23 Ekim 2012 Salı

TAKEN-2 ya da yeniden üretilen Oryantalist kalıplar


Edward Said, ‘Covering Islam’, (Haber Ağında İslam) adlı kitabında, İslam’ın Batı medyasında haberleştirilirken, Oryantalist bir bakış açısının süzgecinden geçtiğini, batı medyasında Oryantalist söylemin egemen olduğunu ve bunun da İslam dünyası ile ilgili haberleri şekillendirdiğini öne surer.

Said, bu bakış açısı dolayısıyla İslam’ın şiddetle ve terörizmle bağlantılı bir şekilde haberleştirildiğini ve İslam’ın bir din değil bir tehdit olarak sunulduğunu yazar. Said bu bağlamda Daniel Pipes, Bernard Lewis gibi akademisyenleri de eleştirir.

Batıya egemen olan bu Oryantalist söylem kuşkusuz Amerikan sinemasında da göze çarpar. Amerikan sineması, Amerikan toplumunda var olan bu algıyı sıklıkla yeniden üretir ve Amerikan izleyecisine sunar.

Bu algının oluşmasında özellikle 19 yüzyıl ve 20.yüzyıl başlarında yazılmış seyahat kitaplarının kuşkusuz etkisi büyüktür.

Jean Léon Gérôme'nin, Jean Auguste Dominique’in Hamam resimleri, İtalyan ressam Giulio Rosati’nin ‘Harem Dansı’, Gustave Clarence Rodoplhe Boulanger’in ‘Harem du Palais’ eserleri bu Oryantalist algının oluşmasında akla gelen ilk örnekler.

John S.C. Abott 1863 yılında yazdığı Türkiye ve Rusya adlı makalesinde örneğin, Türkleri, Kuzey Asya steplerinden inen, ‘insan ırkının en vahşi, en azgın serserileri ve medenileşmemiş çetesi’ olarak tanımlar.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Dolayısıyla, Batı’da Türklerle ilgili stereotiplerden, yani ‘kalıplaşmış yargılardan’ bahsedecek olursak, şunlar gelir akla ilkin. Hamam, Harem, Nargile, şiddet, kabalık, cehalet, dilenciler, köpeklerle dolu kirli sokaklar. Örnekler çoğaltılabilir…

20. yüzyılda bu kalıpların tekrarlandığı filmleri bilyoruz. The Scarlet Dawn (1932), Journey into Fear (1943), Background to Danger (1943), Flame of Stamboul (1951), Veils of Bagdad (1953), Istanbul ( 1956), Lawrence of Arabia (1962), The Midnight Express (1978) ve Pascali’s Island (1988) bu sterotiplerin yeniden üretildiği filmler olarak çıkar karşımıza.

Yönetmenliğini Oliver Megaton’un senaristlğini Luc Besson’un yaptığı Taken-2 adlı filmi izleyenler dikkatli bir şekilde baktıklarında bu sterotiplerin yeniden üretildiğini göreceklerdir.

Film, Arnavutlukta bir dağ köyünde bir cenaze merasimiyle başlar. Fatihalar okunur, dualar edilir. 1.filmde beyaz kadın taciri kötü Arnavutlar bu kez Müslüman Arnavutlar olarak dönerler.

1.filmde kaçırılan kızını kurtarmak için Arnavutları bir bir başarıyla öldüren eski CIA (Famke Janssen) ajanı Bryan’dan öc almak için yemin eder evlat acısı yaşayan Arnavut baba. Baba aynı zamanda Arravut mafyasının da lideridir.

Arnavut beyaz kadın tacirlerinin müslüman oldukları sıklıkla hatırlatılır. Bunu selamlaşırkan ‘Selamün Aleyküm’ demelerinden anlarız.

Eski CIA ajanımız şimdilerde güvenlik işindedir. Yeni mekanı elbette İstabuldadır.

İşte ortalama Amerikalının zihninde Türkiye ve Türkler, biraz önce bahsettiğim bu Oryantalist okumadan ötürü geri kalmış bir ülke olarak yer ettiği için, yönetmen ve senarist Türkiye’yi yine geri kalmış bir ülke olarak sunmak ister Amerikalı izleyiciye. O yüzden filmin neredeyse tamamı eski İstanbul’da geçer. Derme çatma evler, eski yapılar, nargile içilen köhne mekanlar, Eminönü’nün daracık sokakları bu önyargıya uygun bir şekilde özenle seçilir.

İstanbul polisinin modern arabalar kullanması kabul edilebilecek bir şey değildir ve bu yüzden İstanbul polisine 70’lerden kalma Murat 124 uygun görülür. Filmde zaten bir şeyi de beceremezler, konu mankeni olarak yerlerini almışlardır, bütün işi eski CIA ajanımız kotaracaktır.

Fimin senaryosu da en az kullanılan sterotipler kadar pespayedir. Acılı Arnavut baba, eski CIA ajanı Bryan’ın canlı yakalanması talimatını vermişken, daha ilk takip sahnesinde, Arnavut mafia üyeleri, Bryan’a ateş açarlar.

Fimin en saçma ve komik sahnesi ise Çemberlitaş Hamamı sahnesinde geçer. Biraz önce dediğim gibi, Amerikalının gözünde Hamam bir sterotiptir ve yeniden üretilmesi gerekir. Bu yüzden Bryan’ın karısını güpegündüz Çemberlitaş Hamam’ına getirirler. Elbette öldürmek için. Evet kadını öldürmek için Hamam’a getirirler, ne ki Bryan yetişir ve Hamam’daki bütün Arnavutları gayet başarılı bir şekilde öldürür. Artık acısı büyük Arnavut Baba ile karşı karşıyadır. Medeni Amerikalı, Arnavut Baba’ya ders vermek ister. ‘Gel’ der ‘bu kan davasını bitirelim’. Ve silahını Babaya verir.

Arnavut baba fırsatçıdır ve alır elbette silahı ve medeni ve affedici Amerikalı Bryan arkasını döner ancak hain Müslüman Arnavut Baba, Bryan’ı arkasından vurmak ister. Bryan, affedici olduğu kadar, kurnazdır zira silahı elbette önceden boşaltmıştır. Ve tabiki ölmeyi hakkeden Arnavut baba titizlikle öldürülür.

Bu son size de bir şey hatırlatıyor mu?

AYDOĞAN VATANDAŞ
GAZETECİ - YAZAR
kaynak: samanyoluhaber.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın