5 Kasım 2013 Salı

Ne olacak bu Türk sinemasının hali?

Bu sene Altın Portakal adayı filmlerin yıldız tablolarındaki düşük performansı bir faciaya mı işaret ediyor yoksa durum abartılıyor mu? Uzmanlar bu konuda ne diyor?

Bu sene Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışma filmlerinin gösterimi sonrası sıkça dile getirilen bir soru vardı: “Eğer yarışmaya katılan filmler böyleyse elenenler nasıl?” Aslında Radikal’in de dahil olduğu birçok mecrada çıkan yıldız tabloları gidişatın göstergesi... Antalya’da yarışmadaki filmlerin birkaçı dışında beş üzerinden üçten fazla yıldız alan neredeyse yok gibi! Türkiye sinemasının nabzını tutmak gibi bir sorumluluk yüklediğimiz Altın Portakal’da durum böyle olunca biz de Türkiye sinemasının durumunu mercek altına alalım dedik, eleştirmenlere, yönetmenlere, yapımcılara gerçekten endişelenecek bir durum olup olmadığını sorduk.

Bu söylemi hiç ciddiye almıyorum

TUNCA ARSLAN (SİYAD BAŞKANI): Güçlü bir ulusal sinemanın popüler gişe filmleri ve öncelikle festivallere seslenen sanat filmleri olmak üzere iki temel ayağı olmalıdır. Türk sineması bu dengeyi, dünyada benzerine rastlanmayan biçimde kurmuş durumda. Hollywood’a direnebilen birkaç ülkedeniz. Ancak, böyle bir ulusal sinemada yaşlı kuşak yönetmenlerin, örneğin Yavuz Özkan’ın, Şerif Gören’in, Ali Özgentürk’ün, Tunç Başaran’ın ve hatta bu kuşağın en dinamik ismi olmakla birlikte Erden Kıral’ın çok daha ön planda olması gerekir. Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz gibi orta kuşak yönetmenler çok başarılıyken, 40-45 yıllık yönetmenlerimizin özellikle son filmleri birer fiyasko. Manzara böyle olunca da ilk ya da ikinci filmini çeken genç kuşak yönetmenlere yönelik beklenti büyük oluyor ve bir-iki yılın festivallerine bakılıp “öldük, bittik, mahvolduk” edebiyatı başlıyor. Bu söylemi hiç ciddiye almıyorum. Çünkü genç kuşak açısından durum son derece parlak. Son üç-dört yılda Seren Yüce, İlksen Başarır, Erdem Tepegöz, Ali Aydın, Çiğdem Vitrinel, Ramin Matin, Aslı Özge, Belma Baş, Belmin Söylemez gibi çok başarılı yönetmenler kazandı sinemamız. Bu isimlerin gökten zembille indiklerine inanmıyorsak, Altın Portakal, Altın Koza, İstanbul gibi köklü festivallerin hakkını da teslim etmeliyiz. Eleştirmenler olarak yıllardır genç sinemacıların önünün açılmasını savunduk, şimdi de bu açıklığı yaşıyoruz.

Ödül vermemeyi bile tartıştık

ÜMİT ÜNAL (YÖNETMEN, SENARİST): Antalya’da bu yıl iki-üç film dışında, maalesef, filmlerin çoğunluğu Türkiye sinemasının son 20 yılda eriştiği teknik ve artistik düzeyin altındaydı. Bir ara jüri içinde birkaç kişi ödül vermemeyi bile tartıştı. Ama sorumluluğumuzun, elimizdekiler içinde en iyileri seçmek olduğuna, ödül hak eden filmler olduğuna inandık ve seçimlerimizi ona göre yaptık. Kısıtlı seçenekler içinde bence her şeye rağmen hakkaniyetli bir dağılım oldu. Elbette bunlar kişisel yorumum, on kişilik jüri içinde farklı düşünen başkaları da vardır. Festivaldeki durum sinemamızın genelini bağlamıyor. Sinemanın önü açık. İyi film zaten, dünyada da çok çok zor bulunan bir nesne. Bizim işimizde hiçbir garanti yok: Çok iyi bir yönetmen aniden kötü filmler de yapabilir. Mümkün olduğunca bol ve sürekli film yapılması lazım, film yapım ortamının canlı tutulması, koşulsuz desteklenmesi lazım ki mesela 100 ortalama filmden bir tanesi tarihe geçebilecek bir başyapıt olabilsin. Antalya’nın organizasyonu bu yıl teknik anlamda sorunsuzdu ama film seçim kurallarını yeniden düşünmeleri ve yeni bir yapılanmaya gitmeleri şart.

Endişeye mahal yok

ATİLLA DORSAY (ELEŞTİRMEN): Aslında tüm bunlar doğal. Ne zaman ki film yapmak böylesine kolaylaştı, neredeyse omuzda bir kamerayla mümkün hale geldi ve hemen her genç insan kendi filmini yapmaya koyuldu. O zaman durumlar da böyle oldu. Bunu sinemanın yaygınlaşması, film yapımının demokratikleşmesi ve sermayenin kesin diktasından kurtulması diye yorumladık ve sevindik. Ama işte, şimdi galiba bedel ödeme zamanı geldi.
Ancak ben iyimserim. İşlerin dibe vurduğu söylenen son Antalya’da bile, evet 10 filmin yarısı gerçekten kötüydü. Am diğer yarısı hiç fena değildi!... Aynen yarım bardak su için yarısı dolu/ yarısı boş diye iki ayrı tarif yapmanın mümkün olduğu gibi... Ben kendi adıma Kusursuzlar, Kutsal Bir Gün, Mavi Ring’i çok beğendim. Meryem, Uzun Yol, Mavi Dalga ve Sev Beni’yi de hiç fena bulmadım.
Az mı?
Elbette her şeyde olduğu gibi sinemada da ustalığa erişmek kolay değil. İlk filmin bir Yurttaş Kane olması da kırk yılda bir rastlanan bir mucize. Onun için, tüm büyük festivaller öncelikle ustaların peşinde koşar. Ve onların son filmlerini kapmaya çalışır. Türk sinemasının ustaları geçen yıl tatil yaptılar. Ama hemen hepsinin yeni filmleri hazır. Ve sanıyorum önümüz açık...’Endişeye mahal yok!’

kaynak: timeturk.com/tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın