak bekçileri” filmini çekerken, filmde yan rollerde, bir gerçeklik duygusu uyandırmak için gerçek hava subaylarını oynatmak istedim. Bu durumda hava subayları kim olabilir diye etrafıma bakındım. Adı Fahrettin Cüreklibatur olan genç subay dikkatimi çekti. Kendisi aslen doktor olup yedek subaylığını teğmen olarak yapmaktadır. Çok gösterişli bir fiziği vardı. Kendisine durumu açtım ve olumlu cevap verdi.  Ama tam çekimlerin başlayacağı gün ani bir görevle garnizon dışına çıktı. Bu sefer yerine başka bir subayı, yüzbaşı Ozan Polat’ı  oynatmak durumda kaldım. Fahrettin’e herhangi bir kart veya adres vermedim. Neyse efendim film süreci bitti, vizyona girdi derken “Gurbet kuşları”nın hazırlık sürecine başladım. O sıralar Şişli’de oturuyorum.  Bir gün kapım çalındı. Sivil kıyafetlerle bir baktım Fahrettin Cüreklibatur. İlk önce tanımakta zorlandım kendisini. Şaşkınlığımı üzerimden attım.  Bana “ O zamanlar bana bir teklifte bulundunuz ve ben görevim itibarı ile oynayamamıştım. Ben şimdi terhis oldum ve talebinizi karşılayabilirim” dedi. “Aman kardeşim bakın siz doktorsunuz çok değerli bir mesleğiniz var, sinema şok güvenilir bir alan değildir” dedim. “Yok siz bana söz verdiniz bunu yerine getirmeniz gerekir” dedi. Böylece “Gurbet kuşları”nda büyük abi rolünü ona oynatmaya karar verdim. Cüneyt Arkın ismini Vecdi benderli dostumuz buldu. Cüneyt Gökçer’in cüneyti ile kitapçı Ramazan Arkın vardı, onun Arkın’ını aldık. Fahrettin Cürekli batur sinema için iyi bir isim değildi.
 İyiki de oynattınız ve Türk sinemasına dev bir sanatçı kazandırdınız.
Cüneyt Arkın’ın yakışıklığı bir tarafa, atletik kabiliyeti ve sürekli kendisini geliştirip yenilemesi bakımından gerek Türk, gerekse Dünya sinemasında eşine rastlanmayacak özelliklere sahip bir sanatçıdır.  Ne Hollywood ne Bollywood’da eşine bir daha rastlayamayız.

                                                                                                                                  Alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın