Çizgi animeler her zaman en geniş yaş aralığına sahip insanların ilgisini çekmekle kalmadı; aynı zamanda o insanlara yeni bir dünya kurmaları için vesile oldu. Ve bunu başaran isimlerden biri hiç şüphesiz Miyazaki idi. Belirli bir zaman sonra teknolojinin evrim geçirmesiyle beraber çizgi animelere üçüncü boyut eklendi.
3 boyutlu filmlerin ve animelerin alıp başını yürümeye başladığı şu son günlerde "teknolojik" araçlar ile voleyi vurmaya çalışan film yapımcıları artık "eski usul" diye tabir edilen animasyon filmlerini tozlu raflara kaldırmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de birşeyi tamamiyle unutuyorlar: her yeniliğin tutmayacağını... Tıpkı Tenten'in maceralarında olduğu gibi.
Canlı animasyonun sırrı
Günümüzde çizgi karakterleri bilgisayar aracılığıyla uygulamaya koymayı tercih etmeyen animatörler canlı animasyon tekniklerini kullandıkları için Miyazaki-vari çizgi karakterler artık beyazperdeye uğramaz oldu. Hepiniz az buçuk canlı animasyonun ne olduğunu biliyorsunuzdur ama biz yine de bahsedelim. Bu animasyon tekniğinde, canlı bir aktörün vücuduna bağlanan aparatlarla yaptığı hareketlerin koordinatları belirlenerek bilgisayara aktarılır ve daha sonra bu koordinat bilgileri bilgisayarda oluşturulmuş canlı aktörün hareketlerini birebir taklit etmesi için kullanılır. Tabi eskiden tüm bunlar elle çizilip resimler tek tek fotoğraflanarak animasyon oluşturulurdu. Dereden ne sular akmış meğer...
Başarının kıstası Wall-E
Biz gelelim asıl meseleye: 3D ve canlı animasyon tekniği ile film yapmak yaratıcılığı geri plana itip "öyküleme" gibi bir anlatım biçemini filmin altına süpürmek olabilirmi sizce? Bazı insanlar anti-teknolojist olduğumu düşünebilir belki ama sürekli kendini yineleyen 3D animelerin ve diğer 3 boyutlu filmlerin ticari kaygısının günbegün ruhumuzu kemirdiğini görmezden gelemeyiz. Gelmememiz de gerekiyor zaten. Mantık itibariyle ele aldığımızda filmlerin hikâyelerinin takdire şayan olmayıp 3D ile pazarlanması ufak bir çocuğun eline lolipop vermekle doğru orantılı bence. Izleyiciler 3D teknolojisine kanarken çocuk da lolipopunun zevkinin doruklarına varıyor adeta. Ama işin matematiği bu kadar basit değil tabi. Çünkü hem hikâyeyi hem görseli birbirine bağlamak zor sanat. Elbet bunu yapanlar da var. Mesela canlı animasyon ile yapılan Wall-E. Bu anime çok duygulandırmıştı izleyenleri (Ben bile ağlayacak gibi olmuştum) Eğlence, macera ve duygusallık üzerine ağını ören Wall-E dramatik bir çatı altında hikâyesini aktarırken; 3 boyut farkını ise abartıya kaçmadan gözlerimizin önüne sermişti. Demek ki isteyince yapılabiliyormuş. Benim için 3 boyut nedir biliyor musunuz? 3 boyut var olan bir filmin kalitesini artırarak izleyicilere en iyisini sunabilmek... Ya da görselliği biraz daha çoğaltarak odağı o noktaya yönlendirmek.
Disney Pixar ve Miyazaki
Gelin görün ki; Tenten ve onun muadili olan sempatik animasyon filmlerine 3 boyut sirayet edince o filmlerin ruhu bozuluyor bana kalırsa. Aslında filmin gişesini 3 boyuta dayandırmaya biraz karşıyım. Çünkü işe baştan 1-0 yenik olarak başlamak başarısızlığı getiriyor beraberinde. Bu kadar olumsuzluktan sonra; genel olarak animasyon hakkında aktarılacak bazı bilgilere geçelim. Bilindiği üzere animeler alanında Walt Disney'in süregelen bir macerası vardır. Walt disney tarafından kurulan 3D sistemi 3 boyutun öyküleme tekniği ile birleşmesinden oluşur. En iyi örnekleri olarak Wall-E, Bolt, Despero ve Canavarlar Yaratıklara Karşı'yı söyleyebiliriz. Buradan hareketle, Disney Pixar'ın gücü çizim tahtasında başlar; zengin bir hikâye hassasiyeti, taze bakış açısı ve unutulmaz karakterleriyle yarattığı hayal gücü (günümüz için gitgide zorlaşıyor bu durum) ve zengin içeriği, yaratıcılığı besleyen ortak bir kültürü ortaya çıkarır. Bir elin beş parmağını geçmez bu animeler, orası ayrı konu. Gelelim yazının başında bahis etttiğim 3 boyutlu olmayan animelerden... Karakterleri her daim elle çizen Miyazaki bilgisayar teknolojisinden yararlanmayarak görselliğin hikâye üzerindeki çarpıcı etkisini ön plana çıkarmayıp, karakterler arasındaki ilişkiyi irdeler.
Martin Scorsese iş başında
Peki, animeler nasıl bu noktaya geldi? Geçmişten bugüne animasyon stüdyolarının çoğalıp geniş kitelelere hitap etmeye çalışmaları animelerin yeniden doğmasına olanak sağladı. Ama diğer taraftan bu fikir 3 boyutlu film yapmak isteyenleri haddinden fazla cesaretlendirdi. Hiç hoş olmadı tabi! Hatta bunun kanıtı olarak 2 Aralık'ta vizyona giren yönetmenliğini Martin Scosese'nin yaptığı 3 boyut ruhu katılmış The Invention of Hugo Cabret 'i örnek gösterebiliriz.
Brian Selznick’in "The Invention of Hugo Cabret" adlı çocuk romanından adapte edilen film, Paris tren istasyonunun duvarları arasında yaşayan ve saatlerden sorumlu olan kimsesiz bir çocuğun, bir gün saati tamir etmeye çalışmasıyla yaşadığı gizemli macerayı konu alıyor. 3 boyutlu bir macera filmi olan Hugo, deneyimli ve başarılı bir yönetmen olan Martin Scorsese'nin de ilk 3D denemesi. Kulağıma çalınan bir bilgiye göre filmin ilham perisi; Georges Méliés filmleri ve yönetmenin mekanik figür koleksiyonları imiş.
Eğer siz de benim gibi Martin Scorsese'ye şans verip nasıl bir film yaptığını merak ediyorsanız mutlaka yolunuz o filmden geçmeli. Filmi izlemek için sabırsızlanıyorum.
blog.milliyet.com.tr
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın