12 Ocak 2012 Perşembe

Genadiy Bazarov ile Kırgız Sineması Üzerine Röportaj


Ünlü Kırgız yönetmen Genadiy Bazarov TÜRKSOY’un katkılarıyla Ankara’da 18 Kasım 2005 tarihinde düzenlenen, Doğumunun 70. Yılında Tölömüş Okeyev’in Anma Toplantısına katıldı. Kırgız sinemasının Okeyev sonrası yetişen ikinci kuşağının en önemli temsilcilerinden olan Bazarov ilginç sinema dili, seçtiği konular itibariyle sadece kendi ülkesinde değil Avrupa’da da tanınmakta. Çağın sesi olup çağdaşa uzanan bu sinema ustasıyla karşılaşmak bizim için de hoş bir deneyim oldu. (Bu röportajdan bir iki ay sonra yönetmen vefaat etmiştir)

Siz “Ana Toprağı” (Саманцынын Золу) isimli filminizle büyük bir sükse yaptınız 1968’de. Bu filmde savaşta oğullarını kaybeden Tolganay ailesinin dramı anlatılıyor. Bu filmin senaryosu Aytmatov’un bir hikayesinden Dobrodeev ve Talankine tarafından uyarlanmıştı. Aytmatov’u okuyanların gözünün önünde hep bir sahne, bir görüntü belirir. Onun eserlerinin sinemaya uyarlanması konusunda düşünceleriniz nelerdir?

Genadiy Bazarov – Oldukça zor onu sinemaya uyarlamak. Çünkü Aytmatov’un edebi dili çok özgündür. Kullandığı kelimeler çok betimleyici, kapsayıcı, ayrıca onun bir şiirselliği var. Bu şiirsellik karmaşık imgelerle dolu ve felsefi. Bunu film yaparken somutlaştırmak için bir sinematografik bir senteze varmak gerekiyor Aytmatov’un şiirsel dilini bozmamak adına yapılması lazım. Onun yüksek felsefesinin değerini düşürmemek için. Bir yol, bir gidişat bulmak lazım. Sinemasal bir dil, bir tarz bulmak lazım onun şiirsel diline uyan. İçeriğine uygun bir gidişat olsun bu.

Filmin teklifi size nasıl geldi? Bundan bahseder misiniz?

Genadiy Bazarov – Ben o kuşak Kırgız yönetmenlerin içinde en genç olanıydım. Okeyev, Şamşiyev gibi onlar o zaman önemli yönetmenlerdi, bense daha yolun başındaydım. Daha sonra ben geldim. Moskova’daki sinema enstitüsünü bitirip döndüm. Yirmi dört yaşındaydım ve kendi öykülerime dayanarak kısa metraj filmler çekmiştim. Daha genç bir üniversite öğrencisiyken. Aytmatov o işleri gördü ve büyük bir risk aldı. Bana güvendi ve tabii ki bu teklifi alınca kendimi kaybettim. Çok heyecanlandım, şaşırdım.

Bu eser daha önce sahnelenmiş bir eser miydi? Sanırım bir tiyatro oyunuydu bu...

Genadiy Bazarov – Evet. “Ana Tarlası” bütün Sovyetler Birliğinde tiyatro sahnelerinde ve Avrupa’da oynanmıştı ve iyi tanınıyordu. Bu tanınmış eseri sinemaya aktarmak için benim kendi formülümü bulmam lazımdı ki başka sahnelemelere benzemesin, özgün olsun ve o sahnelemeleri tekrarlamasın. Bu bağlamda Aytmatov’a çok minnettarım, bana o yaşımda güvendiği için. Böyle genç bir yeni sinemacıya güven göstermek büyük bir risk almaktı. Çünkü eser çok zordu ve karmaşıktı. Ama bizim bu durumdan yüz akıyla çıkabildiğimizi düşünüyorum. Her genç gibi ben de kendimi bir şekilde gösterme, ifade etmek istiyordum. Bu filmde çok deneyimli oyuncular yer alıyordu. Mesela baş rol oyuncusu Sovyet Dünyasının en tanınmış oyuncularından Kudıkiyeva yer almıştı. Maalesef şimdi o aramızda değil, vefat etti. Onlar bana çok yardımcı oldular.

Aytmatov’un yardımları oldu mu?

Genadiy Bazarov – Aytmatov sık sık gelirdi çekimlerin yapıldığı alana. Sıkça izlerdi yapılanları ve öğütlerde bulunurdu. Ama kontrol eden biri gibi değildi. Oldukça hak gözetiyordu. Daha önce alışılmış şekilde bu filmi çekmek şart değildi. Ben de tam bunu deniyordum. O da bunu çok iyi anlıyordu ve benim sanatsal yaratıma müdahale etmiyordu. Köhneleşmiş ve gelenekselleşmiş bir sinemadan uzaklaşmak istediğimi de çok iyi anlıyordu ve beni destekliyordu. 1960’lı yıllarda Sovyet Sinemasında arayışlar dönemiydi. O da bu yüzden belki de benim sinema anlayışımı destekliyordu.

Şu an hem Kırgız sineması hem de İç Asya sinemasında yönetmenler arsında iletişim nasıl? Bir yandan “Küresel Köyden” söz ediliyor, bir yandan da bireyselleşen bir dünyadan. Acaba Kırgız yönetmenler ve diğer Türk Cumhuriyetlerin yönetmenleri birbirlerini takip ediyorlar mı? Böyle bir dünyada ve böyle koşullarda nasıl var olma çabası içindeler?

Genadiy Bazarov – Sovyet zamanında, yani bir ülke iken sürekli bir temasımız oluyordu. Özellikle Kazaklarla, Türkmenlerle, Baltık Cumhuriyetlerindeki sinemacılarla. Bu bir sinemacılar birliği şeklindeydi. Bizim oyuncularımız onların filmlerinde, onların oyuncuları bizim filmlerimizde çekimlere katılırdı. Karşılıklı festivaller yapardık. Sinema tartışırdık ve fikir alışverişinde bulunurduk. Sovyetler dağılınca temasımız koptu çünkü her cumhuriyet içine kapandı, inzivaya çekildi ve kültür emekçileri, özellikle sinemacılar buna rağmen sürekli temasımızı koruduk. Birbirimize kendi eserlerimizi göstermeye çalışıyoruz. Sinemacılar Birlikleri düzeyinde bu temas hâlâ sürmekte. Sürekli bir araya gelmeye çalışıyoruz. Tabi ki bu artık zor. Çünkü eskiden bir merkezi güç bize finans sağlarken bu ortadan kalktı. Bir süre film çekmek için hiç para bulunamadı. Sovyetler dağıldıktan sonra on beş sen boyunca nerdeyse hiç film çekilmemişti. Bu dönemde tek tük filmler çıkıyordu. Bunlar da yurtdışından, özellikle Fransız, Alman ortak yapımlar sayesinde oluyordu.

Türkiye’ye ilk gelişiniz mi?

Genadiy Bazarov – 1997 yılında İstanbul’a gelmiştim. Ankara’ya ilk gelişim.

Türk sineması 1980’lerden sonra bireysel sorunlar üzerine filmler çekmeye yöneldi. Sinema Toplumsal sorunlardan adeta sıyrıldı. 1970’lerdeki sinema anlayışı değişti. 1990’lardan sonra Amerikan filmleri tarzı ya da komedi filmleri moda oldu. Ama özellikle Almanya’da doğan ikinci kuşak Türkler özellikle Türk sinemasında taze kan oluşturuyor. Sizde durum nedir?

Genadiy Bazarov – Ama hemen hemen bizde de bu durum böyle. Nazım’ın çok güzel bir şiiri var ya hani “Sen yanmazsan, ben yanmazsan nasıl çıkılır karanlıktan aydınlığa” sanırım böyle bir şekilde düşünmek gerekiyor. Bazı şeylerin ticari olmak zorunluluğu yok. Başka türlü değerler de var. Ama bunlar es geçiliyor. Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Biz arkadaşlarımızla Anıtkabir’i ziyarete gittiğimizde orada birçok genç insan ve çocuk gördük. Yarına yatırım yapan bir siyaset ve sanat anlayışı gerekmekte. Yeni gelişen nesillere ayrıca manevi bir şeyler de vermeli. Anıtkabir’deki o çocuklar o yüzden bizim gözlerimizi yaşarttı. Bizim yaşadığımız dağılma sürecinden sonra gençler boşlukta kaldı. Bu dönemim kötü tarafı sadece bu günü yaşayan bir insan tipi oluştu. Maneviyat genç kuşaklarda kayboldu. Yeni kuşak sadece iyi yaşamak istiyor ve hayatını idame ettirmekle ilgileniyor. Bu yüzden kültür alanında çalışmak isteyen gençlerin sayısı çok az. Herkes rahat bir hayatla ilgileniyor ve çile çekmek istemiyor. Zengin olma hayali daha baskın çıkıyor ne yazık ki!


Her sanatçının bir anlatma meselesi vardır. Neyi anlatmayı tercih ediyorsunuz sinemanızda? Yanıt aradığınız soru nedir sanatınızda?

Genadiy Bazarov – Bir ebedi soru vardır ya hani “İnsan mutlu olmak için ne yapmalı?” diye; Tölömüş Okeyev destanlara dayanan epik ya da tarihi filmler yapmayı severdi, bense daha farklı bir tasarının yönetmeniyim. Ben çağımın insanını anlatıyorum sinemamda. Benim filmlerimde evsizler, alkolikler, yoksulluk sınırının çok çok altında olan kişileri işliyorum. Yani bir bakıma yer altı sakinlerini, toplumun en alt katmanında olanları çalışıyorum, mercek altına alıyorum ben. Bu kişilere bakarak “tam mutluluk için ne gerekir?” sorusuna yanıt arıyorum. Ben onları çekerken kendi filmlerimde metafizik yöntemlere başvuruyorum. Benim bulduğum yanıt şu; insanın mutlu olması için kendini insan olarak hissetmesi lazım! Başkasının acılarını anlayan, insanlığını kaybetmemiş biri kendini insan olarak hisseden kişidir bence. Ayrıca haysiyete ve öz gurura sahip olması da önemlidir. Yoksul olmasına rağmen yukarıda saydıklarımı taşıyan kişiler hakkında filmler çekiyorum. Benim karakterlerim “yoksulum ama bu bana ait bir yoksulluk” diyen kişiler. Ama bu karakterler “sahip olduğum hiçbir şey yok ama ben mutluyum” da diyor. Çünkü onlar şerefini kaybetmemiş kişiler.

O zaman başka bir ebedi soru soralım. Sizce kader nedir? İnsan seçebilir mi?

Genadiy Bazarov – Bu sosyal tabakalaşmayla ilgili bence. Bu sadece sosyal bir problem. Biz o duruma karşı gözlerimizi kapatamayız. Bence seçmek bu. Çünkü bu her ülke için geçerli. Ben gözlerimi kapamamayı seçtim. Onlarla karşılaşıyorum. Onlarla arkadaş oluyorum. Onlarla selamlaşıyorum. Benim seçtiğim bu. Çoğu iyi ve duyarlı insanlar. Sadece onlar bizim kadar şanslı değil. Kaderden çok bu talihle ilgili. Sosyal durumlarından dolayı bir şanssızlıkları var. Ondan dolayı onlar bu hale gelmiş bence. Ayrıca onların arasında bir dayanışma var ve hayata karşı başka türlü bir hassasiyetleri var. Evsizler kendi sorunlarını bütün insanların sorunları haline getirmiyorlar. Aynı zamanda da haydut ya da hırsıza da dönüşmüyorlar. İşte tam da böyle insanları filmlerime konu yapmayı tercih ediyorum. Böyle tüm dünyada milyonlarca insan var. Onları unutmamız lazım. Ben izleyenlere, her şeye sahip olanlara, hiçbir şeyi olmayanları gösterip bir kuşku saplamak istiyorum. Böylece belki de onların değil izleyenlerin yardıma ihtiyacı olduğunu vurgulamak istiyorum çünkü mutluluk bir şeylere sahip olmakla, mülkle ilgili değil. Paylaşmak lazım hissini yaratmak isterim filmlerim sayesinde.

(Fotoğraflar - Mehmet Okutan)
savascagman.blogspot.com
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın