5 Aralık 2011 Pazartesi

Sinemada Postmodern Karakterler


Hepimiz bazen garip hissetmişizdir. Tehlikeli, saldırgan, karamsar ya da her neyse… Bizi korkutan bunlar değildi, asıl korkumuz bu duyguların ruhumuzu ele geçirmesiydi. İşte bu düşüncelerin ele geçirdiği vücut ve karakterlere sinemada post modern karakterler diye adlandırıyoruz.

Bazılarımız hayata kolayca adapte olabilir, bunu bir meziyet sanarak yaşar. Bazılarımız ise hayatın tüm acısını yaşar ve bu yaşadıkları onları karamsarlığa ve deliliğe iter. Bu durumu daha çok karakter ve kişilikle ilişkilendirebiliriz. Kısacası bu bir tercih işidir: Hayatı onaylamak ya da onaylamamak… Sonuçta iki farklı kişilik çıkar karşımıza: Biri hayat düşmanı diğeri hayat yandaşı. Postmodern karakterler sinemada böyle bir sürecin sonunda vücut bulmuştur diyebiliriz. Onlar inatla var olan hayatı yadsıyan (bazılarına göre) ucubelerdi.

Onlar geleceğe ya da geçmişe takıntılı tipler değillerdi. Özgün birer kişilik olarak ne geçmişe ne de geleceğe aittiler, zamansız ve mekânsız vücutlarıyla kesinlikle yaratıcıydılar. Bu özelliklerinden dolayı-ki tamamen sıra dışı bir özelliktir- sinemada bir elin parmağı kadar azdılar. Bunun bir diğer sebebi insanlığın değerlerinden uzak bir dünyada yaşamalarıydı. Bu kriterler onların unutulmayacaklar listesine isimlerini yazdırdı. Bir Joker karakterini ya da bir Maske karakterini ya da bir beter böcek karakterini düşünün. Bunları nasıl unutabiliriz?

Örneğin; Batman serisindeki Joker karakterini ele aldığımızda karşımıza çıkan normal olmayan o kadar çok şey vardı ki, böyle biriyle sokakta bile yürünmezdi, ama Batman’daki portresi itibariyle bize sadece kötülüğü ve kötü bir insanı andırıyordu. Ama en fazla dikkati çeken özellikleri arasında garip espri anlayışı, tavırları, komedyeni andıran palyaçovari giysileri ve tabii ki keskin ve çarpıcı zekâsı sayılabilir. O aslında güvensizliğin, ikiyüzlülüğün en iyi şekilde resmedildiği bir yüze sahipti. Joker: Gotham şehrinin sanatçı pandomimcisi ve palyaçosu olarak zihinlere kazınmış en farklı karakterlerden biridir. Onun dünyası polemik gücüyle, sanatçı duruşuyla yepyeni bir dünyaydı. Bize uzak ve dünyasını anlamamızı istemeyen tavrıyla joker, sevgiden uzak, sadece kini ve intikamı için yaşayan bir karakterdi.Bu yönüyle aslında bizim içimizden çıkan fakat garip içgüdüleriyle bizi aşan bir yönü de vardı.Dünyada kaç kişi öldüreceği insanlara öldürmeden önce ”sen hiç ay ışığında şeytanla raks ettin mi?” sorusunu yöneltir.Ne kadar sıra dışı bir zekaya sahip olduğunu karakterin bu sözünden de çok iyi anlayabiliriz.

Maskelerin ardında çok eğlenceli bir sureti barındıran bu karakterlerden belki de en sevimlisi, sempatiği ve tabii ki komedyeni “Maske” karakteridir. Aşka olan ilgisi ve değişken fiziğiyle günümüz kötülük anlayışından oldukça farklı bir kötülük anlayışına sahipti. Jokerden farklı olarak daha çok çizgi sinemaya ait bir karakterdi. Sinema açısından pek de derin bir duygusallığı ya da psikolojiyi içermese de “maske” karakteri, çocuklara yönelik sevimli tavrıyla unutulmayacaklar arasındadır.

Belki de, Joker karakteriyle birazcık da olsun örtüşebilecek en yakın karakter beter böcek (beetlejuice) karakteriydi. Yine karşımıza farklı bir fizik ve hatta iğrençlikle sarmalanmış bir siluet çıkıyor. Mezarlıklarda yaşayan, isminin üç kez telaffuzuyla hayata dâhil olan “beter böcek” karakteri…

Yönetmeni Tim Burton’un ellerinde yaşam bulan beter böcek(beetlejuice) kendi çıkarları için her şeyi mubah gören ve buna göre yaşayan bir kahramandı. Kahraman dedik; çünkü 1988 yapımı olan filmde, bu karakter bir kurtarıcı olarak müjdeleniyordu. İğrenç beslenme alışkanlıkları yanında, insani her şeyden uzak ama bizim yaşamımıza imrenen bir kahraman…
Çok itici ve hatta ağzı çok bozuktu ama çok eğlenceliydi de… Tüm ciddiyetsizliğiyle kendi çıkarlarını düşünen “beter böcek” diğer karakterlerle birlikte klişe bir özelliği yine vurguluyordu: Ortak değer yargılarından yoksunluk.

Sinemasal olarak irdelendiğinde; bu karakterler, ortak olarak şunu söylüyordu: Tiyatraliz, eğlenceliyiz… Sanatçı yönlerini ve tabii ki göze hitap eden görünüşlerini de unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü onlar sıradan şeylere âşık olan tipler değillerdi ve böyle olmayı da zaten istemezlerdi. Bu onların sinema kaygısından çok sanatçı tavırlarıyla ilgiliydi ve tabii ki yaratıcılarının hayal gücüyle.

Joker, Maske, Beter Böcek ve aklımıza gelmeyen diğer post modern karakterler aslında bizim içimizdeki saklanan tüm sıra dışı içgüdülerin bir vücutta toplanmasıydı. Onlar bizim evet dediklerimize “hayır” diyorlardı. Bu yüzden bir bakıma inkârın ve inadın simgeleriydiler. Sinema gibi görsel bir sanatta bunları bize hatırlatmaları ayrı bir devasa sorumluluktu… Bunu da unutmamak gerek diye düşünüyorum.

Can Murat DEMİR
felsefehayat.net
                                                                                                                                         Alıntıdır....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın