4 Aralık 2011 Pazar

Beyaz sinema rüzgar mı bekliyor?


Beyaz sinema rüzgar mı bekliyor? bulaşmış olan herkesin dilinden düşürmediği bir ifade vardır: "Devlet sinemaya yardım elini uzatmalı" Kuşkusuz bu sözün anlamını devlet kavramış ve belirli zamanlarda bütçesinden pay ayırmış; hem de sosyal içerikli filmlere. Her ne kadar ahalide "Bizim anlamadığımız bu filmler niçin yapılır ki" yollu sorular çoğalmış olsa da devlet kararlı adımlarla bu süreci bir süre daha devam ettirdi. Resmi söylem sinemaya, aslında çok da sıcak bakmadı.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında devlet desteğiyle yapılan vatan savunması ağırlıklı filmlerin dökülmesi, resmi ideolojiyi sinemaya destek vermekten uzaklaştırdı. Kısacası şanlı vatan beyaz perdede savunulamadı ve vatan kurtaran şaban filmleriyle bugünlere geldik. Yeşilçam sinema anlayışının değişmesi, bağımsız sinemacıların çıkması, genç yönetmenlerin farklı anlayış ve algılayışı sinemada zorunlu bir değişime yol açtı. Her gelen bir öncekinin ötesinde bir yerde konuşlandı ve kendi tezgahını kendine ait unsurlarla bezedi. Yani usta- çırak ilişkileri öyle kalıcı bir görüntü sergilemedi.

Dünya sinemasının, özellikle de Hollywood'un ağırlığı altında ezilen, yönetimlerin bırakın desteğini, kotalarıyla süründürdüğü sinema sancılı günler yaşamak zorundaydı artık. Gözünüzü USA patentli sinemaya dikmez de kendinize özgü kurallar çerçevesinde bir şeyler yapmaya çalışırsanız öncelikle yaptığınız sinema birtakım yaftaları hak etmiş olur. Dünyayı anlamayan, kendi çevresinde daire oluşturan kısır bir yönetmen olarak kalır, hayallerinizde boğulur gidersiniz. Ezilmiş insanların sineması olur mu? Hollywood'un bunca debdebesine rağmen birkaç örnek filmin çıkması her zaman için iyiye yorumlanabilecek bir gelişme. Özellikle üçüncü dünya kategorisine yerleştirilen ülkelerin yaptığı sinema sadece etnik bir renk olarak algılanır ve kendine bir yer bulabilirse dünya pazarında, ne saadet!. Bunun istisnaları olmadı mı? Oldu elbette. İran sinemasının başarısını kendini anlatabilmesine ve yaptığı işe değer vermesine yorabilmek mümkün. Peki biz bu cephede işleri yürütemez miydik? Türk sineması adına neler söylenir onu şimdilik es geçelim ve bu görüntülerden sıyrılıp bir dönem lakırdısı çokça edilmiş milli sinema, beyaz sinema söylemlerinin günümüzdeki yeri ve anlamı üzerine duralım.

Eğri oturup, doğru konuşacak olursak; Türkiye'de bir milli sinema geleneğinin oluşmuş olduğunu söylemek bu sinemanın dört başı mamur bir halde devam ettiğini söylememiz anlamına gelmiyor. Bu toprağı, bu ülkenin insanını, bu ezilmişliğini, acılarını dindarlığıyla azaltan mazlum halkın yaşantısına kameradan bakan ilk yönetmen'in Yücel Çakmaklı olduğu söylenir ve kabul gören bu durum hakikaten de varılan az doğrudan bir tanesidir. Gerek çektiği diziler gerekse de piyasa işi olarak görülen filmlerden milli sinemanın temelinin atıldığı filmlere kadar bir Yücel Çakmaklı isminden ciddiyetle söz edebiliriz.

 Daha sonra birkaç isim gelir ve geçer hafızalardan. Bunlardan bir tanesi Salih Diriklik. Yazdığı kitap bir anlamda neler yapmak istediğini de ortaya koyuyordu Diriklik'in. İsmail Güneş isminden de söz edebiliriz pekala. Bu ismi elbette Milli Sinema konsepti içinde sayıyor değilim. Abdurrahman Şen'in tanımlamasıyla Beyaz Sinema örnekleri verdiğini görüyoruz Güneş'in. Çizme, bu tarzın belki de tek örneği oldu. Gülün Bittiği Yer'de daha açılımlı bir sinema arayışı içine girdi genç yönetmen. Özel televizyonların yaygın olmadığı ve özlemlerin çoğaldığı bir dönemde elden ele dolaşan bir kaset vardı. Üçüncü Nesil Filmcilik'in hazırladığı bu video kasette (İsmini vermiyorum, çünkü firma daha sonra hatasını anladı ve piyasadan bu video kaseti topladı) İsmail Güneş, sinemasının ipuçlarını veriyordu. Açıkçası söylediklerinin teorik düzeyden öteye geçemeyeceğini düşündüğüm yönetmen Çizme'yi çektiğinde umutlandım. Kasette daha sonra çekeceği bazı filmlerin de bir ön çalışması olarak görülebilecek kısa film çalışması vardı İsmail Güneş'in. Bu da onun kendine ait bir kulvarda ilerleyeceğinin işareti gibiydi. Sonra ne mi oldu? Bizim Aile adlı dizisi TRT'de sansüre uğrayan yönetmenimiz bir kaç iyi denemeden sonra piyasa işi dizilerle boy göstermeyi tercih etti. Yakın bir zamanda şarkıcı dizilerinden birini yöneteceği söylentileri vardı, halen ne düşündüğü nasıl bir tavır belirleyeceği belli değil. Çektiği "Gülün Bittiği Yer"le ilgili hemen her kesimi eleştirdi ve kendi yanlışlarını özellikle medyaya yıkarak kurtulmaya çalıştı. Fakat bunda başarılı olamadığı gibi yaptığı son film gölgede kalmayı başardı! Sinemanın taşıyamadığı yük Üzerinde konuşulmayı hak eden bir yönetmenimiz daha var. Yücel Çakmaklı'nın Minyeli Abdullah çıkışından sonra iyi bir rüzgâr yakalayan bu yönetmenimiz Yalnız Değilsiniz adlı filmi çekmeye karar veren Mesut Uçakan. Bugünün de problemi olan başörtüsü yasağını konu alan film, daha önce yolu sinemaya düşmemiş dindar insanlara beyazperdenin önemini kavrattı. Hemen her konuda yapılan yanlış burada da yapıldı ve filmlere olduğundan daha fazla anlamlar yüklendi. Sinemanın zamanla ağırlığı altında kaldığı bu yük filmleri taşıyamaz hale geldi ve bu furya devam filmlerinin yapılmasıyla nihayete erer göründü. Giovanni Scognamillo kendisiyle yaptığımız bir söyleşide yıllar sonra şunu söyleyecekti: "Eğer dindar sermaye, dindar yapımcılar bu filmlerin arkasında durabilseydi Beyaz Sinema halen yoluna devam edebilir, iyi örnekler verebilirdi. Bu Türk sineması için de büyük kazanç olurdu" Ne yazık ki her şey göründüğü kadar kolay değildi. Metin Çamurcu'nun yönetiği, Emine Şenlikoğlu'nun aynı adlı romanından uyarlanan "Bize Nasıl Kıydınız" tartışmaların ortasında kaldı. Film idam fermanı boynunda türlü engellemelerle gösterilebildi. Çamurcu'nun sinema serüveni de böylece küçük adımlara mahkum oldu.

Mesut Uçakan sinemaya dönüyor mu? Mesut Uçakan bu dönemde bu tartışma yoğunlukları arasında filmlerini çekmeye devam etti. Aynı sıkıntılar onun için de baş gösterdi. Birilerinin kutsal tabularını yıkmaya gayret eden filmler, özgürlüklerin öyle kolay elde edilemeyeceğini de ortaya koymuş oldu. İskilipli Atıf Hoca, Ölümsüz Karanfiller, Uçakan'ın farklı tarzlarda kendine özgü bir çizgi geliştirmeye başladığını işaretlerini veriyordu. Bu filmlerin devamı gelmedi. Arada Mehmet Tanrısever'in yaptığı "Sürgün" filmi boy gösterdi, lakin geçici bir esintiydi. Açıkçası, sinemada bir çıkış bekleniyordu ve neden dindar insanlar tarafından yapılamasındı. Sonrasında ağır imtihanlardan geçen dindarlar büyük acılar yaşadılar ve kendilerini anlatamamak durumunda kaldılar. Eminim isimlerini saydığım yönetmenlerin içi sızlıyordu bu dönemlerde. Bir dünya görüşü çeşitli cepheleriyle birbirini sağlamlaştırmalıydı. Bu yapılamadı ve gündelik işlerin içinden çıkılıp bir kalıcı eyleme de yönelinemedi. Böylece sinemada akim kalan hareketler yıllar sonra VCD oldu da yeni nesiller bu filmleri seyredebilir hale geldi. Gazeteci bir dostum Mesut Uçakan'ın sinemaya dönüş sinyalleri verdiğini söylediğinde sevindim. Şunu da rahatlıkla söylemekten imtina etmem: Belki de Uçakan'ın çektiği filmlere eleştiri getireceğim, kalbini kıracağım ama ne olursa olsun iyi çalışmaların ortaya çıkmasında bizlerin de payı olmalı. Eleştirmenlerin, gazetecilerin, sanatçıların sözleri bu filmlerin daha iyi olmasını sağlamalı. Ama önce bu yönetmenlerimizin ikinci bahara hazırlıklı olmaları gerekiyor. Eğer bekledikleri bir rüzgâr varsa ve halen aynı beklentiler içindelerse Godot'yu Beklerken adlı tiyatro oyununu salık veririm.

Ne varsa yine kendi heybelerimizde var. Bu ülkenin sineması birkaç aşırma ve absürt çalışmaya kalmamalı. Ayakları üzerinde durabilen, eylemini anlayabilen ve anlatabilen filmlere yol açılmalı. Ama bu sevgili yönetmenlerimizden bir ricamız olacak. Acaba dünya sinemasının şu an geldiği yerden haberleri var mı? Hâlâ bir kaç usta yönetmen ismi sayıp onların ne de güzel filmler çektiklerini mi söylüyorlar yoksa, günümüz insanına hitap eden filmleri izleyip eleştiri getirebiliyorlar mı? Bu yönetmenlerimizi fildişi kulelerinden çıkmaya ve tartışma ortamlarına davet ediyorum. İster internette bir mail grubu kursunlar isterlerse ciddi bir akademi çalışması yapsınlar; yeter ki yapsınlar! Talepleri varsa bunları dile getirsinler. Saydığımız filmler bir istisna örneğine uyacak yapıtlardı. Sanırım oyunun kuralları biraz daha farklılaştı. Bugün hangi dünya görüşünden olursa olsun insanlar sinemayla daha yakından ilgileniyorlar, kendilerini geliştiriyorlar. Yönetmenlerin seyircilerinin gerisinde kalmasına üzülürüm. Bu konuda dobralıklarına ihtiyacımız olan iki ismi zikretmek istiyorum. İhsan Kabil ve Ali Murat Güven artık bir şeyler söylesinler. Söylesinler de yönetmenler iyice rehavete kapılıp sinemadan umutlarını kesmesinler. Siz şimdi elbette soracaksınız, okursunuz, hakkınız var, bu yönetmenlerin yetiştirdiği sinemacılar var mı? diye. Yani bu insanların öğrencileri oldu mu? Bu insanlar öğretmenlik denemesinde bulundular mı? Sanırım bu sorunun cevabı, Beyaz Sinema'nın bugün örneklerini verip veremediğinde gizli.

Bünyamin Yılmaz
vuslatdergisi.com
                                                                                                                                        Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın