18 Ekim 2011 Salı

ÇAĞAN IRMAK İLE RÖPORTAJ



Gençler tutunma arayışı içinde
‘Mustafa Hakkında Herşey’ ile farklı bir yönetmen olduğunu kanıtlayan Çağan Irmak ‘Babam ve Oğlum’ ile çıtayı iyice yükseltti ve yönetmen olmak isteyen gençlerin rol modeli oldu. Yeni neslin ciddi bir tutunma arayışı içinde olduğunu söyleyen Irmak, “Modellere tutunmak iyi olabilir; ama aynı zamanda kafa karıştırıcıdır.” diyor.
Türk sinemasının genç yönetmenlerinden Çağan Irmak, önceki hafta hem Umut Ödülü'nü almak hem de son projesi "Kâbuslar Evi"nin galasını yapmak üzere Bursa'da, I. Uluslararası İpek Yolu Film Festivali'ndeydi. Irmak'ı bulmuşken gençlik ve sinema üzerine sohbet ettik. Meraklısı "Babam ve Oğlum"la bütün Türkiye'nin diline düşmeden önce de tanır onu. Hatta önceki filmi "Mustafa Hakkında Her Şey"i çok daha cesur bulabilir ki yönetmenin bir itirazı da yok buna. Daha da geriye gidilirse kısa filmleri çıkıyor karşımıza. Şu andaysa bir yandan "Kâbuslar Evi" adlı seri hikâyeleri yazmakla bir yandan da yeni filmi "Ulak"ın hazırlıklarını tamamlamakla meşgul. Ama kendisi genç ve enerjik bir insan olduğu için onca iş gücünün arasında bize de vakit ayırıp sorularımızı cevapladı. Buyurun, Çağan Irmak'tan gençlik ve sinema üzerine samimi fikirler…
Festivalde "Umut Ödülü" aldınız. Bu ödül hem genç biri olarak hem de genç Türk sineması adına sana ne hissettirdi?
Aslında veriliş gerekçesi biraz ürküttü. Çok iddialı; insan 'inşallah layık olabilirim' diye düşünüyor. Çünkü sürekliliği yok; yani 'kitleleri sinemaya çekmek' her zaman mümkün olmayabilir. Belki ileride daha kişisel filmler yaptığımda bunlar olmayacak mesela.
Bu önemli. Çünkü sen "Mustafa Hakkında Her Şey" gibi çok daha farklı ama "Babam ve Oğlum" kadar seyirci çekmeyen bir iş yaptın. Onda da kalite anlamında belli bir çıtayı tutturmuştun. Daha sonra "Babam ve Oğlum"la da seyirciyle ortak bir dilde buluşabileceğini gösterdin. Bundan sonra hangi yolu seçeceksin? Bu senin üzerinde bir baskı oluşturuyor mu?
Çıta meselesini son bir yıldır herkes söylüyor: Sen şimdi kendini geçmek zorundasın. Ben böyle düşünmüyorum. Biraz baskı oldu üzerimde ama hiçbir zaman hesaplı kitaplı iş yapmadım. Hesaplı kitaplı filmler yapsaydım hepsi gişe başarısı getirirdi. "Mustafa Hakkında Her Şey"i yaparken çok gişe yapmayacağının farkındaydım. Bundan sonra yapacaklarım hakkında ise şunu söyleyebilirim; büyük konuşmak gibi olmasın; ama televizyona bir daha iş yapmayı düşünmüyorum. Daha alternatif şeyler olabilir, bu "Kâbuslar Evi" gibi DVD işi olabilir mesela. Ya da yazabilirim belki; ama yönetmem.
Neden?
Genel bir kalitesizlik var çünkü.
Kaliteli işler üretip bunda bir değişiklik yapabileceğini düşünmüyor musun?
Yok düşünmüyorum valla! Televizyonların son iki yıldır hiç olmadığı kadar kirlendiğini ve kalitesizleştiğini düşünüyorum. Ben kendi adıma utanıyorum. Artık otokontrol olmalı yani bir misyonu olması lazım. Bana bugün hiçbir televizyon kanalının misyonu yokmuş gibi geliyor. Mesela "Çemberimde Gül Oya" bu sene girseydi asla tutmayacaktı.
İlk soruya dönelim. Ödül alırken "Seneye bu ödülü belki ben vereceğim, hatta belki o genç sinemacı şu an bu salondadır." dedin. Bundan az evvel de Bursalı lise öğrencisi bir genç kız heyecan içinde gelip seninle tanıştı. "Babam ve Oğlum"u gördükten sonra sinemacı olmaya karar verdiğini ve sinema atölyesine katıldığını anlattı. Aynı şekilde İstanbul'dan henüz üniversiteye başlamış bir delikanlı da senin için Bursa'ya, festivale gelmişti. Bunlar sana ne hissettiriyor?
Biraz korkutuyor açıkçası. Tabii ki birilerini sevmekle başlıyor, biz de birilerine hayran olduk; ama aslında biraz daha derin düşününce, son zamanlarda yeni neslin tutunmak için çok ciddi arayışta olduğunu görüyorsun. Birilerine tutunmak istiyorlar, sen de bunlardan biri olabiliyorsun. Bu bazen güzel evet ama aynı oranda, onların kendi yolunu bulması açısından kafa karıştırıcı olabilir mi, diye düşünüyorsun.
Hız ve rekabete dayalı bir çağdayız. Gençler de bundan nasipleniyor. Bunun sinema sektöründeki karşılığını nasıl görüyorsun?
Önümüzdeki yıllar onlar için bir anlamda çok kolay bir anlamda çok zor. Kolay; çünkü sektöre daha fazla film yapılacak ve insanlara daha fazla şans verilecek. Kötü tarafı ise o kadar çok kalitenin göz ardı edildiği işler yapılacak ki birilerinin çıkıp kendi yolunu bulması, mesela bir authour sinemacı olması giderek zorlaşacak. 80 tane dizi çekildiği için ekip ihtiyacı artıyor. Bu, yeni elemanların piyasaya girmesi gerektiğini gösteriyor. Ama yetişmek yerine çok hızlı bir şekilde gömlek atlıyor girenler. Dolayısıyla temelsiz bir büyüme bu, çok tehlikeli. Mesela dün işi sadece kostümleri düzenlemek olan sanat yönetmeni asistanı, bir gün sonra sanat yönetmeni oluyor! Tabii ki olacak, olmayacak değil; ama hiçbir şey öğrenmeden oraya geliyor. 3 yıl sonra olması gerekirken 15 gün sonra oluverince o setteki bütün iş aksıyor. Bunlar kademe kademe olsa böyle olmaz. Ya da madem ihtiyaç var; kurs falan açın bari!
Bir de akıllarda hep yönetmenlik var. Sinema-televizyon bölümlerinde de böyle.
Bir kere istediğimiz şeyin çok ciddi bir şekilde adını koymamız gerekiyor. 'Yönetmenlik de yaparım limon da satarım' diye bir düşünce olduğu zaman hiç yapma! Kendimize sorduğumuz soruların tam cevaplarını vermemiz lazım bu işle ilgili.
Özellikle kısa filmlerde bu daha belirgin sanırım. Pek çok kısa film dertten ziyade özenti eseri.
Kısa filmde çok ciddi sözler söylemek tehlikeli. Ortada bir kamera var, oyuncular var; bunlarla boğuşmayı becerebilecek miyiz? İlk etapta bunun derdi var zaten. Kısa filmlerde kısa kısa adımlar atmak daha mantıklı.
Sizi kısa adımlarınız bugüne nasıl getirdi?
Bana en çok yardım eden, kendi senaryolarımı yazıyor oluşum. O zaman reji asistanlığı yapıyordum. Kazandığım parayı biriktirdim, profesyonel oyunculara gittim. Asistanlık yaparken piyasayı, teknik ekipmanı tanıdım. Elinizde bir senaryo bir de kısa filminiz varsa daha kolay oluyor işler. Bu durumda şans verilmemesi için bir sebep yok. Eskiden projeleri yapımcıyla paylaşma noktasında korku vardı. Çalınır falan diye. Ama yapımcılar da artık iyi bir iş geliyorsa bir insandan, onun devamının da gelebileceğini biliyorlar. Diğer türlüsü altın yumurtlayan tavuğu kesmek gibi bir şey. Sektör de gençlere güvenmeyi öğrendi. Başarılı bir adamı saf dışı etmek yerine onu değerlendirmeyi öğrendiler. O yüzden genç arkadaşlara biraz daha serinkanlı, sakin olmalarını önereceğim; ben de yapamadım ama…
Peki sinema dışında nerelerden beslenmelerini tavsiye edersin?
Bir numaralı kaynak, edebiyat! Bununla birlikte özellikle sokak! Sokağa çıksınlar, zaten hayat seni her yönden besliyor.
ELİF TUNCA
Zaman Gazetesi                                                                            

                                                                                                                                            Alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın