21 Kasım 2011 Pazartesi

Sinemada Renkler


Sinemanın renklenmesi ve sesli filmlere geçiş, sinema dünyasının en usta yönetmenlerinin bile karşı çıktığı bir gelişmeydi. Chaplin*, sinemanın seslenmesinin görüntüsel bütünlüğü zedelediğini öne sürerken, Eisenstein, rengin kompozisyon kurmada zayıflamaya yol açtığını savunuyordu.

Renkli bir filmin düzenlemeleri, siyah-beyaz bir filminkinden farklı olmalıdır. Gerçekten de siyah-beyaz düzenlemelerde kompozisyon daha yalın, daha anlaşılır ve daha etkilidir. Bu nedenle fotoğraf sanatında pek çok fotoğrafçı siyah-beyaz çekim yapmayı tercih etmektedir. Ancak sinemada rengin sağladığı olanakları da göz ardı edemeyiz. Sinemada her renk bir duyguya, bir olguya hatta bir söyleme dönüşebilir.

Sinemanın ilk renklendiği dönemde, sinemacılar tüm renkleri sadece renk olarak kullandılar. Sinema sanatının gelişimi ile renk, tıpkı kurgu gibi, bir anlatım aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bu tarz kullanıma günümüz sinemacılarından örnek verebiliriz.

İngiliz sinemacı Peter Greenaway’in Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı filmi dokuz gece boyunca bir lokantada geçiyor. Tüm film toplam dört mekanda çekilmiş: lokantanın park yeri, mutfağı, yemek salonu ve tuvaleti. Bu dört mekandan her biri ayrı bir ahlaki olguyu vurgulaması için seçilmiş. Park yeri, dış dünyanın ilgisizliğini ve gaddarlığını simgeliyor ve mavi tonlarda. Mutfak, bütün yaşamın, var oluşun bayağı ihtiyaçlarına hizmet etmesini vurgular ve gri tonlarda. Yemek salonu ise kıpkırmızıdır, bu kızıllık insanların tüm bayağı alışkanlıklarını saklamaya çalışmasını simgeler. Tuvalet bembeyazdır, belki de insanın yalnız kalıp, gerçekten insan olduğu tek yerdir ve cinsel duyguları temsil eder.

Filmdeki kişiler de karakterlerine göre renklere bürünmüşlerdir. Hırsız, bayağı ve aptaldır, siyah giyer. Karısı ona katlanacak kadar zayıf ve çaresizdir, gri giyer. Ancak kadın mekân değiştirdikçe üzerindeki elbisenin de rengi değişmektedir. Örneğin yemek salonundan tuvalete doğru giderken, gri olan elbisesi tuvalete girmesiyle birlikte beyaza dönüşür. Aşçı ise hep beyaz giyer ve film boyunca ne yemek yer, ne de sevişir**. Bu örnek, rengin anlatıma neler kazandırdığını açıkça belirtmektedir.
Türk sinemasında da bu tür anlatımsal renkleri kullanıp renkleri fonksiyonel yapan sinemacılar vardır. Örneğin Dolunay’***ın mavi hüznü ve Uçurtmayı Vurmasınlar’****ın sarı sevgisi.

*Onat Kutlar, Sinema Bir Şenliktir, Can Yayınları, 1991, s. 159
**Bir söyleşide Greenaway aşçının kendisi olduğunu söyler.
***Yönetmen Şahin Kaygun-1988
****Yönetmen Tunç Başaran-1989

Ancak, sinemada bir renk, her zaman aynı duyguyu, aynı olguyu temsil etmektedir diyemeyiz. Sinemacılar her rengi farklı anlamlarda kullanabilir. Siyah, bir yönetmen için hüznü temsil ederken diğer bir yönetmen için sevinci temsil edebilir.

derki.com
                                                                                                                                            Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın