Her insanın belli sürelerle içinden ya da önünden geçtiği okul kurumu, sinemacılar için çok renkli bir mekân olagelmiş. Eğitim ve öğretim kavramlarının, eğitimci-öğretici ve eğitilen-öğretilen üzerinden yansımalarının, farklı konu ve söylemler aracılığıyla olsa da hep aynı vurguyla gerçekleştiği söylenebilir: Okul bambaşka bir dünyadır! Ve bu dünya, filmlere konu olacak beter böcek öğrenciler, efsane öğretmenler, her türden sınavlar ve unutulmaz anılarla doludur.
Sinema sanatının eğitmek/öğretmek gibi bir ideali var mı bilmiyoruz ya da tartışmalar muhtelif, ama eğitme/öğretme sanatının yeni teknolojiler bulmak/kullanmak gibi bir çabası hep olmuştur. Özellikle medya okuryazarlığı derslerinin temel eğitim programlarına girdiği bir gündemde, sinemanın ve eğitimin kesişen “set”lerine göz atmak eğlenceli olabilir. Başka deyişle, Eğitim Bilimlerinin Felsefe ve Davranış Bilimleri ayağına Güzel Sanatlar alanının eklenmesinden, eğitim adına çok şey umut edilebilir. Okulda çizgi filmler, kısa filmler ve daha geniş kitlesiyle sinema filmleri izlenmesi, dersliklerin, arada bir sinema salonlarının büyüsüne bürünmesi iyidir. Bu yaklaşımın bir diğer duygusu/düşüncesi de “Film sinema salonlarında izlenir” mottosuna pedagojik bir karşı söylem oluşturmaktır; “Film derslikte izlenir!”. Sinema öğrencinin ayağına gidebilir ve “beyazperde”den alınacak “ders”ler, “beyaz tahta”dan da alınabilir. Perdeleri çekilmiş bir derslikte öğretmeniyle ve akranlarıyla birlikte film izlemenin dayanılmaz katarsisini ve katastasisini paylaşmak, sıra neferlerine iyi gelecektir.
Yedinci sanat ve ilk sanat
Yedinci sanatın, sinemanın, ilk ve en eski sanat olan öğretme/öğrenme sanatıyla bir başka buluşması da eğitimin sorunlarının, yöntemlerinin ve yaşantılarının filmler üzerinden tartışılması anlamındadır. Sinema tarihi, öğretmenlerin, öğrencilerin, müdürlerin, velilerin, derslik, yatakhane ve koridorların öyküsünü anlatan yüzlerce filmle apayrı bir görsellik ve gerçeklik içerir. Her insanın belli sürelerle içinden ya da önünden geçtiği okul kurumu, sinemacılar için çok renkli bir mekân olagelmiştir. Eğitim ve öğretim kavramlarının, eğitimci-öğretici ve eğitilen-öğretilen üzerinden yansımalarının, farklı konu ve söylemler aracılığıyla olsa da hep aynı vurguyla gerçekleştiği söylenebilir: Okul bambaşka bir dünyadır! Ve bu dünya, filmlere konu olacak beter böcek öğrenciler, efsane öğretmenler, her türden sınavlar ve unutulmaz anılarla doludur.
Öğrencilerini izleyen öğretmen
Jozef von Sternberg’in yönettiği 1930 yapımı bir Alman filmi olan “Mavi Melek-Der Blau Engel” Prof. Emanuel Racker adında, disiplinli ve sert bir lise öğretmeninin portresini çizer. Kahramanımız, öğrencilerinin her gece disiplin kurallarını ihlal ederek Mavi Melek adlı kulübe gittiklerini öğrenir. Bir gece onları izleyen Racker, orada dansçı kız Lola Lola’yla tanışır ve sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Film o günlerin Alman eğitim sistemine yapılmış sert bir eleştiri ve alay içerir.
Beyazperdedeki öğretmenler denilince akla ilk gelen örneklerden biri de Andrei Mikhalkov-Konchalovsky’nin unutulmaz filmi “İlk Öğretmen-Pervyj Ucitel”dir (1965). Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un romanından uyarlanan “İlk Öğretmen”, 1923 yılının Sovyetler Birliği’ne götürür seyirciyi. İç Savaş henüz sona ermiştir. Kızıl Ordu’da askerlik yapan öğretmen Duyşen, dağlarda kaybolmuş bir Kırgız obasına tayin edilir. Aslında öğrenimini ilerletmek istemektedir ama okuma yazma oranının çok düşük olduğu bölgede ilk adımı atacak, ilk öğretmen olacak birine ihtiyaç vardır. Duyşen, köy halkından destek beklerken, karşısına yüzyılların getirdiği önyargılar ve cehalet çıkar. Ama o vazgeçmez; birçok meslektaşı gibi.
Okul yıllarına dönüş
Öğrenci-öğretmen ilişkileri kimi zaman yalnızca otoriteye dayanır, kimi zaman da sevgi ve dayanışmaya. Pek çok filmde, öğrencilik yılları bu ilişkiler çerçevesinde yaşamsal deneyim alanları olarak belirir. Okul yıllarına geri dönmek, her öğrenci ve her öğretmen için acı tatlı anılarla dolu bir yolculuktur. Tıpkı Vincente Minelli’nin ünlü “Çay ve Sempati-Tea and Sympathy” (1956) filminde olduğu gibi...
Tenis dışında, erkeklerin yaptığı bütün sporlarda başarısız olan öğrenci, eşcinsel olduğu gerekçesiyle arkadaşları tarafından dışlanır. Arkadaşlarının acımasızlığı, ona yardım eli uzatan öğretmeni ve öğretmenin karısıyla olan ilişkisi, yıllar sonra New England’daki okuluna gelen evli ve üç çocuk sahibi Tom Robinson’ın anılarında yeniden canlanır. (...)
Yard. Doç. Dr. Suna Arslan Karaküçük Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi EBB
bilimvegelecek.com.tr
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın