29 Mayıs 2012 Salı

Yeşilçam'ın hala yaşadığı stüdyo


Sinemaya makinistlikle adım atan, ses teknisyenliğinden patronluğa uzanan Yeni Lale Film'in sahibi Necip Sarıcı, Türkiye'deki en geniş Yeşilçam arşivine sahip kişi. Film afişlerinden kameralara kadar binlerce objeye ev sahipliği yapan İstanbul Şişli'deki stüdyosu bir müzeyi andırıyor. Sarıcı'nın zengin koleksiyonu yakında, Emek Sineması'nın yerine yapılacak kompleksin müze kısmına taşınacak.


Yeşilçam'ın herkesin çok çalıştığı, işlerin birbirini kovaladığı, dört günde bir filmin bitirildiği, oyuncuların aynı gün içinde dört-beş film setini gezdiği yılları... Bir filmin stüdyoda uzun süre kalması, üzerinde detaylı çalışılması akıllara bile gelmezdi. Vizyon haftası önceden belirlenen, 'adı var kendi yok' filmlerin vizyondan hemen önceki hafta çekilip bitirilmesi 'mucize' değildi. Hikaye ve kast hemen belirlenir, senaryo film zaten çekilmeye başlanmışken sette yazılır, müzikler aynı hızla tamamlanırdı. Örneğin Hulki Saner, çekimleri başlamış filmin senaryosunu yazarken diğer taraftan mırıldanarak filmin özgün müziğini çıkarırdı.

Filme son halini veren, onu izlenir kılansa; iş yükünün en ağır kısmını çeken stüdyolardı. Buna karşın örneğin bazen jenerikte stüdyo ismi bile geçmezdi. Zira jenerikteki her satır rejisöre kalmıştı ve onun gözünde bazen stüdyolar pek fazla anlam ifade etmiyordu...

Necip Sarıcı, vaktiyle bu stüdyolarda çalışmış, çıktığı basamakların ucu patronluğa uzanmış biri. Hafızası fazlasıyla kuvvetli olmasına rağmen ses, müzik ve efekt kayıtlarını yaptığı filmlerin sayısını kendisi de bilmiyor. Onlarca değil, yüzlerce değil, binlerce film söz konusu ne de olsa...

İsmiyle ilk kez, yukarıdaki Yeşilçam yıllarını müzik kültürü dergisi Roll için Murat Meriç'e anlattığında karşılaşmıştım. Bir zamanların Yeşilçam filmlerine şarkılar okuyan Belkıs Özener, önceki yıl 'patlama' yaptığında, Sarıcı'nın adını da Özener'i keşfeden isim olarak duymuştuk.


KAPANDI AMA AÇIK!
Kendisi, bir zamanların popüler stüdyolarından Yeni Lale Film'in sahibi. Ticari faaliyetini durdurmasına karşın halen canlı tuttuğu bin metrekarelik stüdyosunda Yeşilçam'ın tarihiyle ilgili, zamanla biriktirdiği, Özener'in ses kayıtları gibi binlerce materyal bulunuyor. 65 bin fotoğraf negatifi, sanatla ve sinemayla ilgili 5 bine yakın kitap, 5 bin civarında orijinal Türk filmi afişi, 100 yıllık film kameraları, yüzlerce filmin negatif ve pozitifleri, ses kayıtları, taş plaklar, dublaj masaları, miksaj setleri...
Bugüne kadar müzeler, sergiler, akademisyenler için arşivini açan Sarıcı, hafta içinde bu kez bazı gazetecilere stüdyosunu gezdirdi. 'Yığınla' objenin arasında bir saat kadar süren turda, gördüğümüz her objenin hikayesini anlatması, hafızasının derinliği karşısında doğrusu şaşırdık. Kendisi her sabah Etiler'deki evinden kalkıp buraya geliyormuş.
Bir çalışanı var ve kendisiyle birlikte stüdyonun tüm bakımını üstleniyor. Burayı bırakıp tatile bile gidemediğini söylüyor.

Yakın çevresinden biriyle görüşmek istediğinde davet ettiği; içeriyi gezdirirken kim bilir kaçıncı kez ilginç anıları heyecanla anlattığı; Cüneyt Türel'in sesini, Ruhi Su'nun, Cahit Berkay'ın müzik kayıtlarını dinlettiği yer burası. Gelenlerin çoğuna göre stüdyo aslında bir müze. Bu 'müze meselesi' kendisi içinse bir tür hayal gibi. Uzunca zamandır aklından geçirdiğini, bazı kişilere buraya sahip çıkması için teklif götürdüğünü fakat olumlu yanıt alamadığını söylüyor.

Bugünlerde onu heyecanlandıran yeni bir durum ve bizi davet etmesinin vesilesi; beklentilerinin nihayet hayata geçecek olması. Bir süredir kamuoyunda çokça konuşulan haberi duymuşsunuzdur; Beyoğlu'ndaki tarihi Emek Sineması'nın yerine, içinde sinema salonu ve müze kısmı da bulunması planlanan bir kompleks inşa edilecek. İşte o söz konusu müzenin içeriği Sarıcı'nın arşivinden sağlanacak. Sarıcı, tam anlamıyla olmasa da uzun süredir aklını meşgul eden fikrinin hayata geçmesinden memnun. Tek çekincesi inşa edilecek kompleksteki müze bölümünün, bu işin hakkını verecek bir plana göre yapılıp yapılmayacağı...

YEDİ YIL, GÜNDE 18 SAAT ÇALIŞTI
Necip Sarıcı'nın, 1924'te kurulan Lale Film'e girişi 1957'ye denk geliyor. Öncesinde, henüz ilk gençliğini yaşarken, İzmir'deki ablasının yanına gidip yazlık sinemalarda çalışarak makinist ehliyeti alır. İstanbul'a döndüğünde teknik eleman olarak çalışmaya başladığı Lale Film'in başına 1979'da, sahipleri yaşlılıktan dolayı stüdyoyu satmak istediğinde patron sıfatıyla geçer. 2002'de ortakları ayrılınca ticari faaliyetini durdurup 'emekliye' ayrılır.

Sarıcı'nın hayatındaki bu fazlasıyla hızlandırılmış turun dikkat çekici yanı, patronluğa geçecek kadar parayı denkleştirmiş olması. Sarıcı, o yıllarda yalnızca yıldız oyuncuların büyük paralar kazanabildiğini söylüyor.
Kendi durumunuysa çok çalışmasıyla ve parasını biriktirmesiyle açıklıyor; 'Uzun bir süre günde 18 saat çalıştım. 1958'de ses odasındaydım, 1965'te Etiler'de daire aldım. Lale Film'de maaşım arttı, 400 lira oldu. Bir de müzik koymaya başladık. Yani dört filmden üçüne ben plak koyuyorum. Bir bahşişi vardı onun. 10 bin lira biriktirdim, bankada 40 bin lira oldu, 165 metrekare bir daire alabildim. Ekonomik ölçü olsun diye söylüyorum. Lale Film, İpek Film çok düzgün kurumlardı.'

TÜRK SİNEMASININ SES 'SKANDALLARI'
- 1960'larda bant dönemine geçildiğinde bant parasını yapımcı firma vermezdi, parayı denkleştirip biz alırdık. Denkleştiremediğimizde de eski bantların üzerine kayıt yapardık. Kaydın kalitesi de düşer, arşiv de yok olurdu. TRT'nin arşivi bundan çok zarar görmüştür. Ben o yıllarda da kendi elimdeki arşivi korumaya çalıştım, yoksa bugüne ulaşmazdı.


- 1950'de 'İstanbul'un Fethi' filmi için Nedim Otyam müzik yapmıştı. 1960'larda film tekrar gösterildi. Boyama yöntemiyle renklendirilmişti. Otyam'ın hazırladığı müzikler yerine de bir Hollywood filminin müzikleri döşenmişti. Otyam o güzel müziği kaybolduğu için çok üzülmüştü. Yıllar sonra o müzik bantlarını çöpte bulduk. Filmin de müziklerin de bantları hala bendedir.

- Yeşilçam'da önce Arap filmlerinin sonra Hollywood filmlerinin etkisi arttı. Filmler bire bir kopyalanıyordu. En çok çektiğimiz film 'Love Story'ydi. Filmlerde mutlaka dansöz bulunurdu. Ticari başarı için önemliydi. O dönemde sansür vardı ama bacağının görünmesi, biraz erotizm makbuldü. Ne yapıp edip gösterilirdi.

- Ses teknisyenliği zor bir işti. Bazı yönetmenler müdahale ederdi montaja. Atıf Yımaz çok rahattı, işi bize bırakırdı. 'Kambur' filmine, Costa Gavras'ın 'Z' filmi için Mikis Theodorakis'in yaptığı müziği döşemiştik. Film vizyona çıkarken 'Müzik: Mikis Theodorakis' yazıyordu. Telif hakları denen şey o zamanlarda yoktu tabii.

- Bir besteci bin filme müzik yapmışsa ses teknisyeni 5 bin filme müzik yapmıştır mesela. Aynı plaktaki şarkılar başka stüdyolardaki başka filmlere döşenirdi. Yılmaz Güney'in 'Acı' filminin müziği böyledir mesela. Sürekli çanlara ateş eden kör birini canlandırıyordu Güney. Elimizdeki bazı plaklardan müzikleri döşerken çan sesleri çıkarması için bir bateristi çağırmıştık. Öyle yaptık müziği. Üstüne de besteci Metin Bükey'in adını yazdık. O müzikler Antalya'da Altın Portakal kazandı. Sonra Bükey o ödülü almak istemedi; sanatsal müzik bestecisi olarak görülürse piyasada fiyatının azalacağını düşünüyordu.

- Filmlerde dublajı ve şarkıları ayrı kişiler seslendirirdi. Mesela Türkan Şoray'ın konuşmalarını Nevin Akkaya, şarkılarını Belkıs Özener okurdu. Ama herkes ikisini de Türkan Şoray'ın sesi zannederdi. Gazinocular bile...  Bunun için Yeşilçam'daki oyuncular sahne teklifi çok alırdı. Çoğu da sahnede kendini denedi. Ayhan Işık, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Fikret Hakan plak da yapmıştır. Türkan Şoray'ın plağının çıkacağı konuşulurdu hep.


Eyüp Tatlıpınar
eyup.tatlipinar@aksam.com.tr

kaynak: aksam.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın