14 Ocak 2013 Pazartesi

Necip Fazıl ve sinema


Hep böyle oluyor nedense. Nicedir bilinen, vaktiyle tartışıla tartışıla suyu çıkarılmış birtakım hakikatler, birilerinin keyfine göre ortaya atılıyor, başka birileri bundan yola çıkarak saçma sapan bir itibarsızlaştırma kampanyasına girişiyor. Merhum şair Necip Fazıl Kısakürek’in, Menderes döneminde örtülü ödenekten para aldığı haberiyle böyle bir süreç başlatıldı. İş kısa sürede, bir dergi sahibinin iktidardan para alması boyutundan çıkıp bambaşka bir haysiyet cellatlığına dönüştürülmeye çalışıldı.

Esas başka bir fırsatçılıktan duyduğum rahatsızlığı ifade etmek için bu girişi yaptım. Hazır mevzu açılmışken, her anlamda itibarsızlaştırmak için çırpınanların olduğunu görmek, muhatap olduğumuz kitlenin kalite kumaşının da göstergesi. Bu meseleler tartışılmaya başlanınca, kendilerine sinemacı diyebilen birtakım zevat, hadleri ve bilgileri olmadığı hâlde ortaya atılıp ‘Ne münasebet canım, zaten Necip Fazıl sinema konusunda da değersizdir’ anlamına gelen saçmalıklara imza attılar.

Elbette hakikat öyle değil. İyi bir okuma ve araştırma yapıldığında görülecektir ki Muhsin Ertuğrul döneminden beri Necip Fazıl, sinema alanında pek çok entelektüelden daha çok kafa patlatmış bir düşünürdür. Hikâyeleri filme alındığı gibi bizzat ‘Senaryo Romanlarım’ ismiyle kitabı var.

Necip Fazıl’ın kalemiyle verdiği mücadelenin serencamı izlendiğinde tiyatro ve sinemanın bu mücadelenin önemli bir ayağını teşkil ettiğini görmemek mümkün değildir. Genç bir şairken de, fikirleri olgunlaşıp topyekûn mücadeleye giriştiği dönemde bile, genel anlamıyla ‘sanat’ aklının ve kaleminin hep bir köşesinde olmuştur. Büyük Doğu Dergisi’nin 17 Eylül 1943 tarihli 1. sayısında “Beyaz Perde” ara başlığı ile yayımladığı bu yazısında merhum, sinema konusundaki görüşlerini şu şekilde özetler: “Sinema, fikir ve ruhun emrine geçtiği takdirde şüphesiz ki azametli bir imkan ve inşa planı... Fakat bugün bu planı dolduran cevher, bütün hüneri, körkütük nefsleri lif lif cezbetmekten ibaret bacak ve vücut hazretleridir. Gerisi, sadece bu (hüdayı nabit) kıymetin etrafında, bir yüzüğün anataşını halkalayan kırıntı mücevherler gibi bir şey...”

Dahası, Millî Sinema’nın öncüsü sayılan Yücel Çakmaklı, hemen her fırsatta sinema yapmakla ilgili şevk ve teşviki Necip Fazıl’ın yazılarından ve sohbetlerinden edindiğini açıkça ifade etmiştir. Keza Mesut Uçakan, merhum şairin fikir ve sanat anlayışıyla beslediği yönetmenlerden biri olmuştur.

Tiyatro ve sinema eserlerinde geleneksel Türk drama ve anlatısından çok kopuk gibi görünmemesine rağmen, Necip Fazıl’ın eserlerinde insanımızın yaşadığı kültürel kırılma ve bu kırılmanın yol açtığı yaralar vardır. Sahip olduğu yeni düşünceyi muazzam bir ustalıkla hikâyeye yıkmayı başaran Necip Fazıl metinlerinde kahramanların hepsi, hiçbir didaktik sakilliğe takılmadan bu krizin muvazenesini yapıp dururlar.

Geleneksel anlatıya bağlılık ve didaktizmden kaçış, paradigmaya getirdiği eleştirileri asla hafifletmez. Birçok edebi metinde sisteme doğrudan taarruz vardır, son derece belagatli bir şekilde yapar bunu üstelik. Tarkistan’da gösterdiği üst zekâ kıvraklığıyla hukukun mengenesinden ustalıkla kaçarken, Reis Bey’de insanın en derinlerine sağlam vuruşlar yapmayı başarır. Boş tek cümlecik bile yoktur Reis Bey’de.

Ele aldığı hikâyeler istenildiği kadar bildik ve tanıdık olsun, diyalog yazmadaki başarısı muazzamdır şairin. Filme aktarılan eserlerine bir göz atarsak.

Necip Fazıl Kısakürek’in sinemaya çekilen ilk hikâyesi Yangın Var’dır. Öykü, Yönetmenler Çağı’nın usta ismi Lütfi Ömer Akad tarafından senaryoya alınır ve filme çekilir. Ayhan Işık gibi bir yıldızın başrolünü oynadığı film, eski İstanbul’daki tulumbacılar ve kabadayıları konu etmektedir.

1968 yapımı bir Turgut Demirağ filmi olan Parmaksız Salih, üstadın ‘Namı diğer Parmaksız Salih’ isimli hikayesinden Bülent Oran tarafından yazılmış bir uyarlamadır. Ve isminden de anlaşılacağı gibi, bir kumarbazın öyküsüdür.

1970 yılında Yücel Çakmaklı bir Necip Fazıl hikâyesini filme almak ister. Gönlünde Tarkistan vardır ama eser sisteme öylesine ağır şekilde yüklenmektedir ki, film yapımcıları çekinirler. Nihayetinde 1972 yılında Deprem adlı hikâyesi Çile ismiyle Yücel Çakmaklı tarafından filme alınır. Başrollerde Türkan Şoray ve Ediz Hun vardır.

Çakmaklı, 1973’te, Sen Beni Ölümden Döndürdün isimli senaryosunu Zehra ismiyle sinemaya aktarır. Ediz Hun’a bu kez Hülya Koçyiğit eşlik eder. 1974 yapımı Diriliş’te ise bu kez Hülya Koçyiğit ile Murat Soydan oynar. Aynı yıl, Oğlum Osman ise bizzat Necip Fazıl’a yazdırılır, Atilla Gökbörü’nün senaryoya yaptığı müdahaleler ile hikâye başka bir şeye dönüştüğü için ismi jenerikten çıkarılır.

En meşhur eserlerinden olan Bir Adam Yaratmak, 1977’de üç bölümlük dizi olarak Yücel Çakmaklı tarafından çekilir.

1988’de Mesut Uçakan filmografisinin belki de tepe noktası olan Reis Bey çekilir.

Reis Bey’den çokça esintiler taşıyan Mesut Uçakan’ın 1978 yapımı Lanet ve 1980 Rahmet ve Gazap’ı belki saymayabiliriz ama  1992 yılında İsmail Güneş, meşhur piyesi Siyah Pelerinli Adam gibi oldukça zor bir eseri başarıyla sinemaya aktarır.  Aynı Yıl Yücel Çakmaklı bir başka çok zor eser olan Mümin ve Kâfir’i çeker.

1994 yılında Mehmet Uyar’ın sıra dışı senaryosuyla çekilen Yarasa, Eflatun’un Mağara hikâyesi ve Kaldırımlar şiirinden yola çıkılarak yazılmıştır.

Açıkça görüldüğü gibi, sinema, çok az şair ve yazara nasip olacak derecede verimli bir kaynaktır Necip Fazıl Kısakürek için.

M. Nedim Hazar
n.hazar@zaman.com.tr
kaynak: aksiyon.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın