15 Kasım 2011 Salı

Sinemaya yön veren filmler: Köstebek


 
Sinema tarihinde çeşitli yönetmenler belli türleri ses, müzik ve koreografi yoluyla estetize etmiştir. Michael Mann de bunu ‘suç filmi’nin türevlerine uygulamıştır. 1999 tarihli “Köstebek”, bu el kamerası, müzik-ses kullanımı, koreografi, yavaş çekim, çok yakın plan gibi kavramların öne çıkıp Hollywood dokusunu yıktığı yapının en belirgin başyapıtıdır. Adeta bir geleneğin temsilini ve etkisini hızlandırmıştır. Sıfır kilometre ‘stilize ve paranoyak politik-dram’ formülü sunması ise, filme ayrı bir işlev katmıştır kuşkusuz.

Yıl 1994. ’60 Dakika’ programının yapımcısı Lowell Bergman (Al Pacino), Brown & Williamson şirketinde araştırmacı olarak çalışan Jeff Wigand’ın (Russell Crowe) peşine düşer. Zira onun neden işten atıldığı basına gerçek anlamda yansımamıştır. Tabiri caizse bu konuda bir belirsizlik vardır. Jeff, Bergman’a bütün gerçekleri açıklayacağı bir röportaj vermeyi kabul edince de ister istemez evliliği tehlikeye girecektir. Ama bu sırada Westinghouse CBS’i satın alınca söyleşiyi durdurma kararı alınır. Böylece gerçekler hasıraltı edilecektir. Peki ama ortaya çıkan bu durumdan esasen kim zararlı çıkacaktır?

Aslında açılış karesinde yüzü bir bez ile kapatılmış Lowell’ın çok yakın planla resmedilmesi ve bunun ucuna gidilmesi her şeyi anlatıyor. Michael Mann stilize bir yönetmenlik geleneği peşinde. Bunu da “İnsan Avcısı” (“Manhunter”, 1986) ile “Büyük Hesaplaşma”nın (“Heat”, 1995) ardından burada bir politik-drama iskeletine uyarlamış. Sidney Lumet’in temalarını ve Cassavetes’in el kamerası kullanımının daha serbest halini barındıran, King Hu ile Sergio Leone’nin estetik kaygılarından yürüyen bir stil bu.

“Köstebek” (“The Insider”, 1999) de bu noktadan iki anti-kahramanın ‘kötücül’ kavramını yok eden ilişkisine ya da masum tanık ile TV programı sunucusunun sistemin içindeki konumuna uzanıyor. Mann’in ulaştığı ‘zirve’ olarak anılabilecek bu yapıt, onun ‘iki karakterli suç draması’ izleğini daha yukarılara taşımaya yarıyor. Lafın özü; karizmatik, stilize, müzik dolgulu ve tedirgin edici bir Michael Mann filminin içindeyiz.

İşte “Köstebek”in alamet-i farikaları...

1-Leone etkisinde bir yönetmenlik

Aslında eldeki hikayeyi önümüze alınca son derece basit, kolaylıkla da 70’lerin yönetmenler ekolünden herhangi birinin zekice halledebileceği bir malzeme görebiliyoruz. Ancak işin aslı öyle değil. Zira Michael Mann burada ‘bir sigara şirketinin arkasında yatan sırlar’ meselesini, “Başkanın Tüm Adamları” (“All the President’s Men”, 1976) gibi plan sekanslarla örülü bir evren veya “Akbabanın Üç Günü” (“Three Days of the Condor”, 1975) gibi paranoyak bir politik-gerilimin içinde hapsolmuş bireyin kaçışı olarak karşımıza getirmiyor.

Aksine ilk plandan son plana kadar Sergio Leone, King Hu, Dario Argento ve John Woo’nun sırasıyla western, dövüş filmi, korku filmi ve aksiyona yaptıklarını burada suç filmine ya da politik bir karakter dramasına uyguluyor. Öyle ki ilk kareden itibaren; çok yakın plan ve çok çok yakın planların üzerine giden görüntü yönetiminin, yavaş çekim tekniğinin hakim rolünün, sallanan el kamerasının psikolojik açılımlarının ve tüm bunların minimalist ezgilerle ‘vals’ kıvamına getirilmesinin temsillerini görüyoruz tek tek.

Tüm bu söylediklerimize yönetmenin mavi ve yeşil ışıkları doğrudan oyuncuların üzerine tutması da eklenince hedeflenen estetik tamamlanıyor. “Büyük Hesaplaşma”da (“Heat”, 1995) suç filmi içinde bu konuda zirveye ulaşan Mann, burada da bunu karakter dramasına uygulamış. Filmin görsel yapısı, tepeden tırnağa ana karakterlerin psikolojilerini anlatmak üzerine kurulu iken yönetmenin bunları ultra-içten bir yaklaşım ile kavraması da bu ‘opera estetiği’nin sarsıcı noktalara ulaşmasına yol açıyor.

Paralel kurgu kullanılan anlar da dahil olmak üzere bir soğukkanlı ve karizmatik doku hakim öyle ki filmin ruhuna. Açı-karşı açı tekniğinin çekim ölçeği tercihlerinin yanında genelde yakın plan ile girilen sekanslarla birlikte de TV programı yapımcısı veya sigara şirketi genel müdür yardımcısı olması farketmeden, toplumdan iki karakterin bireysel portrelerini izliyoruz burada.

Her ikisinin de özel hayatında problemler olmasına karşın sürekli kusursuzun peşinde koşup, ün ve anlık tatmin ile kendilerini memnun edebildikleri apaçık ortada. Kameranın önüne ‘çok yakın plan’ıyla konulan ve bekletilen karakterlerin yanlarına Pieter Bourke-Lisa Gerrard ikilisinin yükselttiği ‘müzik’ algısını alınca, filmin ‘hipnotik’ bir doku yüklendiği de kesin.

2-Gizli gerçekler üzerine…

Bu durum da zaten Michael Mann’in sosyal bir sorumluluk güderek bu projeye yaklaşmasına sebep oluyor. Zira burada esas olan arka planda saklanan o ‘uyuşturucu mu daha tehlikeli yoksa sigara mı?’ sorunsalı. Bunun için tüccarın ya da şirketin çevirdiği oyunlar ise aslında görünenin altındaki gerçeği ortaya koyuyor. Tabii bu durum karşısında bir gizlilik anlaşması yapan şirketin, çalışanları üzerinde fazlasıyla baskı kurduğu ve adeta bireysel kölelik uyguladığı görülebiliyor.

Kurallar o kadar sert ki bir yayının sonucunda TV kanalı batabiliyor veya sıradan bir orta sınıf bireyinin hayatı bir anda yerle bir edilebiliyor. Bunun ucu da fazlasıyla medyada sansür, adalet sistemi, anlaşmalar hukuku gibi konulara ve bunlarla ilgili muhakemelere gidiyor. Buna istinaden Crowe’un ‘karakter oyunculuğu’ yeteneğiyle destek verdiği Jeff tiplemesinin, ailesiyle ‘söyledin mi söylemedin mi?’ gel-gitini yaşamasıyla birlikte mutlu yaşamının sarsıldığı görülebiliyor. Lowell da sürekli yoğun çalıştığından farklı bir konumda değil.

Aslında Mann, burada John Cassavetes, Alejandro Gonzalez Innaritu gibi yönetmenlerin karakter draması geleneklerini, el kamerası üzerinden suç filmi alanına uyarlamış. En kısa tanımıyla ‘hazır bir binanın üzerine estetik katmış’ diyebiliriz. Bu doğrultuda da asla tek bir hatla veya karton çizilmemiş, çok köşeli iki karakterin izini sürüyoruz. Aile yaşamında bir döneme geldikten sonraki açmazlar masaya yatırılırken, iki tipleme de anti-kahraman olarak konumlandırılıyor.

Crowe da Pacino da suçlular ancak bu sistemin içinde öyleler. Yönetmen de daha çok Sidney Lumet’in kafayı taktığı orta sınıf ahlakını mercek altına alıyor burada. Banliyö yaşamından daha nicesine kadar her türlü toplumsal portre ve psikolojik gidişat da odak noktası olabiliyor. Yani Leone’nin stilinin ötesinde Lumet’sel bir dramatik doku ile Cassavetes’i andıran bir kamera kullanımı var. Her bir dayanak noktası da ‘stilize’ bir dokuyla renk, ses, kurgu ve müzik alanında fark arz eder hale getiriliyor.

3-Watergate Skandalı’nı hatırlatan kritik bir mesele

Aslında burada saklanan gerçekler meselesinin de 1994 yılında geçen bir olayı izlememize karşın, fazlasıyla Watergate Skandalı dönemindeki o meşhur kasetle bağdaşlaştırılması mümkün. Zira Mann’in esasen bir politik-dram dokumak için yola çıktığı söylenebilir. Bunu yaparken Jeff’in sürekli takip edilir ve röntgenlenir durumda gösterilmesi de ister istemez bir paranoyak durum getiriyor beraberinde.

Banliyö yaşamının güvensizliğinin yanında sistemin de ona destek olmaması, bir çıkışsızlığa alan açıyor. Mann’in filmlerinin belli yerlerine koyduğu üst açı ise sonlara doğru Jeff’in ruhunda kendine yer buluyor. Zaten bu filmi, ‘işten kovulan bir adam ile işinde zirvede bir başka adamın mücadelesi veya dostluğu’ üzerinden anlamlandırmak mükün. Her ikisinin binayı terketmelerinin farklı bir estetik ile verilmesinin yönetmenin başarısı olduğunu eklemek de şart bu noktada.

Ancak burada esas durum, saklı gerçekliğin özel hayata ve mahremiyete olan etkilerini inceleme noktasında kopuyor. ‘Eğer söylersem nerelere açılırım, söylemezsem nasıl bir konumda kalırım?’ duruşunun ve sorunsalının çok katmanlı bir özeti sunuluyor zira. Jeff’in bu soru ışığında yaptığı tercih doğrultusunda da aslında birazcık aileyi geçindirememe korkusu yatıyor denebilir. Bunun devamında karamsar ve ortada kalan son da etkileyici zaten.

Mann’in filmini öznel bir yapının ışığında kurmasında ise görüntü yönetmeni Dante Spinotti’nin yanında besteciler ile kurgucunun payı büyük. Öyle ki ana karakterlerinden birinin ismi Lowell ‘Bergman’ olan bir eserde yalnızlığı incelemek için ancak böylesi bir yaklaşım yeterli olabilirdi.

Türkiye’deki vizyon ismiyle ‘köstebek’, tam çevirisiyle ‘içerideki’ (the insider) de sistemsel köstebeğe odaklanırken, toplumsal yalnızlığa dikkat çekiyor esasen. Bunun da korkutucu, paranoyak ve iletişimsiz noktalarına açılıyor. Para sıkıntısının devreye sokabileceklerini ele alırken, açgözlülük ve işkolikliğinin sonuçlarını masaya yatırıyor. Post-Vietnam dönemine benzer gizlilikler üzerinden elbette..

4-İki kilit sahne: Golf sahası düellosu ve gerçekçi halüsinasyon

Düello ve halüsinasyon gibi sinemanın farklı alanlarında faaliyet gösteren, yeri geldiğinde kültürel oluşumlar yüklenen kavramların ‘Mannesk’ temsilleri sunulur bu iki bölümde. Birincisinde takip edildiğini düşünen Jeff’in normal şartlarda ‘röntgenci kamera’ ile yanısıtılması gereken ‘golf oynarken aynı mekandaki kişiden şüphelenme’ durumu, bunun tam aksi istikametine yerleştirilir. Adeta King Hu’nun kung fu, Leone’nin western düellolarından kopmuş bir koreografi vardır burada.

Sahanın ortasına ışık yalıtımı ile mavi-yeşil arası bir plastik doku katılırken arka plandaki ‘opera-gerilim müziği’ karışımı postmodern ezgi her şeyi belli eder. Sahayı temizleyen makinenin orta planı ile başlayan bu sekansta, Jeff’in tarafından arkadaki flu veya net karakteri izleriz. El kamerası serbest ama ‘dokunmatik’ halini sürekli korurken, karakterimizin ‘golf topu’nu atıp fileyi bulması gerçek bir ‘hakaret’ anlamına gelir.

Zira Jeff’in psikolojisi bu ‘kaybetme’yi kaldıracak durumda değildir. Bu noktada da onun kaybeden olarak girdiği bu onurlu düellodan arabasında adamı kovalayarak çıktığı görülebilir. Golf sahasının ‘hipnotik’ haliyle yansıtılması ve sesten ziyade müzik hakimiyetiyle verilmesi ‘röntgenci-sıradan adam’ çatışmasını anlatmaya yarar. Mann’in Uzakdoğu ve İtalyan sinemasına selamlarını yollamasını sağlar.

Çok yakın-yakın plan odaklı, arkada duran resmin canlanması ve ‘ekran bölme’ ile iç içe geçmesiyle oluşan ‘gerçekçi halüsinasyon sahnesi’ de yine Jeff’in ruh halinin bir özetidir. Mann burada müziğin ‘hafif yavaş’ halini yükselterek ‘yakın plan’a geçiş yapınca bunu ‘görüntü bindirme’ ile de taçlandırır. Arka planda Bergman’ın telefon konuşmasının ‘paralel kurgu’ niyetine aktığı bir de aksiyon vardır.

Bu sekans ‘gerçeklik’ ile noktalansa da bir şekilde ‘sigara’nın halüsinatif etkisine eleştirel bir güçle yüklenir. Mann’ın estetik güdüsünü ‘video klip estetiği’nin ötesinde ya da paralelinde bir stille yansıtır. Böylece öne çıkıp akılda kalmakta zorlanmamıştır.

5-Takipçileri

12 senelik süreçte zor bir formül yaratan eserin etkisi çok fazla olmadı aslında. Ancak temasal açıdan “Sigara İçtiğiniz için Teşekkürler” (“Thank You for Smoking”, 2005) örneklendirilebilir belki. Ancak esasen “Hayvanlar Krallığı” (“Animal Kingdom”, 2010), “Şantaj” (“Stone”, 2010), “Wasted on the Young” (2010), “Snowtown” (2011) gibi genelde Amerikan ve çıkıştaki Avustralya sinemasından izlediğimiz bağımsız ruhlu suç filmlerinde ciddi etki bıraktığı kesin “Köstebek”in. Bunların da son üç-dört senede arttığı gözlemlenebiliyor.

“Frost / Nixon” (2008) ve “Dürüst Oyun” (“Fair Game”, 2010) gibi bu konuda ‘olmamış politik-dramlar’da da işlevi olduğu şüphe götürmez bir gerçek.

Nereden bulabiliriz?

Türkiye’de Tükçe dublaj ve altyazı seçenekli DVD’si var.

Kimlik:

Köstebek (The Insider)

Yapım yılı: 1999

Yönetmen: Michael Mann

Oyuncular: Russell Crowe, Al Pacino, Christopher Plummer, Diane Venora, Philip Baker Hall, Lindsay Crouse, Gina Gershon, Debi Mazar, Michael Gambon, Rip Torn, Breckin Meyer

Senaryo: Michael Mann ve Eric Roth (Marie Brenner’ın makalesinden)

Önemli Ödüller: Amerikan Ulusal Eleştirmenler Birliği’2000: En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu; Senaristler Birliği’2000: Paul Selvin Onur Ödülü

Önemli Ödül Adaylıkları: Oscar’2000: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Sinematografi, En İyi Kurgu, En İyi Ses; Altın Küre’2000: En İyi Film (Drama), En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Müzik; BAFTA’2000: En İyi Erkek Oyuncu; Oyuncular Birliği’2000: En İyi Kadro

Kerem Akça
Habertürk.com
                                                                                                                                               Alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın