1999’da “Kazanma Hırsı” ile başlayıp spor filminin artık ‘oyuncu başarısı’ ve ‘maç sahnesi’nin uzağına geçmesini sağlayan düşünce yapısının son temsillerinden. “Kazanma Sanatı”, Oakland Athletics’in başındaki, kariyeriyle Bülent Uygun’u andıran menajer Billy Beane’in kibir yüklü başarısızlık hikayesine odaklanmış. Karakterin Bennett Miller’ın katkısını arkasına alarak Oscar’a göz koyan Brad Pitt’in yüksek performans gücüyle parlaması dikkat çekici. Ancak esasen modern spor filmi alanında istatistik, liderlik, diktatörlük, hırs, kibir, özgüven gibi kavramların temele, bürokrasiye etkisini inceleyen, kıvrımlarında dolaşmaktan zevk alınacak bir film var karşımızda. ‘Hayat fena halde spor kulüplerinin yönetimlerine benzer’ deyişini muhakeme etmemizi sağlıyor. Eylül ayında 36. Toronto Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinde izlediğim “Kazanma Sanatı”, yarın vizyona giriyor.
Spor filminin son yıllardaki odak noktası değişmiş durumda. Zira artık ‘oyuncu’ hikayelerinden ziyade menajer, teknik direktör, başkan gibi kavramlar öne çıkarılıyor. Bu durum da saha içinden uzaklaşılıp sektörel bir çerçeve çizilmesini sağlıyor kanımca. “Kazanma Hırsı” (“Any Given Sunday”, 1999), “Lanet Takım” (“The Damned United”, 2009) gibi örneklerini gördüğümüz eğilim burada beyzbola yansımış durumda.
Bülent Uygun’un Sivasspor’da yaptıklarının bir benzeri
Spielberg’in senaryolarının müsebbibi Steven Zaillian ile “Sosyal Ağ”ın (“The Social Network”, 2010) senaristi Aaron Sorkin’in diyalog yazma ve karakter yaratma gücünden beslenen “Kazanma Sanatı” (“Moneyball”, 2011), spor takımı idaresinin ‘genel menajer’in stratejilerine bağlı olduğunu iddia eden bir film. Bu doğrultuda da Philip Seymour Hoffman’ın ‘piyon’ niyetine canlandırdığı teknik direktör gerçek anlamda bir araca dönüşüyor. Zira burada esas odak noktası Brad Pitt’in Billy Beane karakteri.
Bizde genel menajerlik sisteminden ziyade ‘genel menajer-teknik direktör’ kimliği var olduğundan, futbol takımlarımıza benzer bir durum değil bu. Ancak Billy Beane’in Oakland Athletics ile New York Yankees gibi büyüklere karşı dörtte bir bütçeyle verdiği mücadeleyi Bülent Uygun’un Sivasspor’da yaptıklarına benzetebiliriz. Zira her ikisi de iki sezon boyunca son dakikada şampiyonluğu yitirip ‘ikinci’likle veya ‘üçüncü’lükle yetinen insanlar. Üstüne üstlük gerçek hikayelerin ürünleriler. Bunun yanında kaç yaşında olursa olsun ucuza mal edilen oyuncuyu faydaya dönüştürmeyi biliyorlar.
Spor zemininde ‘makine mi insan mı?’ sorunsalı
“Kazanma Sanatı” aslında beyzbolun bir sektörel kurum olduğunu anlatan, spordan da öte ‘para getirme aracı’na dönüşme kollarını ortaya koyan bir film. Bu doğrultuda da kendi takımından gelme koyu Oakland’lı Beane’in menajerliğinde ‘Moneyball’ adlı istatistik sistemiyle, ‘istatistikler şunu şu paraya alıp şurada oynatırsak, ondan daha fazla verim alınacağını söylüyor’ deyişinin ışığında oluşan milenyumsal değişime uzanıyor.
Ersun Yenal’ın bizde çok eleştirilen istatistik tutma ekibini gerçek anlamda andıran bu durum, bu sektörde ne işi olduğu defalarca kez tartışılan Harvard ekonomi mezunu Jonah Hill’in karakteri eşliğinde servis edilmiş. Bu da eski model yedi-sekiz başlı oyuncu arama (scout) sisteminin rafa kaldırılmasına kadar uzanıyor. Film de esasen ‘istatistik sistemi mi, yoksa tecrübeli göz mü?’ ya da ‘makine mi, insan mı?’ sorusunu beyzbol özeline indirmeden spor dallarının geneli için soruyor.
Brad Pitt’ten tepeden tırnağa bir karakter oyunculuğu
Bu görüş ışığında da yontulmuş bir başarısızlık öyküsü sunuluyor. Pitt’in tiklerine kadar gerçek bir karakter oyunculuğu sergilemesi dikkat çekici. Zira yönetmen Bennett Miller’ın uzun kaydırmalar ve çok yakın planlar odaklı hikaye anlatma metodu, oyuncuyu zorlayıcı bir noktaya uzanmış. Ancak gözden ağıza, yürüyüşten koşmaya kadar her türlü anda bir aykırı adaptasyon süreci görülüyor. Bu da kibir, nefret, başarı açlığı, ikiyüzlülük ve daha nicesini bir bedende canlandırmış.
Miller’ın, filmin ilk karesinde boş Oakland stadında yalnız kalan Beane’i kadraja almasının ardından boş statta ve soyunma odalarında dolaşması aslında beyzbola dair düşüncesini ortaya koyuyor. Her şey o kadar tek ana bağlı ki sezon boyu uğraşıp 25 maçlık seri yapsanız bile bir kaybedene dönüşebiliyorsunuz.
Hayat fena halde beyzbola benzer
Hayat da aslında böylesi yollardan geçmiyor mu? İşte bunun için de yüksek kibir, hırs ve özgüven gerekli. Beane’in sürekli birini ‘takas’ etme taktiğiyle takımı korkutup motivasyonunu arttırma duruşu ise, aslında genel menajerlik müessesesinin durumunu ortaya koymuş. Ya da diktatörlük sisteminin insan canını umursamadan sektörü idare ettiğini anlatmış.
Zaten “Kazanma Sanatı” esasen beyzbol ya da spor sektörünün bütün bileşenleriyle ilgili bir film. Oyuncusundan asistanına, menajerinden teknik direktörüne bu noktada Oliver Stone’un mihenk taşı eseri “Kazanma Hırsı”nı örnek almış gibi. Ancak onun daha sağduyulu, soğukkanlı ve ağır tempolu versiyonunu sunuyor.
Modern bir spor filmi
Beyzbol sahnesinde küçük duruma düşmeyi de, başarıyı da, başarısızlığı da, anlık heyecanı da, tamı tamına her şeyi tatmak mümkün. Bu da spor dallarını hayatla eşdeğer hale getiren ana açmaz zaten. “Kazanma Sanatı”nın, “Kör Nokta” (“The Blind Side”, 2009) gibi modern spor filmlerinden biri olduğu kesin.
Tüm bunlara ulaşırken eserin bazı bölümlerinde gerçek anlamda hikayesel senaryo boşluklarından çektiği belirgin. Zira Hoffman-Pitt ilişkisinde hangi oyuncunun niye ne sebeple oynayıp niye ne sebeple o takımın yükünün menajere düştüğünü bir süre anlayamıyoruz. Uzun lafın kısası yıldız oyuncular ile çömez (sürpriz) oyuncuların karışımının nasıl oluşturulduğunu çözemiyoruz. Ancak genel anlamda bakınca felsefik derinliği yüksek, modern bir spor filmi çıkıyor karşımızda. Ruhsal, çok diyaloglu, karakter içerikli ve başarısızlık konulu bir sektör açılımı esasen..
FİLM NOTU: 6.1
Kerem Akça
haberturk.com
Alıntıdır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın