Zorlamalar arasında bocalayan diziye iğneler...
Kanal D’nin yeni dizisi ‘Keşanlı Ali Destanı’ ilk bölümüyle birincilik koltuğuna oturdu. Peki, yapılan reklamın doğal sonucu olan bu başarı yerli yerine oturdu mu? Bunun cevabını vermek için bazı noktalara temas etmek lazım.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından Demokrat Parti dönemine uzanan süreci eleştiren Haldun Taner’in eseri, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde; Avrupa, Amerika ve Lübnan’da defalarca sahnelenen bir başyapıttı. Dizinin yayınından önce Birgün Gazetesi yazarı Yaşar Kaya tarafından ortaya atılan ‘Ankara’nın ünlü kabadayılarından Kürt Cemali’yle arkadaşlarını işlediği ve bu özelliğinden dolayı ‘Kürt Cemali Destanı’ diye yazılması gerekirken, ‘Keşanlı Ali Destanı’nın ‘Beyaz Türkler’ tarafından “Keşanlı Ali Destanı adı ile sunulduğu’iddiasıda böylesine popüler olmuş bir eser hakkında soru işaretleri doğuran bir açıklama olarak aklımızdaydı. Ancak eleştirmenliğin gereği, böylesi tepkileri bir yana bırakıp ‘dizi özüyle uyuşmuş mu’zihniyetiyle izlemeyi gerektiriyordu. Biz de öyle yaptık.
Dizi için ilk söylenecek söz, Nejat İşler’in tam ‘rolünün adamı’ konumunda oluşu! Ancak Ali, tek başına diziyi taşımaya yeterli olur mu? Üstelik onun da şive konusuna biraz daha dikkat etmesi lazım… Bazen Trakyalı gibi konuşan, bazen de normalleşen konuşması oldukça dikkat çekici. Her yöreden insanı barındıran Sineklidağ’ın atmosferiyle tiyatro sahnesi izlenimi uyandırması takıldığım ikinci nokta. 1950’lerin İstanbul’una tepeden bakan Boğaz’a nazır bu fukara mahallesi daha gerçekçi resmedilemez miydi? Morgol gömleği, köstekli gümüş saati ve de hafif şehla bakışı, kurşun yemiş ayağı olması gereken Keşanlı Ali’nin topallamakla topallamamak arasındaki yürüyüşünü görmezden geldik diyelim. Birbiriyle kaynaşamamış ortamdaki oyuncuların ‘teatral’ canlandırmalarını ne yapacağız? Bütün bu küçük detaylar birbirine eklenince yapımın ‘dizi’ vasfı tamamen ortadan kalkmakta.
Toplumda, iyi ve efendi kişiliklere yer olmadığını; patavatsızın, zalimin baş tacı edildiğini vurgulayan, araya aşkı da katan ‘Keşanlı Ali Destanı’nda, başlangıç sahnelerindeki mahalle kadınlarının çığırtkanlığına ne demeli? Müzikalde batıcı gelmeyen bu gereksiz abartılı durum, düz konuşmada hayli rahatsız edici olmakta. Tıpkı Zilha’nın omzundaki ‘kırmızı eşarp’ gibi! Ortalıkta ‘Al Yazmalım’ modası mı var nedir?
1965’te sinema filmi çekilen, 1988’de Genco Erkal tarafından TRT için mini müzikal dizi olarak uyarlanan şimdi de kendi çizgisini tutturan ‘Keşanlı Ali Destanı’nda bir diğer eksiklik de, müzik konusunda hissedilmekte. Gerek, Fatma Girik-Fikret Hakan’lı Atıf Yılmaz filminde, gerekse Gülriz Sururi-Engin Cezzar’lı Genco Erkal dizisinde müzikler orijinalindeki gibi Yalçın Tura’ya ait. Bundan ötürü de ‘Keşanlı Ali Destanı’yla bir bütünlük söz konusu.
Ancak aynı şeyi Çağan Irmak imzalı dizi için söylemek mümkün değil. Müzik konusunda Yalçın Tura’dan danışmanlık alındığı açıklamasından ve Tura’nın da bu söylemi kabul etmediğinden daha önce bahsetmiştik. Bu açıklama karmaşası bir yana, karşımızda duran gerçek, müzik açısından zayıf kalan yapımın ‘müziği olmayan bir müzikal’ uyarlaması profili çizdiği! Müzikleriyle varlığına güç katan eserde bu büyük eksiklik, yapımın dizi-tiyatro ikileminde bocalamasına sebep olmakta. Yüksek perdeden yapılan konuşmaların kulak tırmalamasını ve yan rollerin doğallıktan uzak, ezber okurmuşçasına canlandırmasını da buna eklersek, ilk bölümde A/B grubunda alınan birincilik ilerleyen bölümlerde değişebilir!
Anibal Güleroğlu http://www.sinematur.com
blog.milliyet.com.tr
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın