muhteşem yüzyıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
muhteşem yüzyıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2011 Salı

Muhteşem Yüzyıl’dan muhteşem yanlışlar bitmiyor!


Kanuni'nin sâdece harem hayatını anlatan "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin şimdiye kadarki bölümlerinde görülen en bâriz yanlışlıklara bakın ve filmin nasıl bir târihî film olduğuna siz karar verin.
Kanuni Sultan Süleyman, 46 yıllık saltanâtının yarısından fazlasını seferde geçirmiş, 362 kale fethetmiş, vefâtı da bir savaşta olmuştu. Muhteşem Yüzyıl'da hayatı Harem'den ibaret olan 'Muhteşem Süleyman' babasından devraldığı 6.5 milyon kilometrekarelik ülke sınırını, 46 yılda 14.8 milyon kilometrekareye çıkarmıştı.

Gelin şimdi bu küçük girizgahın ardından sözkonusu dizinin bâriz yanlışlarına bir gözatalım. Çünkü teferruâta girsek kitap olur.

AYASOFYA MİNARESİ

Dizi o dönemki İstanbul'u kuşbakışı gösteren bir görüntüyle başlıyor. Fakat Ayasofya'da tek minare var. Kanuni devrinde iki olması gerekiyor. Zirâ Ayasofya'ya ilk minâreyi Fâtih, ikinci minareyi 2. Bayezid inşaa etmişti.

SARAYI CEDİDE-İ AMİRE

Topkapı Sarayı 24. pâdişah olan 1. Mahmut'un, sarayın denize bakan kapılarına 2 top yerleştirmesiyle bu ismi almıştı. 1. Mahmut'a kadar sarayın ismi "Saray-ı Cedîde-i Amire" yâni "Yeni Saltanât Sarayı" idi. Dizi, Topkapı Sarayı diyor.

SARAYDAKİ KÖŞKLER

17. pâdişah olan 4. Murat, Bağdat'ı fethettikten sonra Bağdat Köşkü'nü, Revan'ı fethettikten sonra Revan Köşkü'nü yaptırıyor Topkapı Sarayı'na. Dizide ise her iki köşk de mevcut. 10. Pâdişah olan Kanuni devrinde ne işi var bu köşklerin sarayda? Mecidiye Kasrı da 31. pâdişah Abdülmecit'in eseri.

HAREM

Harem'e geçelim. Filmde 3. Murad Köşkü, Yanındaki Hünkar Sofası, Çifte kasırlar, 3. Osman Köşkü ve 1. Ahmed Köşkü de görünüyor. Sultan Süleyman zamanında bu köşklerin ne işi var sarayda?

YOL GEÇEN HANI

Sadrazam Makbul İbrâhim Paşa, pâdişah gibi hareme girip çıkıyor. Harem ağası bile öyle her yere giremezdi. Kadınların yarı çıplak gezindiği haremde bir de Zülüflü baltacılar dolaşıyorlar. Saray muhâfız alayı olan Zülüflü baltacıların haremde işi ne? Hele hele sadrazam dâhil her önüne gelen sarayın her odasına girip çıkamazdı öyle. Bugün bile eve gelen misafir evin her odasına sokulur mu ki, haremde isteyen istediği yere girsin?

HÜRREM 14'ÜNDEYDİ

Kanuni, Manisa'da sancakbeyi iken Hürrem Sultan saraya gelmişti. Ve saraya geldiğinde 14 yaşındaydı. Hâlbuki dizide pâdişahlığı döneminde saraya getiriliyor. Ve 30 lu yaşlarda bir kadın görülüyor.

Kanuni, Hürrem'den sonra ne nikâhlı ne câriye almıyor. Dizideki gibi öyle her gördüğü kadınla birlikte olmamıştır.

SAKAL BIRAKAMAZ

Evvelâ, şehzadelerin sakal bırakması yasaktı. Padişah olunca sakal bırakırlardı. Fakat filmde babasının ölüm haberi geldiğinde, yani Manisa'da şehzade iken dahi, Şehzade Süleyman'ı sakallı görüyoruz. Hâlbuki tam aksine şehzâdeliğinde Kanuni'nin sakalı yoktu.

ABUK KIYAFETLER

Filmdeki kostümler de Ramazan'da Sultanahmet panayırında resim çektirenlerin kıyafetleri gibi. Evvelâ Sadrazamın başında Kallâvî kavuk var. O dönem sadrazamları henüz kallâvî kavuk kullanmazdı. Şeyhülislam'ın örfî kavuğu ise bu şekilde değil. Kadınların kıyafetlerinde ise Avrupa filmlerinden esinlenilmiş. Ayrıca o dönemde taç takma âdeti yoktu. Hotoz takarlardı. Taç takma âdeti Avrupa saraylarında vardı. Mücevherler de işlenmemiş olarak takılırdı. Topkapı Sarayı Hazîne dâiresine bakın. Kaşıkçı elmasından başka işlenmiş pek mücevher bulamazsınız.

GECE TAKKESİ: ARAKİYE

Osmanlı târihi boyunca ne devlet ricâlinden, ne halktan, ne erkek, ne kadın, ne çocuk, başı açık gezen tek bir kişi gösteremezsiniz. Yatarken bile başlarına takke giyerlerdi ki, buna "Arakiye" denirdi. Gece takkesidir arakiye. Hattâ Kapalıçarşı'da "Arakiyeciler Çarşısı" vardır. Sırf, gece takkeleri satılırdı o çarşıda. Osmanlı'da hamal dahi başı açık gezmezdi.

MATRAKÇI NASUH MECZUP DEĞİLDİ

Matrakçı Nasuh 2. Bayezid döneminde Enderun'da eğitim görmüş asil bir şahsiyetti. Büyük bir minyatür ustası, matematikçi, tarih çevirileri yapmış, hattat ve her türlü silahı çok iyi kullanabilen mâhir bir savaşçıydı. Minyatür-harita karışımı kendine has üslubuyla, yeryüzünün kuşbakışı görünümünü sanki karşıdan görüyormuş gibi kusursuzca çizerdi. Ünlü bir hattat olan Nasuh, nesih yazı stilinde de değişikler yapmış, Divanî yazı stilinde önde gelen isimlerden birisi olmuştu. Matrakçı Nasuh zavallı bir meczup gibi gösterilmiş.

Kanuni döneminde pâdişâhın huzûrunda eğilerek temennâ durulurdu. Henüz etek öpme âdeti yoktu. Etek öpmek, Sultan 3. Murad devrinde âdet hâline gelmiştir.

BU DİZİNİN AMACI NE?

Muhteşem Yüzyıl isimli dizide herkes birbiriyle anormal ilişkiler kurma peşinde gösteriliyor.

Bu tür filmler insanları olumsuzluklara alıştırıyor. Bugün Kanuni hafife alınırsa, yarın başka bir değerli insanın da hafife alınması normal karşılanmalı... Müslüman Türkler kendi ecdâdı olan Kanuni'yi böyle tanıtırlarsa, ecnebîler ne yapmaz.

Mevlânâ soyundan ( Ayşe Sıdıka Hanım'ın ve 1921 yılında Yemen cephesinde şehit düşen subay Ahmed Hamdi Bey'in oğlu ) Feridun Nâfiz Uzluk'un bir dörtlüğüyle bitireyim bu mevzûyu:

Bize bir nazar oldu

Cumamız Pazar oldu

Bize her ne olduysa

Hep azar azar oldu

Mahmut Sami Şimşek / Yeni Şafak

Sivilmedya.com
                                                                                                                                          Alıntıdır...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Dizi sektörü can çekişiyor


Her geçen gün 'reyting savaşına kurban giden', 'erken final' yapan diziler kervanına bir yenisi daha katılıyor. Geçtiğimiz sezonlarla karşılaştırdığımızda, 3-4 bölümde yayından kaldırılan dizilerin sayısı bu yıl oldukça fazla.


Seyirci alışkanlıklarından vazgeçmiyor ancak yeni yeni yapımlar da seyirciye sunulmaya devam ediliyor. Ekran macerasına yeni başlayan diziler, 'Muhteşem Yüzyıl', 'Öyle Bir Geçer Zaman ki', 'Fatmagül'ün Suçu Ne?', 'Adını Feriha Koydum' gibi, artık liderliği ellerine almış ve de bırakmayan yapımlar karşısına 1-0 yenik çıkıyor ve pek çoğu da yarışı erkenden kaybediyor. Onlarca yapımın deyim yerindeyse 'çöp' olması, yüzlerce sektör çalışanının da işsiz kalması anlamına geliyor.

Yıl başından bu yana, düşük reytingleri nedeniyle yayından kaldırılan dizilere bakacak olursak;

ATV: Kızım Nerede?, Reis, Kurşun Bilal, Aşağı Yukarı Yemişlililer, Bir Günah Gibi, Seni Bana Yazmışlar
SHOW TV: Karakol, Karadağlar, Canım Babam, Gün Akşam Oldu, Sensiz Olmaz
STAR TV: Sırat, Yalancı Bahar, Ay Tutulması, Geniş Aile
FOX TV: Zehirli Sarmaşık, Canan, Arka Sıradakiler Umut (Son bölümleri yayınlanıyor)
KANAL D: Şüphe, Üsküdar'a Giderken, Nuri
TRT 1: Yerden Yüksek
KANAL 7: Müziklerin Efendisi

Yapımcılar özgün senaryo olmayışından, senaristler farklı işlere para yatırılmamasından şikayetçiler. Oyuncuların en büyük sıkıntısı sezon ortasında işsiz kalmak. Hepsinin birleştiği ortak nokta ise Türkiye'de televizyonculuğun artık diziler üzerinden şekillenmesi.

Peki bu durumda en büyük darbeyi kim alıyor; en çok parayı kim kaybediyor? Türkiye'deki dizi sektörü ne durumda? Yaşanan bu olumsuzlukları ortadan kaldırmanın yolu ne?

MEMET GÜLER - Televizyon eleştirmeni, HT MAGAZİN Müdürü
“YAPIMCILAR KENDİ AYAKLARINA KURŞUN SIKIYOR”

En büyük kaybı bu işe para yatıran yapımcılar yaşıyor. Kanallar 4 bölümlük, 8 bölümlük, en kabadayısı 13 bölümlük anlaşmalar yapıyorlar. Fakat yapımcı oyuncuya, sete, dekora bir ton para dağıtıyor, bu yüzden sektörden çıkan bir sürü yapımcı biliyorum ben. Reytingi tutmadığı zaman da kanal hiç düşünmeden fişi çekiyor, çünkü korkunç bir maliyeti var. Şöyle kabaca bir hesap yapalım; diyelim ki bir dizinin bir bölümü 500 bin liraya çekiliyor ki ortalama bir rakam söylüyorum. Kaliteli diziler bunun 2-3 katı. 4 bölüm çekse 2 milyon lira, dolar üzerinden düşünürsek 1 milyon dolar para yapar. Şu ana kadar kalkan dizi sayısı 40. En az 50 milyon dolar para heba olmuş durumda. Bunu da dönüştürmenin yolu yok. Ben bir kanal olsam bir diziyi mutlaka 13 bölüm yayınlarım. Oradaki seçici ekibe güvenirim ve arkasında dururum. Ama bu amansız rekabet maalesef kanallara bu duruşu sergiletmiyor. Agrasif yayıncılık yapıyoruz. Yapımcılar kendi ayaklarına kurşun sıkıyor.

Bunun yegane çıkış yolu vardır: Yapımcılar ve kanal yönetimi bir araya gelmeli, bu amansız rekabete bir dur diyip bu işin anayasasını yazmalılar. Ellerindeki dizileri aralarında organize olarak yayınlamalılar. Kanal D en kuvvetli dizisi 'Kuzey Güney'se, bunu inatla çarşamba günü 'Muhteşem Yüzyıl'ın karşısına koymamalı. Rekabeti bu kadar sert yapmayacaklar. Hiç seyredilmese bile prosedür olarak yapımcılarla 13 bölümü yayınlamak şartıyla anlaşma yapacaklar. Diyecekler ki “13 bölümden önce dizi kaldırmak yok, haftanın günlerini paylaşalım.” Biri en kuvvetli dizilerini prime time'da yani 8-10 arasında yayınlıyorsa öteki 10-12 kullanacak. Bundan seyirci kazanır, kanal reklamını satar, reytingini alır, doğru rekabet yapar. Yapımcı parasını sokağa atmış olmaz; Halil Ergün, Filiz Akın gibi büyük oyuncular da 3 bölümde dizileri kalkan starlar haline gelmezler.

Televizyon sektörü diye bir şey kalmadı, artık dizi sektörü var. Eskiden oturur eğlence programları seyrederdik. 'Bir Başka Gece'ler falan kalmadı. 10 senedir Okan ve Beyaz, iki tane televizyon yıldızımız var ve onları izliyoruz. Yeni birini çıkaramadık. Neden, çünkü dizi rekabeti var ve bu kolay. Bir sürü cin gibi genç geliyor radyo televizyon bölümlerine. Bunlar ne yapacak? Televizyonculuğun sadece dizi sektörü haline gelmesi çok büyük bir sıkıntı. Bundan 10 sene önce biz her sene bir diziden bahsederdik. Bir yıl 'İkinci Bahar'dı, bir yıl 'Asmalı Konak'tı... Şimdi öyle değil. Bu bir açıdan iyi, sektör büyüdü. Biz artık dizileri yurtdışına pazarlar olduk. Kıvanç Tatlıtuğ dediğiniz adam bugün artık 1 milyar insanın yaşadığı bir coğrafyada ünlü.

FARUK BAYHAN – Yapımcı – BLOOMBERG HT 'İKONOSKOP' programı sunucusu
“DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BÖYLE BİR ÖRNEK YOK”

Televizyonculuk kayboluyor, çok geniş bir yayıncılık yelpazesi yok maalesef. Baktığımız zaman kanallar da çoğaldı. Eğlence kanalları, müzik, haber, spor kanalları... Bütün bunlar ayrı ayrı olduğu zaman, ulusal kanalların bugün yaptığı yayın şekli doğru mu yanlış mı tartışmasını geniş kapsamda düşünmek lazım. Bana sorarsanız, doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir örnek yok. Gerek Amerika'daki gerek Avrupa'daki televizyonlarda çok geniş bir program yelpazesi vardır, tamamen diziye bağlı değildir. Televizyonda spor kalmadı, sinema kalmadı... Haftada 50'ye yakın dizi yayınlanıyor. Diziler 80-90 dakika, reklamla, özetle birlikte tam prime time'ı kapsıyor. Bunun yanı sıra müthiş bir reyting savaşı var. Reyting almayan iş kötüdür diye de bir şey yok. Sorun fazla dizi olmasından kaynaklanıyor. Televizyonun anası stüdyo programlarıdır. Acun'un yaptıkları dışında prime time'da yayınlanan stüdyo programı kalmadı. Bütün gayretine rağmen Acun Ilıcalı'nın yaptığı programlar da istenilen yere geliyor mu gelmiyor mu tartışılır. Neredeyse haberler bile kaldırılacak. Türkiye'de dizi konusunda televizyonlar da yapımcılar da çok ileri gitti, çok iyi diziler var. Yayın planlamalarının düzenli olabilmesi için Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun da müdahil olmadan tavsiyelerinin alınması gerekiyor. Türkiye bir televizyon cenneti. Diziler artık yurtdışına da pazarlanıyor, formatları alınıyor. Bu bir endüstri oldu. Bu endüstri biraz daha planlı, programlı şekilde yapılırsa hem diziler olur hem stüdyo programları.

FATİH AKSOY – Yapımcı
“TÜRK TELEVİZYON SEYİRCİSİ ÇOK ŞANSLI”

Daha önceki sezonlarda da Çarşamba günü 5 dizi izlemiyorduk ama şimdi biraz daha tek diziye dönme durumu var. Her gün seyircinin seçtiği bir dizi oldu ve o şekilde kaldı. İki tane olsa ikisi de kalacak ama öyle bir durum olmuyor. Konular da tıkandı, pek çok dizi birbirin benzeri hikayeler anlatıyor. Seyircinin artık farklı şeyler beklediğini düşünüyorum. Bunu da televizyoncular bulurlar, bizim işimiz de yenilikler bulmak, bunu seyirciye sunmak. Biri tutmazsa diğeri tutar, yapımcılar bir dizisi tutmayınca yapımcılığı bırakacak değiller. Benzer hikayelerin denenmesini doğru bulmuyorum, akıllıca bir şey değil. Onlarca tutmayan işten sonra televizyon kanalları da o yapımcıya başka bi dizi çektirmez ama 1-2 işi tutmadığı diye ismi olan yapımcıların piyasadan silinmesini beklemek yersiz. Dünyanın her yerinde prosedür böyledir. Bence Türk televizyonu şu anda dünyadaki en parlak televizyonlardan biri ve Türk seyircisi de dünyadaki en şanslı seyircilerden.

FARUK TURGUT – Yapımcı
“TÜRKİYE'DE 'ACUN ILICALI VE DİZİLER' GERÇEĞİ VAR”

Artık sağlıklı ve iyi proje çok az çıkıyor. Kanal sayısı arttıkça sektörün de ihtiyaçları artıyor. İşin üretim, yani iyi senaryo tarafı sağlıklı yürümezken talep patlaması sonucunda yapımcılar da "Bunu da bir deneyelim, belki olur" umuduyla kenarda köşede tuttukları, çok da güvenmedikleri bir sürü projeyi sahaya sürmek durumunda kalıyorlar. Üstünde düşünülen, emek gösterilen, ön hazırlığı doğru yapılan işlerin performansı ortada, ama böyle alelacele, cast'ına fazla emek harcanmayan, senaryosuna yeterince kafa yorulmayan işlerde de özellikle bu sene çok büyük bir hezimet yaşandı. Seyircinin beğenisi ve algısı da çok değişti. Türk televizyon seyircisi artık iyiyle kötüyü çok iyi ayırıyor, kötüye tahammül edemiyor. "Kimse beni aptal yerine koyamaz" diyor. Geçen seneden gelen dizilerin performansı da ortada. Yeni gelenler onlarla alternatif olarak yarışamadığı için, seyirci de eskileri tercih edip yenilerin yüzüne pek bakmadı.

Türkiye'de televizyonculuk dizi mantığı üzerinden şekilleniyor. Prime time'da yayın yapan, reklam gelirleri ağırlıkta olan bütün kanalların tüketim olarak talep ettikleri tek şey dizi. Dizi bitirip yerine dizi koymaktan başka çareleri yok. Türkiye'de 'Acun Ilıcalı ve diziler' diye bir gerçek var. Ya tutarsa mantığıyla alternatifler deneniyor. Bu düzen değişmez. Bu gerçeği de sektörün aktörleri, yapımcıları, yönetmenleri herkes biliyor ve bu gerçekle bu işi yapıyorlar, kimse için de sürpriz olmuyor. "Eyvah yandık, bittik!" diyen de yok. Ben sezona 5 diziyle girerken reyting rekorları kıracaklar diye bir hedef koymuyorum ki. Hiçbir yapımcı da bu niyetle başlamaz. Adeti çoğaltarak "Ya tutarsa" şansını biraz daha arttıyorsun, bu kadar basit ve net! Bu öz eleştiriyi yapmaktan da gocunmuyorum.

EMRE KINAY – Oyuncu
“SORUMLU BİZLERİZ”

Televizyonun doğasında var bu tür şeyler ama projelere biraz öngörüsüz atlanıyor. Olan da genelde set ekibine oluyor. Biraz daha yılı planlamalı çalışabilirsek eğer sektör olarak bu tür şeyler yaşamayız. Zaten ne yasası var, ne sette çalışanın sendikası var... Oyuncular Sendikası kuruldu ama hükümetler yasayı çıkartmadığı sürece hiçbir yaptırımınız söz konusu değil. 1962'den beri mecliste bekleyen bir tiyatro yasası var. Türkiye Cumhuriyeti yasası içerisinde bizim mesleki olarak bir tanımımız yok ki. Dolayısıyla Oyuncular Sendikası o yasaları çıkartabilmek için doğru bir adım ama buna gönüllü olması gereken siyasi partiler olmalı. Onların da böyle bir yasa çıkartmak için ne düşüncesi, ne niyeti, niyeti olsa bile vakti yok. Yabancılar bizimle bu yüzden çok dalga geçiyorlar. Benim en az 10-12 tane işim yurtdışında yayınlanıyor. İnsanlar telif alabilseler, bu çalışmadıkları dönemin tazminatları yerine de geçer.

Bu işin sorumluları ve çözümü getirecek olanlar da bizleriz yani sektörün çalışanları. Sektörü çalıştıranlardan çözüm beklemek doğru değil. Diziler kalkıyor evet ama bazen de setler değişiyor. Oyuncular kalıyor, yönetmen ve set ekibi değişiyor. Hemen ertesi gün başka bir ekip gelip işe başlıyor. Burada bile bir dayanışma yok. Bir ekip değiştiğinde öbür set ekibi 1-2 ay çalışmasa zaten sektör kendine çeki düzen verecek, kanal da yapımcı da ona göre çalışacak. İşi üreten bunun bilincinde olur ve ona göre davranırsa iş verenler buna kayıtsız kalamazlar. Birinin boşalttığı yeri diğeri ertesi gün doldurduğu sürece, sermaye kendi istediği doğrultuda sektörü yönlendirmeye devam edecektir.

EYLEM CANPOLAT – Senarist
“KANAL, GÜVENDİĞİ YAPIMIN ARKASINDA DURMALI”
Dizilerin erkenden yayından kaldırılmaları en çok senaristleri vuruyor. Bir sezonluk işe en az 6-7 ay bazen 1 yıl emek veriyorsunuz oluşturmak için ve erkenden bittiği zaman en çok senaristler etkileniyorlar. Ellerinde yeni projeleri yoksa hem işsiz kalmış hem de 1 senelerini kaybetmiş oluyorlar. Kanallar çok aceleci davranıyor, çok çabuk sonuç almak istiyorlar. Eli yüzü düzgün, ne anlattığı belli olan, kaliteli oyuncuların yer aldığı bir yapımın 13 bölüm yayınlandığında tutmayacağına inanmıyorum. Bu geçmişte de yapılmış ve deneyimlenmiş bir şey. 'Yaprak Dökümü' de ilk başladığı zaman çok büyük reytingler alan bir iş değildi. Ama inat edilip, inanılınca ne olduğu görüldü çünkü çok özel bir işti. Kanal onun arkasında durduğu için reytingleri giderek, çığ gibi büyüdü, seyirci tarafından farkedildi. Şu anda o kadar çok seçenek var ki, seyircinin artık hangi dizinin ne zaman yayına girip kaldırıldığından bile haberi olmuyor. Kanallar daha az ve daha öz işler alıp o işlerin de arkalarında durmalılar. Yapımcıların "Artık konu sıkıntısı var, özgün işler çıkmıyor" yorumlarına katılmıyorum. Çok farklı projeler var, yazılmış kağıt üzerinde ama bunlar satın alınıp yapılmıyor. Cesaret istiyor, cesaret edenler de farklı işlerle kendilerini gösteriyorlar zaten. Bir sürü genç insan var, bize her gün yeni projeler geliyor ama fırsat tanınmıyor. Bir proje tuttuysa hep benzerlerini görmeye başlıyoruz. Kanallar tutacağına emin oldukları projeler istiyorlar. Raflarda bekleyen çok özgün projeler olduğunu biliyorum. Türk dizi sektörü henüz kendini bulma aşamasında. Bizi heyecanlandıran işler de yapılıyor ve çok daha iyilerinin olacağına inanıyorum. El yordamıyla çözülüyor işler Türkiye'de. Bu genel bir problem, yaşanan depremde de gördük. Bu Türkiye'nin genel anlayış şekli.

Habertürk
Gazetea24.com
                                                                                                                                          Alıntıdır....

22 Kasım 2011 Salı

Arap Prensi oluyor


'Muhteşem Yüzyıl' adlı televizyon dizisinde canlandırdığı ’Sümbül Ağa’ karakteriyle yıldızı parlayan oyuncu Selim Bayraktar, dünyaca ünlü Amerikan filmlerine imza atan Fransız yönetmen Luc Besson’ın, yarısını Türkiye’de çekmeyi planladığı yeni filminde ’Arap Prensi’ rolünde başrol oynayacak.

’Derin Mavi’, ’Beşinci Güç’, ’Atlantis’, ’Leon’ ve ’Taxi’ gibi kapalı gişe oynayan dünyaca ünlü filmlerin yönetmeni Luc Besson, yeni çekeceği filmin hazırlıkları kapsamında oyuncu ve mekan belirlemek üzere geçen hafta Türkiye’ye geldi. Besson, İkon Ajans’ın belirlediği filmde başrol oynamaya aday oyuncularla görüştü. Tiyatrocu Bayraktar Türkçe, İngilizce ve Arapça dil bilgisi, akıcı konuşması ve mimikleriyle, yönetmen Luc Besson’dan tam not aldı. Ünlü yönetmen ile Bayraktar, çekimleri ABD’de ve Türkiye’de yapılacak film için el sıkıştı.

Çekimlerine Şubat ayında başlanacak filmde başrol oynayacak Bayraktar, kumarhane sahibi bir Arap prensini canlandıracak. Önümüzdeki günlerde yerli bir sinema filmi projesinde de görev alacak olan Devlet Tiyatroları sanatçısı Selim Bayraktar, iki proje için 25 Kasım’da 6 aylık ücretsiz izne ayrılacak. Luc Besson’ın sinema filmini çekerken, Muhteşem Yüzyıl’ın çekimlerine de devam edeceğini belirten Bayraktar, diziden ayrılmasının şu an için mümkün olmadığını, filmin çekimleri başladığında Muhteşem Yüzyıl’daki rolünün hafifletileceğini söyledi.

BÖYLE PROJE YAPILMADI

Başarılı oyuncu, daha önce Türkiye televizyonlarında Muhteşem Yüzyıl gibi bir projenin yapılmadığını söyleyerek, dizinin aldığı eleştirileri haksız bulduğunu kaydetti. Bayraktar, "Tarihteki her detayı yansıtabilmemiz için Muhteşem Yüzyıl belgeseli çekmemiz lazım. Anadolu topraklarında 18 bin yıllık bir geçmiş var. Keşke Hitit, Urartu ile ilgili de diziler, filmler çekilse. Bu işlerin arkasında ne kadar çok durursak o kadar başarılı prodüksiyonların arkası gelecektir" diye konuştu.

ELEŞTİRİLER HAKSIZ

Sinema ve televizyon eleştirmenlerinin Muhteşem Yüzyıl için yaptığı abartılı rol sahne ve mimik eleştirilerine ise Bayraktar şu karşılığı verdi:

"Abartı değil, tarih bu. Bir durumu senaryoya uygun hale getirebilmeniz için olaya kendinizden duygular katmak zorundasınız. Sonuçta o dönemi, dönemin selamını minyatürlerden biliyoruz. Selam var ama selamın devamı yok. Onun devamlılığını nereden bulacağız. Biz oyunculuğun getirmiş olduğu ’mış gibi yapmak’tan yaklaşıp farklı bir şey çıkartıyoruz ortaya. Sinematografik eleştiriler tabi? ki kabuldür. Ama kalkıp tarihi anlatma biçimimize laf uzatmaları onların cehaletini gösterir. Ben okuldayken ’tarih derslerini sevmiyorum’ diyen bir sürü insan vardı. Muhteşem Yüzyıl’ın tarihe bu kadar merakı artırmasının sebebi de bu. Çünkü samimi duygular izliyoruz orada. Bu duygular bizi daha da çok tarihe yönlendirdi."

'POPÜLER OLMAYI DÜŞÜNMEDİM'

Popüler olmayı düşünmediğini, sadece işini çok iyi yapmaya konsantre olduğunu belirten Selim Bayraktar şöyle devam etti:

"Ben sadece işime yoğunlaşıyorum. Evet parladım, ama hiç orada değilim. Ben yaptığım işe kanalize olup derdimi anlatmaya çalışıyorum. Siz kalkıp ’ben bu rolle kendimi göstermeye çalışacağım, şöhret olacağım’ derseniz olmaz. Ama siz ’ben bu rolü hakkıyla oynayacağım, bürokraside de Sümbül Ağa’lar vardır’ diye yola çıkarsanız o Sümbül Ağa’yı inandırırsınız."

Müge AYYILDIZ / (DHA)
Hürriyet.com.tr
                                                                                                                                         Alıntıdır.....

17 Kasım 2011 Perşembe

Muhteşem Yüzyıl 22 ülkede gösterilecek


6 aydır pek çok fuara katılan Show TV’nin iddialı dizisi Muhteşem Yüzyıl, 22 ülkeye satıldı.

Cannes'da dünya film ve televizyon endüstrisi ile buluşan Türk dizileri, başta Ortadoğu ve Balkanlar olmak üzere, Kuzey Afrika, Vietnam, Malezya, Endonezya ve Singapur'a kadar pek çok dünya ülkesiyle satış için ön görüşme yaptı.


MUHTEŞEM YÜZYIL VE KURTLAR VADİSİ İLGİ ODAĞI OLDU

Türk yapımcıları ve televizyonları MIPCOM'a ilk kez İTO çatısı altında düzenlenen bir organizasyonla katıldı. 25 Türk dizi ve sinema yapımcısı şirketin dünya film ve televizyon endüstrisi ile buluştuğu fuarda Muhteşem Yüzyıl ve Kurtlar Vadisi dizisi yabancı televizyonların ilgi odağı oldu.


MUHTEŞEM YÜZYIL 22 ÜLKEYE SATILDI

6 aydır pek çok fuara katılan Show TV'nin iddialı dizisi Muhteşem Yüzyıl dizisi 22 ülkeye satıldı. Dizi başta Ortadoğu olmak üzere Azerbaycan, Slovenya, Slovakya, Karadağ, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Bosna, Kosova,Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Hırvatistan, Macaristan, Makedonya, Kazakistan, Afganistan, Rusya, Arnavutluk, Japonya'da 22 Aralık'tan itibaren gösterilmeye başlanacak.


YENİ HEDEF AB ÜLKELERİ

Ortadoğu, Balkanlar, Rusya ve Uzakdoğu pazarına giren dizinin yeni hedefi AB ülkeleri.

Haber1.com
                                                                                                                                           Alıntıdır...

10 Kasım 2011 Perşembe

110 film yaptım, para kazanamadım


Türk Sineması'nda birçok filmde rol alan Nebahat Çehre sektör ile ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu. Çehre, şimdiye kadar 110 film çektiğini ama para kazanamadığını söyledi.

Çehre, "İki dizide oynadım evimi aldım" dedi. Muhteşem Yüzyıl'da Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Valide Hafsa Sultan'ı canlandıran Türk Sineması'nın ünlü ismi Nebahat Çehre bugüne kadar paraya ve mülke hiç değer vermediğini belirtti.

EN İYİ ŞEKİLDE YAŞADIM

Çehre, "Bazısı gayrimenkul alır, bazısı altına yatırım yapar, ben hep en iyi şekilde yaşamaya çalıştım. Biraz param olunca seyahatlere gittim, olmayınca evimde oturdum. Yıllardır bir kooperatif evinde yaşadım, ama orası bana hep saray gibiydi" diye konuştu.

7 yıl önce Haziran Gecesi dizisiyle Yeşilçam'ın ardından ikinci kez yıldızı parlayan, son 4 yılda Aşk-ı Memnu ve Muhteşem Yüzyıl dizilerinden kazandıklarıyla geçtiğimiz günlerde Levent'te yeni bir ev satın alan Çehre sözlerini şöyle sürdürdü: "50 yıldır sinema sektöründeyim. Bu zaman içinde 110 film yaptım. Ama inanın bana doğru dürüst bir para kazanamadım."

Yeşilçam döneminin bugünle karşılaştırıldığında televizyon sektörünün çok farklı olduğunu belirten Nebahat Çehre, "Emeğinizin karşılığını alıyorsunuz" dedi.
Ünlü oyuncu şunları vurguladı: "Şu kadarını söyleyeyim, 110 film yaptım ancak geçindim, iki dizide oynadım çok şükür ev alabildim. Bir de ben parayı değerlendirmesini bilmem. Hiç de tutumlu bir insan değilim. Para bende hiç durmaz ve çoğalmaz."

Hürriyet kelebek
                                                                                                                                                 Alıntıdır...

8 Kasım 2011 Salı

Tam 50 Ülkede 70 Türk Dizisi


İSTANBUL – Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik, ”Yurt dışında 2004'den önce bir ya da iki dizimiz gösterilirken, bu sayı şu an 50 ülkede yayınlanan ortalama 70 diziye yükseldi” dedi.


Film Yapımcıları Meslek Birliği (FİYAB) tarafından düzenlenen, İstanbul Ticaret Odası (İTO) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü tarafından desteklenen ”Telif Hakkı Kimde? Görsel-İşitsel Sektörde Telif Haklarının Hayata Geçirilmesi Destek Projesi”nin 1. Çalıştayı başladı.
İTO’da yapılan çalıştayın açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Çelik, Türkiye’de film ve dizi sektörünün Avrupa ortalamasının üstünde bir büyüme içinde olduğunu vurguladı.

Abdurrahman Çelik, şunları söyledi:
”Yurt dışında 2004'den önce bir ya da iki dizimiz gösterilirken, bu sayı şu an 50 ülkede yayınlanan ortalama 70 diziye yükseldi. Avrupa’da film üretme sektörü geriye doğru giderken, bu sayı bizde yılda yüzde 15 ve yüzde 25 arasında artıyor. Sinema sektörü, sadece ekonomi anlamında değil, ülke tanıtımı açısından da çok etkili bir sektör, tanıtıma çok ciddi katkıları var. Film endüstrisi diyemesek bile, film sektörü yavaş yavaş oluşuyor. Son 3 yılda 56 ülkede, 220 farklı etkinlikte, 750 film gösterimi yaptık. Ortalama 225 bin seyirciye ulaştık.”

Telif hakları alanının karmaşık bir konu olduğunu bildiren Çelik, ”Çünkü standardı yok. Her ülke kendine göre bir model geliştiriyor. Sizlerden ricamız, Avrupa’da önde gelen 8 ülkede bir araştırma yapmanızdır. Telif hakları nerede başlıyor, nerede bitiyor, eser sahibi hakları nelerdir gibi konuların yurt dışı uygulamalarını toparlamanız gerekli. Biz de Türkiye şartlarına uygun bir format hazırlamalıyız” dedi.
FİYAB Yönetim Kurulu Başkanı Galip Gültekin de sinema sektöründe pek çok ana sorun olduğunu, bunların en başında telif sistemi ile ilgili yaşanan zorlukların geldiğini belirtti.

Çalışmanın, sinema alanındaki meslek birliklerinin birlikte çalıştığı ilk somut ve uzun soluklu proje olduğunu kaydeden Gültekin, ”Bu projenin başarısı, bir yandan güç birliğinin başarısı anlamına gelmektedir. Bu çalıştayda hedefimiz, sinema sektöründeki hukuki sorunları sadece konuşup geçmek değil, akademik destekçimiz olan Bilgi Üniversitesinin katkılarıyla kayıt altına alıp, sistematize ederek, projemizi şekillendirmek. Toplanamayan telifler, verilemeyen yetki belgeleri, geri besleme yaşayamayan bir sektör. Bu problemler, doğrudan biz meslek birliklerinin alanıdır. Sinema dünyasında herkesi bağlayan sorunlar. İşte bu proje, kendi sorunlarımızı çözmemiz için bir fırsat sunuyor” ifadelerini kullandı.

AA
                                                                                                                                      Alıntıdır...

30 Ekim 2011 Pazar

TRT'nin Muhteşem Yüzyılı'nda fiyasko


TRT yetkilileri çok büyük bir bütceyle çekilen 'Burası Osmanlı 1711 Sır Kanunu'nun ilk bölümünü beğenmeyince tekrar çektirdi
30 Ekim 2011 Pazar, 09:13:36

 
Türk Televizyon Tarihi'nin en yüksek bütceli dizisi olan 'Burası Osmanlı 1711/ Sır Kanunu' TRT'nin Yayın Denetleme Kurulu'ndan 'yayınlanamaz' raporu aldı. 2 milyon 400 bin TL olan 3 bölüm ücreti peşin ödenen  diziyi dramadan çok belgesele benzediği gerekcesiyle TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de beğenmedi.

Ezel Akay'ın yönettiği, başrollerinde Türkan Şoray, Tolga Karel, Öykü Çelik'in paylaştığı  dizinin 20 Ekim'de yayınlanacağını duyurulan ilk bölümü ekrana gelmedi. TRT yetkililerinin  "Olmamış, baştan çekin" dediği dizinin ilk bölümü baştan çekildi.

HT MAGAZİN / MEHMET ÇALIŞKAN
                                                                                                                                        Alıntı