french cinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
french cinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2013 Perşembe

Fransız sineması yeniden doğuş hazırlığında


4 -7 Nisan tarihleri arasında Londra’da 4. kez düzenlenen “Fransız Sinemasıyla Randevu” günleri, Fransız yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yeni yapımların tanıtımına yer verdi. Son dönemde eski cazibesini bulamayan Fransız sinemasının yurt dışında tanıtımını hedefleyen UniFrance Films’in düzenlediği buluşmada dikkat çeken filmlerden biri, 2012 yapımı romantik komedi “Popüler” oldu.

Popüler’in 50’li yılların sonunda geçen öyküsü, son dönem Fransız sinemasının yükselişe geçen genç isimleri Deborah François ve Romain Duris’in oyunculuklarından besleniyor. Filmin yönetmeni, Regis Roinsard, bu ilk uzun metraj çalışmasında karşılaştığı güçlükten söz ediyor: “Uzun metraj, bir maratona benziyor. Hazırlık aşaması altı ay sürdü. Senaryonun yazılması da ayrı bir enerji gerektiriyor. Adeta çekimler gibi fiziksel bir egzersize benziyor. Bu da başlı başına bir film öyküsü olur. Bu film benim için büyük bir sınav niteliğinde oldu, çünkü ilk filmim ve bu devasa bir proje. Çekimler adeta bir spor müsabakası gibiydi.”

UniFrance Films’in başkanı Jean Paul Salome, Fransız sinemasının günümüzdeki duruşundan söz ederken, Hollywood yapımlarıyla rekabet etmenin zorluğunun altını çiziyor: “Fransız sineması, saf Hollywood modeline karşı direnen bir sinema. Buna Amerikan sineması demek doğru olmaz. Amerikan sinemasının salt eğlence ağırlıklı olan kısmını, gişe rekorları kıran yapımlarını ayrı tutarak konuşuyorum. Günümüzde Amerikan bağımsız sineması da aynı şekilde büyük zorluk içinde. Biraz düşünce üzerine kurulu filmler önerdiğimizde, video oyunundan ibaret olmayan bir şeyler önerdiğimizde ana akımdan uzaklaşmış oluyoruz ve her açıdan işler iyice karışıyor.”

Yakın dönem Fransız sinemasının önde gelen yönetmenlerinden François Ozon’un yeni yapımı “Dans la Maison/ Başka Bir Hayat”, Londra’da tanıtımı yapılan filmler arasındaydı. Başrolde Oscarlı İngiliz oyuncu Kristin Scott Thomas’a yer veren yapım, sinemada Fransız- İngiliz ortaklığını göstermesi açısından manidardı.

Amelie Poulain karakteriyle hafızalarda yer edinen oyuncu Audrey Tautou da, yeniden beyaz perdeye uyarlanan “Therese Desqueyroux” yapımının tanıtımı için Londra’daki buluşmaya katıldı. François Mauriac’ın aynı adlı romanından uyarlanan, zengin bir kadının mutsuz evlilik yaşamında kurtulma çabasını konu alan filmde, Audrey Tautou’ya son dönem Fransız yapımlarının en popüler oyuncularından Gilles Lellouche eşlik ediyor.

2011 ‘deki yurt dışı başarısını geçtiğimiz yıl ikiye katlayarak, uluslararası arenada 140 milyonluk satışa imza atan Fransız sineması, yeniden uluslararası popülaritesini yakalayacağının sinyallerini veriyor.

kaynak: tr.euronews.com

24 Ekim 2011 Pazartesi

FRANSIZ YENİ DALGA AKIMI


    Fransız sinemasının geleneksel türleri – polisiye,komedi,toplumsal drama, kostümlü filmler v.b-- dönem boyunca gelişmeye devam etmelerine ve bir bütün olarak, diğer Avrupa sinemalarındaki eşdeğerlerinden çok daha iyi durumda kalmalarına rağmen Fransız sinemasındaki en çarpıcı gelişme, özellikle Yeni Dalga yıllarındaki auteur filmlerinin çoğalışıydı.

   Açık sözlü François Truffaut ve Cahiers du cinema'daki arkadaşlarının öncülük ettiği Yeni Dalga, 1950'lerin formülcü ve stüdyo bağımlısı olduğu için kınanan anaakım “kalite geleneği” ne bir tepkiydi. 1959'un başında ilk uzun metrajlı filmlerini piyasaya sürdüklerinde medyanın dikkatini çekip Yeni Dalga'yı başlatan ilk iki Cahier eleştirmeni, Le Beau Serge (Yakışıklı Serge, 1958) ve Les Cousins ( Kuzenler, 1959) ile Claude Chabrol ve Les Quatre cents coups (400 darbe,1959) ile Truffaut'ydu. Onları L'Eau a la bouche (Altı aşık için bir oyun,1959) ile Jacques Doniol-Valcroze ve A bout de souffle ( Breatjless,1959) ile Jean Luc Godard gibi diğer Cahier eleştirmenleri izledi. Cahier yönetmenlerinin bu ilk filmlerinin ortak yanları, anaakım sinemanın “kuralları” na kayıtsız bir yaklaşım, daha serbest bir kurgulama biçimi ve gevşek bir şekilde oluşturulmuş senaryolardı. 1959 ve 1960 yılları, Cahiers grubundan olmayan başka yeni yönetmenlerin ilk ya da ikinci uzun metrajlı filmlerinin, özellikle Alain Resnais'nin Hiroshima mon amour' unun (1959) piyasaya çıkışına da tanıklık etti ve “Yeni Dalga” terimi, çoğu oldukça geleneksel veya (Hiroshima'da olduğu gibi) biçimsel yeniliğe geçişte çok sakin ve bilinçli olmasına rağmen ayrımsız bir biçimde bunların tümünü kapsayacak şekilde kullanıldı.
   
   Claude Chabrol, Yeni Dalga yönetmenlerinin en verimlisiydi ve çoğu psikolojik gerilim türünde bir dizi başarılı filme anaakım sinemaya geçen ilk yönetmendi. İğneleyici nükte parıltılarıyla mayalanan Chabrol'un tür filmleri, onun küçük burjucaziye yönelik alaycı tiksintisini ( La Femme infidele, Sadakatsiz Kadın !968; Les Noces rouges, Kızıl Düğün 1972) ve ister dalavereci ( Violette Noziere, 1977) ister kurban ( Le Bouvher, Kasap 1969) olsunlar, kadınlara sağduyudan yoksun bakışını yansıtır.
 
  Jacques Rivette'ninse, aksine, Cahiers grubunun en verimsiz üyesi olduğu anlaşıldı. Çok uzun ve büyük ölçüde deneysel olan filmleri kurgusal ile belgesel karışımıdır, doğaçlamaya dayanır ve Godard gibi bizi bir anlatı sürecinden çok bir göstergeler sistemi olarak film üzerinde düşünmeye davet ederek, yönetmen ile oyuncu veya sanatçi ile model arasındaki ilişkiyi araştırır.
 
 Cahiers grubunun en yaşlısı Eric Rohmer, filmlerinde sürekli ayırt edilebilir bir kişisel evren oluşturdu. Karakterlerinin, özellikle kadınların, kent ile kır, iş ile tatil, aile ile kişisel bağlılıklar arasında gidip gelen duygularını, cinsel dürtülerini, tereddütlerini ve ahlaki ikilemlerini, Amerika sinemasında hayran olduğu “ ekonomi sanatı” ve “zarif ağırbaşlılık” ve aldatıcı basitlikle inandırıcı bir biçimde betimler. İlk başarısı Ma nuit chez Maud da (Maud'da geçen gecem, 1969) dir. Filmleri çoğunlukla konuşmanın hakim olmasına karşın fazlasıyla sinematografik kalmışlardır.
 
  1973'de Henri Langlois ile birlikte Cinematheque Française'yi kuran Georges Franju, 46 yaşında ilk uzun metrajlı filmi Duvarlara Vurulan Baş'ı (1959) yönetmeden önce birçok dikkate değer belgesel çekmişti. 1960'lar ve 1070'lerin başında, Louis Feuillade' ye övgü niteliğindeki Judex (1963) dahil, başka uzun metrajlı filmlerde yaptı. Hem uzun metrajlı hem de belgesel filmleri, güçlü gerçeküstü tonları bulunan kasvetli, loş bir dünya yaratır, ama yine de belgeselleriyle anılacaktır.
   
   Franju gibi Alain Resnais de belgesel sinemacı olarak işte başlamıştı. 1950'lerdeki dikkate değer kısa filmlerinden bazılarının teması olan geçmiş ile şimdi, bellek ile imgelem arasındaki ilişki, ilk uzun metrajlı filmlerinin bel kemiği olmuştur. Sonraki filmleri, dönemin yeniden inşası hakkındaki Stavisky (1974) ve hipnotik “filme alınmış tiyatro” Melo'dan (1985) inandırıcı bir şekilde söylemsel Mon oncle d'Amerique (1979) kadar konu ve ton açısından büyük bir çeşitlilik gösterir. Filmlerinin ortak yanı, sinemacının ve izleyicinin bilinçdışını araştırmaya yönelik kendini itiraf girişimindeki aşırı biçimsel bit titizliktir.
 
  Agnes Varda yönetmenlik faaliyetlerini oldukça bireysel kimi belgeseller ve uzun metrajlı filmler olarak ikiye ayırmıştı: “Gerçek zaman” da çekilen Cleo de 5 a 7 (1961) ve trajik Sans toit ni loi (Serseri,1985) ; ikisi de feminist konuları tuhaf ve dolambaçlı bir biçimde ele alır. Bunların yalınlığı Le Bonheur (Mutluluk,1964) ve L'Une chante, I'autre pas'nın (Biri Şarkı Söylüyor, Diğeri Değil, 1976) parlaklığıyla karşıtlık oluşturur.
 
 Louis Malle, Cahiers grubuyla çok az ilişkisi olmasına rağmen genellikle Yeni Dalga ile bütünleştirilir. Protean kariyerine Jeanne Moreau'nun kariyerini de başlatan zarif polisiye L'Ascenseur pour l'echafaud (İdam Sehpası,1957) ile başladı. Yine başrolde Moreau'nun oynadığı ikinci filmi Les Amants (Aşıklar,1958) genç bir annenin alaycı sadakatsizliğini anlatıyordu ve o dönem için açık cinsel betimlemeleriyle bir skandala neden oldu. Ve Tanrı Kadını Yarattı gibi Les Amants da genç bir yönetmen tarafından yapılan, tartışma yaratan, yenilikçi ve düşük bütçeli bir filmin gişede başarılı olabileceğini kanıtlayarak Yeni Dalga filmlerinin işini kolaylaştırdı. Malle tabu konulara daima eğilimli oldu. Savaş sırasında Nazilerle işbirliği yapan Fransızlarla ilgili sessizliği de bozdu; işbirlikçileri insan olarak gösteren Lacombe Lucien (1974) için bu dönemi bir arkaplan olarak kullandı.
 
 1958 ile 1962 arasında ilk uzun metrajlı filmlerini yapma şansı bulan doksanyedi yönetmenin çoğu hiçbir başarı elde edemeyip geride bir iz bırakamadan yok olup gitti. Jean-Gabriel Albicocco [La Fille aux yeux d'or (Altın gözlü kız),1960], Jacques Rozier (Adieu Philippine,1962). Alain Jessua (La Vie a l'envers ,1964) ve Henri Colpi (Une aussi longue absence, 1961) gibi bazıları da aslında bir iki filmle anımsanır.
 
 Daha sağlam kariyere sahip yönetmenler arasında Jackques Demy ve Alain Cavalier, belkide en özgünleriydi. Demy'nin Max Ophlus'a hayranlığı, set tasarımına gösterdiği özen ve mizansen'inin müzikselliğinde görülür: İlk uzun metrajlı çıkış filmi Lola (1961) Ophlus' a adanmıştır. Çok tutarlı dünyasının niteliği, bir tür nostaljik melankoli, oyuncu-şarkıcı Yves Montand'ın kendisini oyanadığı son filmi Trois places pour le 26'da (26. için üç koltuk,1988) kendini gösterir.
 
 Ünlü çağdaş romancıların sadece senarist olarak değil yönetmen olarak da işin içine girişleri, o yıllardaki Fransız film kültürünün gücünü göstermekteydi. Yeni roman temsilcisi ve Marienbad' da Geçen Yıl' ın senaristi Alain Robbe-Grillet, doğallıktan yoksun erotizmi sinemacılık kariyerinin laytmotifi haline gelecek L'lmmortelle (1962) ile yönetmenliğe yöneldi. Hiroshima mon amour'un senaristi romancı Marguerite Duras, La Musica (1966) ile modernliği ve özellikle sesle olan deneyciliğiyle öne çıkan sinematografik bir uğraşa başladı. Natüralist olmayışı ve yineleyici açıklamaları kullanışlı, belki de romanın bir araç olarak filme üstünlüğüne inancını yansıtır.

                                                                                                                                   Alıntı