Malum, 2010 senesi tam bir "ilk" yönetmenler yılı oldu. Çok yakında gösterime girecek olan Kukuriku: Kadın Krallığı filminin yönetmeni Serkan Ok'la ilk film deneyimi üzerine konuştuk, büyük prodüksiyonlu filmlerin havasından, yapımcılardan, film çekmenin tadına kadar her şey var bu röportajda.
İlk sinema deneyimize büyük bir prodüksiyonla başladınız. Ama genelde yönetmenler rüştlerini ispat etmek için daha minimal filmleri tercih ediyorlar. Sizin süreciniz nasıl gelişti?
Aslına bakarsanız özel bir amacı yoktu. Böyle denk geldi diyebiliriz. İşte Bahattin'in (Doğan/yapımcı) Bulgaristan'da izleyip (Pers tiyatro oyunu) hadi film yapalım dediği şeyin senaryoya dönüştükten sonraki hali bu. Bizim kafamızdaki şeydi. Tek bir mekanda geçiyordu. Bu kadar maliyetli olmaz diye düşünüyorduk ama işin içine girince daha farklı bir boyutta olduğunu gördük. İki tane mekanımız vardı bizim. Birisi Bolu Göynük. Bir de Antalya'da bir yer. Benim gönlümüm yattığı bir yerdi Antalya'daki mekan, çok masalsıydı. Orada yaşam şartları ve prodüksiyon çok daha masraflıydı. İkisi arasından bir seçim yaptık ama tercih ettiğimiz yerde de düşük bir bütçe olmadı. Senaryonun getirdiği bir şeydi. Biraz daha fazla harcanabilirdi. Hatta kısmak durumunda kaldık.
Bolu Göynük gerçekten de masalsı, harika bir atmosferdi. Mekanlar bulunduktan sonra nasıl bir yol izlenir, izleniyor?
Belediyeyle anlaştık. Orası harabe durumdaydı. Belediyeye oraya iki tane daha değirmen yapacağımızı, mevcut mekanları da yaşanabilir hale getireceğimizi söyledik. Çünkü onların da kafasında orayı turizme açma gibi bir fikir vardı. Dolayısıyla bizim teklifimiz onlara çok cazip geldi. Sadece tamir değil, değirmenin dışında panayır alanları falan yaptık. Dolayısıyla kira ödemedik ama yaptığımız şeylerin hepsini de onlara bıraktık.
Film masalsı bir atmosferde, farklı kostümlerin olduğu gösterişli bir yapım. Bu konuyu komedi eksenli çekmenizin nedeni?
Öyle bir yer olsun ki aslında zamansız olsun, bu dünyadan olmasın. Öyle bir şey istiyorduk. Aslında zamansızlığı iki şekilde anlatabilirsiniz. Bambaşka bir dünya kurarsınız ve o dünya bu dünyaya ait değildir. Bu ciddi bir prodüksiyon gerektiriyor. Ya da bana göre en iyi zamansızlık aslında doğru karışımdır. Bir mekan size nereye ait olduğunu söyleyemiyorsa, duvarında bir saati, şöminesiyle, duvar kaplamasıyla size hangi döneme ait olduğunu söyleyemiyorsa bu da bir zamansızlıktır. Masalsı düzgün karışımlı ve o zamansızlıkla anlatmaya çalıştım. Zaten teatral bir havada söz konusu. Bu masalsı havayı desteklemek için yaptığım bir şey. Oyunculukta en önemli şeylerden biri vücut dili.
Teatral havayı bir abartılı bir oyunculuk hali ve tarzı olarak mı algılamalıyız?
Dönem sinemasında özellikle daha çok durumu ve duygusal bölümü es geçip mümkün olduğunca çok açıdan çekeyim, sonra editör kessin, kafasına göre birleştirin durumu var. Benim sadece beş açıya ihtiyacım var, nasıl çekeceğimi ve nasıl bağlayacağımı biliyorum. Dolayısıyla editöre çok iş bırakmadan, çok fazla cut'lamadığınız zaman o planı otomatikman tiyatral bir hava veriyor.
Komedi kısmına gelirsek, ben durum komedisini seven biriyim. Kolay kolay da gülmüyorum, gülemiyorum. Lafla yapılan esprilerin hepsi bana çok ağır geliyor. O yüzden durum komedisine gittim, tezatlar oluşturdum. Baby face bir erkek, onun karşısında köyün delikanlısı diyebileceğimiz yağız bir kızımız var. Aynı tezatlık Dübürük ile Kaldıray arasında var. Lorel - Hardy gibi. İsimlerine uygun kimlikler verdik, her oyuncunun farklı bir rengi var mesela. Bu tezatlıklar içerisinde de mümkün olan durum komedilerini ortaya çıkardık ve bence çok iyi oldu. Başımdan beri hep şunu diliyordum. Yazma ve çalışma döneminde de. Sürekli kendi kendinize kalırsınız ya, ne yapayım diye. Keyif alacağım bir film olsun istedim. Para kazanmanın zor ve emek sarf edilmesi gereken bir şey olduğunu biliyorum. Çin ve Moskova'da yaşadım. Genelde sıfırdan başladım, ticaret hayatına da normal yaşama da. Hep şunu diledim. İnsanlar zor kazanılan parayı verdiklerinde bazen tebessüm etsinler, bazen kahkaha atsınlar, azıcık da hüzünlensinler istedim bu filmde. Bu film his olarak gelen herkese bunları yaşatacak.
İlk filmlerini çeken çok fazla yönetmen var, film çekmek kolaylaştı. Siz de ilk filminizi çektiniz. Bu kadar çok film çekilmesi konusundaki düşünceleriniz?
Bence mümkünse herkes çekmeli, denemeli. Çünkü sonuç olarak farkındalık önemli. Bu farkındalığa ulaşabilmek için çekmeli, denemeli. Yaptığı işin sonrasında bu işi yapmak istediği ya da istemediğini görecektir. Sonuçta bu iş nereden baksanız bir anlamda da heves. Mümkün olduğunca çekilsin. Mutlaka iyi filmler çıkacaktır. Keşke hepsi iyi olsa.
Bu film başka filmler çekmek için siz de heves yarattı mı? Ya da gişesi etkiler mi bu hevesi?
Böyle düşünürsem ben bunu başardım dersem, on tane daha film çekerim, çekmek isterim. Bu film gişe yapsa da yapmasa ki ben yapacağına inanıyorum, on tane daha film çekmek isterim. Çünkü bu iyi bir film oldu. Ufak tefek hataları vardır ama genel olarak yüksek yüzdeli bir film oldu. Beni iştahlandırıyor, mümkünse gidip Murathan Mungan'a yalvaracağım.
Onun kitaplarından birini mi çekmek istiyorsunuz?
Evet, Mezopotamya Üçlüsü var ya. Mümkün olursa, anlaşabilirsek Mahmud ile Yezida'yla başlamak istiyorum.
Sizin de farklı bir sinema algılayışınız varmış gibi. Daha mistik, daha kostümlü, daha büyük prodüksiyon.
Olabilir, belki içimde vardır öyle bir şey. Sonuçta sinema öyle bir şey. Bir oyuncunun yönetmene rol yapması çok kolaydır. Zor olan seyirciye rol yapmaktır. Bu samimiyet gerektirir. Seyirci sizi ekranın arkasından seyreder. Yönetmen oyuncuyla beraberdir, duygunuzu sizinle beraber yaşar, o yüzden onu kandırmak daha kolaydır. Dönem olur olmaz ama şunu görmelerini istiyorum filmlerimde. Gördükleri herkes, kişi ve olaylar samimi olacak. Gerçekten inandıracaklar.
İlk filmlerini yapanlar arttı da yapımcıların rolü arttı mı peki bu arada sizce?
Yapımcılardan çok şikayetçiyim ben. Şu anlamda. Bir sürü film yapılıyor. Özellikle de klişe dediğimiz ya da mirası olan filmler var. Bir önceki senede iyi iş yapmış ve garanti olarak bakılan filmler var. Bu işlerin hepsinde insanlar neden 500 - 600 salon kapatırlar. Bilemiyorum. Bence çok film çekilsin ama şu düzen içinde çok da fark etmeyecek. Sinemacı para kazanmak için bu işi yapıyor. Başka bir amacı yok. Bu işin içindeki bizler de para kazanmak istiyoruz ama işimize sahip çıkarak sanat yaptığımızı da kabul ediyoruz. Birbirlerini ezmektense yol açmalarında fayda var. Çünkü gerçek var, iyi film yürüyor. Kötü film yürümüyor. O yüzden 600 salon kapatıp faşizan bir yaklaşımla bütün pazarı ele geçirmek yerine, 200 salonla yetinip diğer filmlere de yol açılabilir. Sinema yapımcılarının da bunu sağlamaları gerektiğini düşünüyorum.
Kukuriku kaç kopya giriyor peki vizyona?
80 - 100 arası kopyayla giriyoruz. Bilinçli bir tercih. Maksimum 120'ydi zaten bizim düşündüğümüz. Filmimize güveniyoruz. Sonuçta Çağan Irmak'ın büyük başarısıdır Babam ve Oğlum. O da böyle yürümüş gitmiş başarılı bir filmdir. Neden olmasın. Kukuriku'nun ilginç bir hikayesi de var. Olmamasını istediği hiçbir şeyi içinde bırakmadı. Hep dışarıya itti.
Başarılar diliyoruz.
Teşekkür ederiz. Umarım filmimiz beyazperde.com okurlarının hoşuna gider.
Röportaj: Murat Tolga Şen&Banu Bozdemir
beyazperde.com
Alıntıdır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düşüncelerinizi bizimle paylaşın