13 Aralık 2011 Salı

Film okulunda öğrendiğim 101 şey


Amerikalı yönetmen-senaryo yazarı ve eğitimci Neil Landau'nun Optimist Kitap'tan çıkan 'Film Okulunda Öğrendiğim 101 Şey' adlı kitabı son derece çekici. Hele de dijital nimetler sayesinde bugün herkesin sosyal medya yazarı, YouTube yönetmeni vs. olduğunu düşünürsek ve de buna 'Mahsun bile büyük yönetmen oldu, benim neyim eksik' kafasında olanları da eklersek, gayet de her eve lazım bir kitap bu. Ben inceledim ve bazı maddeleri sizler için aşağıya aktardım. Ayrıca yazarın önsözü, kitabı ciddiye almak için başlı başına sebep. Konuya böyle yaklaşan biri sallıyor olamaz çünkü: 'Öğretmenlik, senaryo yazarlığı ve yönetmenlik yaptığım sonraki yirmi yıl boyunca, film yapımındaki yaratıcı sürecin son derece titizlikle planlanmasına rağmen bir o kadar da rastlantısal ve deneysel olması bana hep çok çarpıcı geldi. Umarım bu 101 ders, zamanında benim olduğum kadar şaşkın halde olan ve bu sürecin içinden geçmek isteyen film öğrencilerinde ve içinizden filmleri daha anlamlı bir boyutta deneyimlemek isteyenlerde, film yapım sanatı ve zanaatına dair daha derin bir beğeninin uyanmasına önayak olur.'

Yani... Zaman zaman hissedilen çeviri engellerine çok takılmadan maksimum bilgilenmeye odaklanarak ele alacağız tabii bu gibi kitapları. Maddelerden örnekler ne dediğimi daha iyi anlatacak aslında. Buyursunlar:
l Kendi yazdıkları üzerinde düzeltme yapmaya gönüllü bir senarist veya yönetmen, ilk ve son iki diyaloğu atıldığında bir sahnenin daha da güçlendiğini fark edecektir.
l Acemi filmciler, amaçları asil, karakterleri de sempatik görünsün diye kahramana arzu edilmeyen özellikler atfetmeyi beceremezler, oysa hepimizde olabilecek garip yönler ve beceriksizlikler, diğer açılardan kahraman özelliklerine sahip bir karakterde daha ilgi uyandırıcı olur.
Az oldu ama yerim dar. Maddelerin devamı için lütfen kitabın kendisine başvurunuz, sayın bir gün mutlaka kendi filmini çekmeyi hayal eden. Yararlı ipuçlarının yanı sıra gayet havalı bilgiçlikler bulacaksınız.

Altına Hücum
Charlie Chaplin'in, 'bu filmle hatırlanmak istiyorum' dediği 1925 tarihli, sevgili 'The Gold Rush'ını anmak gerekir ki; insanoğlunun altına duyduğu sevdayı ve hırsı özetlemek için daha güzel bir ifade bulmak imkansız bana göre. Nereden esti izah edeyim hemen: Yeni yıl münasebetiyle kurulan Altın Çadırı'nı biliyorsunuz(dur). Atasay'ın stoklarını eritmek amacıyla düzenlediği ve ürünlerin neredeyse yarı fiyatına satıldığı Altın Festivali'nden söz ediyorum. Bu yıl ikincisi düzenlenen hadise o kadar büyük ilgi gördü ki, iki gün uzatıldı. Daha da uzatılmazsa bugün son günü.

MÜCEVHERLER KIZLARIN EN İYİ ARKADAŞIDIR
'Takısız kadın kalmasın' sloganıyla hayata geçen macera, acayip ters bir yerde cereyan etmesine rağmen ben bile gittim, düşünün! Tuhaf ama 30'undan sonra altın ve taşa karşı bir çeşit sevgi yeşeriyor nedense insanın içinde. Sabah 4'te kuyrukların başladığı yere makul bir saatte vardım neyse ki. Sevgim o boyutta olmadığı için de tebrik ettim kendimi. Bebek bezi değiştirme, emzirme, ikram ve bekleme çadırları vs... Başka bir dünya orası. İki günde 10 bin kişi gibi büyük bir ilgiyle baş etmenin yolunu ise şöyle bulmuş Atasay: İçeriye alınan her müşteri grubuna sadece 20 dakika süre tanınıyor. 20 dakikanın sonunda zil çalıyor, anonslar yapılıyor ve alışveriş sona eriyor. Tüm ekip, alkışlar ve şarkılar eşliğinde müşteriye teşekkür ediyor ve uğurluyor. Ardından yeni grup alınıyor içeriye. Gürültü patırtı, izdiham veya kavgaya yol açmadan gayet iyi çözmüşler gördüğüm kadarıyla.

Home Tweet Home: Tamam soğan ağlatıyor da, güldüren sebze neden yok?
(ArdaUsakan)

Sevim Gözay
aksam.com.tr
                                                                                                                                           Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın