7 Mart 2012 Çarşamba

Tarih ve sinema

Meşhur Cesuryürek filminin hemen başında anlatıcı şöyle der: "İngiliz tarihçiler benim bir yalancı olduğumu söyleyecekler ama tarih, kahramanları asanlar tarafından yazılıyor."

Geçen haftaki Aksiyon dergisinde Fetih 1453 filmini yazarken şöyle başlamıştım söze: "İnsanlığın ortak kurbanıdır tarih. Alır onu istediğimiz şekle sokarız. Bazen iyi bir şey yaptığımızı düşünür, kimi zamansa bir art niyet ile bilinçli olarak deforme ederiz. Tarihî film çekmeye soyunmak ise iddialı ve zor bir iştir."

Tarih, çoğu zaman onu yapanların çok uzağında onu yazanların kurbanı olarak kalır insanların zihinlerinde. Ve elbette 'yazan el'in önemi çıkar bu durumda ortaya. Meşhur bir Afrika atasözüdür: "Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir."

Bu nedenle sinema daha doğrusu kamera vasıtasıyla yazılan tarih ile gerçek tarih arasında bazen inanılmaz uçurumlar oluşabiliyor. Haini kahraman, kahramanı hain olarak gösterebiliyor sinema ve ne yazık ki, insanların belleğinde oluşturulan bu sahte imajlar kalıcı oluyor.

Bugünlerde nereye gitsem bitmek tükenmek bilmeyen bir Fetih 1453 sorusuyla karşılaşmam bu nedenle belki de.

Film hakkındaki genel kanaatimi gerek bu sütunda, gerekse Aksiyon dergisinde ifade etmiştim. Tekrara gerek yok bu nedenle. Filmde düşülen klişe tuzaklarının dışında bir art niyet sezinlemediğimi tekrar etmenin zarureti dışında elbette...

Türk sinemasının genel değerlendirmesinin çok dışına çıkarak tartışamayız 'neden tarihî film çekemiyoruz?' konusunu. Tarihî film çekemeyiz kolay kolay, zira doğru düzgün yazılı bir tarihimiz yok ne yazık ki!

Tarihî film çekmemiz pek mümkün değil, zira tarihî mekânları, otantik ortamları hızla yıkmış, perişan etmiş bitirmişiz. Bırakınız 700 yıl öncenin mekânlarını, 20 yıl öncenin otantik mekânlarını bulmak mümkün değildir ülkemizde.

Elbette bunun en büyük nedeni, bir tarih bilincimizin olmayışı. Ya da tarihe düşman olarak bakmamızdan başka bir şey değil. Tarihi yıllar yılı reddederek yaşamış bir cumhuriyet olduk maalesef. Geçmişimizden utandık, hatta nefret ettik. Bu nedenle pervasızca tahrip ettik. Yolları, evleri, mimari olan her şeyi ya yıktık ya da bakımsızlıktan, ilgisizlikten mezbeleliğe dönüşmesine neden olduk.

Yazarken umursamadığımız, önemsemediğimiz, bakarken nefret ettiğimiz, tahrip olmasından memnun olduğumuz tarihi, filme alırken zorlanmamız kaçınılmazdı.

Ki yine bu iyi günlerimiz, geçmişin 'tarihî film' adına önümüze servis edilen örneklerine bakılacak olursa, hiç çekilmemesi ya da tarihî filmleri çekmenin zor olmasının bir 'şans' olduğunu söylemek de mümkün. Zira, nasıl ki tarihi yazanlar kahramanları asanlar olmuşsa, tarihi çekenlerin birçoğu da geçmişe yönelik nefret ve düşmanlık hissiyle hareket edenler olmuş.

Bunu bir yabancının yapması anlaşılabilir bir şey. Misal bir Hollywood filminin Haçlı Seferi'ni aktarırken 'İslam' ve 'Müslüman' kavramına mesafeli, hatta düşmanca yaklaşımı anlaşılabilir bir şey. Lakin, bu nefret ve olumsuz tarafgirlik kendi içimizden yapılınca çok daha can yakıcı olabiliyor.

Fetih 1453'ü birçok eksik yönüne rağmen bir de bu perspektiften ele almak gerekiyor sanırım. Elbette filmde bizleri rahatsız eden unsurlar mevcut, ki bunları daha önce ifade ettik. Ancak bir Türk filminin hem elinin yüzünün düzgün olması hem de tarihî şahsiyetlere daha objektif, tarihî olaylara düşmanca olmayan hislerle yaklaşmayı denemesi de az şey değil kanaatimce.

n.hazar@zaman.com.tr
http://twitter.com/nedimhazar
kaynak: zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın